"ırkçılık"

Kurumsal Irkçılığın İzinde

Almanya’da ırkçı saldırılar Federal Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana en üst noktaya ulaşmış durumda. Uluslararası Af Örgütü’nün son raporu Almanya’nın ırkçılık kurbanlarına yeterli desteği sağlamakta sınıfta kaldığını ortaya koyuyor.

Kurumların insanlar vasıtasıyla hareket eden yapılar olmalarından ötürü bizatihi kendilerinin ırkçı vasfını haiz olamayacakları, ancak kurumlar adına söylem ve eylemde bulunan, sorumluluk taşıyan, temsil yetkisine sahip kişilerin ırkçı olarak tanımlanabilecekleri söylenebilir. Bundan dolayı “kurumsal ırkçılık” terkibi ilk bakışta karışık gibi dursa da kişilerin kurumsal statü ve pozisyonlarını kullanarak tasarrufta bulundukları göz önüne alındığında berraklık kazanır. Kurumsal ırkçılık kurumun içinde barındırdığı kişilerin ırkçı hareketlerinin kuruma sirayet etmesiyle doğar.

1999 yılında yapılan bir tanımlamaya göre kurumsal ırkçılık bir kurumun yapısal olarak insanları ten rengi, kültürel veya etnik köken gibi sebeplerden ötürü ayrımcılığa maruz bırakmasıdır. Profesyonel ve hakkaniyetli bir muameleden mahrum bırakarak genelde kurumun işleyiş biçimleri, prosedürler ve bilinçli veya bilinçsiz hareket kalıplarında kendini gösterir. Kaynağı ise ön yargıların yoğunluğu, bilgisizlik ve bilinçsizlik gibi faktörlerdir.

Haziran ayında Almanya’da Uluslararası Af Örgütü tarafından yayınlanan “Güvensizlik İçinde Yaşam” başlıklı rapor Almanya’da kurumsal ırkçılığın varlığını bariz bir şekilde ortaya koyan verileri inceliyor. İki seneyi kapsayan bir zaman diliminde yapılan araştırmalarla elde edilen verileri içinde barındıran rapor, aslında medya aracılığıyla sürekli haberdar olunan ama konsantre bir şekilde okunmadığı için vahametinin boyutu tam olarak idrak edilemeyen bir durumu bütün çirkinliğiyle ortaya koyuyor. 2000-2007 yılları arasında Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) terör örgütünün işlediği cinayetlerin aydınlatılması noktasında devlet kurumlarının gösterdiği zafiyet ve buna ek olarak son yıllarda ciddi artış gösteren ırkçı saldırılar konunun Uluslararası Af Örgütü tarafından araştırılmasını sağlamış. Raporda ırkçı saldırılar meydana geldiğinde bilhassa emniyet, savcılık ve yargı üçgeninin ne gibi reaksiyonlarda bulunduğu sorusu inceleniyor.

Araştırma Berlin, Bavyera, Saksonya ve Saksonya-Anhalt eyaletlerini kapsıyor. Coğrafi konumları ve ırkçı saldırıların yoğunluğu bu eyaletlerin seçimi için sebep gösterilmiş. Metodik olarak hem araştırmaya konu olan kurumların sorumlularıyla, hem de sivil toplumun çeşitli katmanlarıyla yapılan söyleşilerden kazanılan bilgiler raporda mevcut. Irkçı saldırılara maruz kalan kişilere danışmanlık hizmeti sunan dernekler, ırkçılık karşıtı dernek, inisiyatif ve vakıflar, göç ve ayrımcılık alanında çalışma yapan kurumlar, bunların yanı sıra ırkçı saldırı kurbanlarının bizzat kendileri ve avukatları araştırma bağlamında bilgi ve tecrübelerine başvurulan merciiler arasında.

Kırmızı Alarm Veren Kurum: Polis Teşkilatı

Bir suç unsuru olduğunda ilk inceleme ve tetkik mercii polis teşkilatıdır. Teoride soruşturma savcılığın gözetimi ve kontrolü altında yürütülse de polisin verdiği rapor genelde belirleyici olur. Almanya’da işlenen suçlar saiklere göre kategorize edilir. “Siyasi saikli suçlar” (PMK) denilen istatistiki sistem içinde kayda geçen ırkçı saldırılar ayrı bir başlık altında toplanır. Böylece ırkçılığın boyutları her sene saptanabilir hâle gelir. Soruşturmayı yürüten polis memurlarının işlenen suçun arkasındaki ırkçı motifleri görmemeleri, küçümsemeleri veya kasıtlı olarak göz ardı etmeleri durumunda ise sistem açık verir.

Rapor kapsamında soru yöneltilen Almanya’daki 48 sivil toplum kuruluşunun tamamına yakını polisin suçları kategorize etmesi hakkında ciddi endişe duyduklarını ifade ediyor. Soruşturma esnasında gerekli hassasiyet ve disiplin gösterilmediğinde esasında ırkçı saikle işlenmiş olan suçlar sıradan suçlar olarak ele alınıyor. Polis teşkilatı mensuplarının yaptığı açıklamaya göre bir saldırı esnasında kullanılan olası ırkçı cümleler memurlar tarafından ırkçılığı işaret eden ipuçları olarak değerlendiriliyor olsa da mağdurların demeçleri, pratikte en galiz ırkçı küfürlerin dahi sistematik olarak göz ardı edildiğini kanıtlıyor.

2014 yılında Bavyera eyaletinde ırkçı saldırıya uğrayan Hüseyin T.’nin avukatı Ricarda Lang, polisin bariz ipuçlarını görmezlikten gelmesini ve müvekkilini ciddiye almamış olmasını eleştiriyor. Saldırganların saldırı esnasında Hitler selamını yaptıklarını belirten ve bunu üç tane şahit ile de kanıtladıklarını aktaran Lang, polisin müvekkiline “Acaba gerçekten Hitler selamı mıydı?” diye sorduğunu, mağdura güvenmediğini ve sonuç olarak olayı ırkçı saiklerle işlenen suçlar kategorisine dâhil etmediğini bildiriyor.

Maalesef bu gibi vakıaları münferit olaylar olarak görmek mümkün değil. Köln menşeli ırkçılık ve ayrımcılıkla mücadele derneği FAIR (Federation Against Injustice and Racism e.V.)’in Perspektif’e verdiği bilgilere göre derneğin takip ettiği kimi vakıalarda da benzer durumlarla karşılaşılıyor. Kamuoyunun “Leyla olayı” başlığıyla hatırlayacağı saldırıda Kaiserslautern şehrinde yaşayan başörtülü bir üniversite öğrencisi gündüz vakti eve giderken fiilî saldırıya maruz kalıp geçici olarak bilincini yitirmişti. Kendine geldiğinde başörtüsü çekilmiş ve üstüne alkol dökülmüş bir vaziyetteydi. Suç duyurusunda bulunan Leyla polisler tarafından âdeta zanlı muamelesine tabi tutuldu. Olay mahallinde ne inceleme yapan, ne civarda şahit arayan, ne de mağdurun alkollü kıyafetlerini ipucu incelemesine tabi tutan bir polis teşkilatı ve o teşkilatın ihmaller silsilesinden bahsediyoruz. Irkçı saiklerle işlenmiş bir suç olabileceği ihtimali haricinde bütün olası senaryoları aklından geçiren emniyet, Leyla’nın bir öğrenci partisinde alkol alıp düşmüş olabileceğini veya ailesinden gizli görüştüğü bir sevgilisinin ona kızıp saldırmış olabileceğini dahi düşünecek kadar kreatif, ama İslam düşmanlığından ötürü yapılmış olması muhtemel bir saldırı olduğunu reddedecek kadar da kendinden emin. FAIR için polisin bu tutumu bilinçli veya bilinçsiz kurumsal ırkçılığın önemli ve aktüel örneklerinden sadece birisi.

Problem salt söylem bazında ele alındığında bir mesafe kat edilemiyor. Irkçılığı telin edici cümleleri elbette bütün toplumsal aktörler kuruyorlar. Fakat somut adım ancak sorunun kaynağı sağlıklı analiz edildiği ve çözüm önerileri teklif edildiği takdirde atılmış olacak. Uluslararası Af Örgütü’nün raporunda emniyet özelinde saptanan en temel sorun, suçların kategorizasyon sisteminin polis memurlarının olayları bireysel kavrayış seviyesi ve analiz etme yetisine dayanıyor olması. Memurlar bu gibi durumlar için yetiştirilmiş özel eğitimli elemanlar olmadıkları için olası ırkçı ve ayrımcı motifleri saptama noktasında eksik kalıyorlar. Daha sağlıklı bir kategorizasyonun mümkün olabilmesi için daha soruşturmaların ilk safhasında gerekli hassasiyetlerin geliştirilmesi, polislerin bir eğitime tabi tutulmaları gerekiyor.

NSU ve Devlet Kurumları

Aşırı sağcı terörün Almanya’daki en organize ve dehşet verici şekli olan Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) terör örgütünün ifşasından beri bazı soru işaretleri zihinlerde yerini hâlâ koruyor. Örgütün faaliyetleri hakkında devletin bilgi seviyesi ve cinayetlerin engellenebilirliği hususları netlik kazanabilmiş değil. Mezkur raporun da işaret ettiği gibi bilhassa polis ve istihbarat teşkilatları toplumda devlete karşı beslenen şüphenin ana odak noktaları. NSU tarafından öldürülen Theodorus Boulgarides’in eşi Yvonne Boulgarides, 17 Eylül 2014 tarihli açıklamasında kurumsal ırkçılıkla “bilhassa emniyet içinde” mücadele edilmesi gerektiğini belirtiyor. Boulgarides’in avukatı Yavuz Narin’den öğrendiğimize göre cinayetten sonra polisin maktulün 15 yaşındaki kızına babasının uyuşturucu tüccarı olup olmadığını ve kızına cinsel tacizde bulunup bulunmadığını sorması, söz konusu kurumsal ırkçılığı resmetmek açısından bir başka kan dondurucu örnek olarak yeterli.

Nitekim Alman Parlamentosunda NSU cinayetlerini incelemek için kurulan araştırma komisyonu 22 Ağustos 2013’te yayınladığı raporda saldırıların arkasındaki ırkçı motivasyonu görme noktasında polisin ihmalkar davrandığını, aşırı sağ tehlikesini küçümsediğini ve mağdurların ailelerini suçlayıcı tutum sergilediğini belirtti. Tüm bu hataların kurumsal ırkçılığa işaret ettiği gerçeğini ise Birleşmiş Milletler Irkçılıkla Mücadele Komisyonu (CERD) ve Avrupa Konseyi’nin İnsan Hakları Komisyonu dillendirdiler.

Yargıda Da Durum Farklı Değil

Ceza Kanunu’nun 46. maddesince ırkçı saiklerle işlenmiş suçlarda saldırganın motivasyonunun cezalandırmada göz önünde bulundurulması gerekiyor. Maddenin uygulanış sıklığı hakkında istatistiki veri olmadığı için kesin bir sonuca varmak güç, ancak raporda ırkçı saiklerin mahkemece çok kez değerlendirmeye tabi tutulmadığı belirtiliyor. Aynı kanı mağdurlara hukuki destek sağlayan kurumlarda da hâkim. Raporda bazı saldırı vakaları örneğinde mahkemelerin ihmalkarlığı anlatılıyor. Uluslararası Af Örgütü bu durumu ırkçılıkla mücadele noktasında genel bir isteksizlik olarak değerlendiriyor.

Raporun Düşündürdükleri

Rapor mülteci barınaklarına yönelik artış gösteren saldırıları içermesiyle kronikleşmiş kurumsal ırkçılık sorununun güncel boyutunu aydınlatıyor. Polisin bu artış karşısında herhangi bir eylem planına sahip olmadığı aktarılırken mültecilerin devlet tarafından yeterince koruma altına alınmadığı ve bunun hak ihlali olduğu savunuluyor. Bilhassa mülteci karşıtı gösterilerin yoğun olduğu bölgelerde saldırıların daha sık vuku bulduğu, önlem olarak emniyetin risk analizi yapması ve bu gibi yerlerde barınakların daha korunaklı hâle getirilmesi gerektiği belirtiliyor.

Almanya’nın ciddi bir sorunu hâline gelmiş kurumsal ırkçılığın çok önemli iki boyutunun raporda es geçilmesi ise Af Örgütü’nün problemi maalesef dar bir çerçevede ele aldığını gösteriyor. İlk olarak eğitim sisteminde yabancı kökenli öğrencilerin sistematik olarak ayrımcılığa maruz kalıyor olması, kurumsal ırkçılık dendiğinde akla gelen ilk problemlerden biri olsa da raporda kendine yer bulamamış.[1]
Ayrıca ırkçı saldırıların konu edildiği bir raporda cami saldırılarına ve polis teşkilatının bu saldırılara gösterdiği reaksiyona değinilmemesi bir hassasiyet eksikliğinin ürünü. Bu eksiklikler düşünüldüğünde Af Örgütü’nün raporu önemli olmakla birlikte sorunu kapsamlı bir şekilde ele alabilecek düzeyde değil.

[1] Konuyla alakalı en kapsamlı çalışma: Gomolla, Mechtild/Radtke, Frank-Olaf, Institutionelle Diskriminierung – Die Herstellung ethnischer Differenz in der Schule.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler