Türkiye’nin Avrupa Birliği “Macerası” Bitiyor Mu?
Türkiye’nin yılan hikâyesine dönen Avrupa Birliği macerasının çıkmazlarını neler? Yoksa Türkiye’nin Avrupa Birliği macerası bitti mi? Nilgün Arısan Eralp, Türkiye’nin AB adaylık sürecinin nabzını tuttu.
Bugün tarihindeki en dip noktasını yaşayan Türkiye-Avrupa Birliği (AB) ilişkileri, başından beri Türkiye ve Avrupa’da değişen siyasi ve ekonomik koşullardan ve bölgesel/uluslararası konjonktürden etkilenmiş ve bu nedenle ilişkilerde sürekli iniş çıkışlar yaşanmıştır. Ancak günümüzde ilişkilerde yaşanan herhangi bir dalgalanma değil; tam anlamıyla bir nitelik değişimidir. İki taraf da ilişkilerde tam bir kopuş istememekte ama bu kopuşu engelleme potansiyeline sahip bir iş birliğine yönelik stratejiyi de geliştirememektedir.
Türkiye’nin AB ile ilişkilerde kopuş istememesinin ardında özellikle ekonomik nedenler vardır. AB ise özellikle mültecileri geri gönderebileceği bir ülke olarak değerlendirdiği Türkiye ile ilişkileri bu nedenle resmen ve tamamen sonuçlandırmak istememektedir. AB açısından Türkiye ile ilişkileri bir şekilde devam ettirme isteğinin arkasında bir de savaşlar ve savaş ihtimalleri ile çevrilmiş bir enerji kaynağı olan Doğu Akdeniz’de istikrarın bozulması endişesi yatmaktadır.
Tarafların bu değerlendirmelerine karşın günümüzde kabullenilmesi gereken bir gerçek, AB’nin Türkiye’yi artık bir aday ülke ve hatta stratejik ortak olarak bile değerlendirmediğidir. Katılım müzakerelerinin resmen askıya alınmamış olması bu gerçeği değiştirmemektedir. Zaten AB liderleri 2018 yılında verdikleri bir kararla müzakereleri fiilen askıya almışlardır. Günümüzde AB, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ertesinde ve Hamas ve İsrail’in Gazze üzerinden sürdürdüğü savaşın da etkisiyle Türkiye’yi jeostratejik önemi artan ama özellikle dış politikasındaki belirsizlikler nedeniyle bir şekilde “kontrol” edilmesi gereken önemli bir komşu olarak görmektedir. Türkiye’deki yönetimin de -her ne kadar söylemi farklı olsa da- özellikle koşulluluk niteliği nedeniyle katılım sürecini gerçekten istemediği ve AB ile karşılıklı çıkara dayanan ve bileşenlerinin belirlenmesinde söz hakkına sahip olacağı işlevsel bir ilişkiden yana olduğu düşünülmektedir.
İlişkilerin bu aşamaya gelmesinde farklı zamanlarda iki tarafın da yapmış olduğu hatalar bulunmaktadır. AB, bir çözüm olmadan Kıbrıs’ı üye olarak kabul ederek, sonra da bu sorunun çözümüne hiçbir şekilde katkıda bulunmayarak, bazı üye devlet siyasetçilerinin Türkiye’yi kimlik ve kültür bazında dışlamalarına ses çıkarmayarak, bazı üye devletlerin hiçbir AB kararı olmadan bazı müzakere başlıklarını kendi çıkarları doğrultusunda askıya almalarını izlemekle yetinerek ilişkilerin bu hâle gelmesinde etkili olmuştur.
Ayrıca 2016 yılında Türkiye ile mülteciler konusunda başlattığı iş birliği nedeniyle bazı AB liderleri içerde demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları alanındaki gerilemeyi uzun süre göz ardı etmişlerdir. Türkiye’nin bu süreçteki en önemli hatası AB’nin de -her ne kadar son zamanlarda bu konuda AB’de de ciddi aksamalar gözlemlense de – benimsediği evrensel değerleri içselleştirememesi, AB’yi eleştirirken bu değerleri de Birlik tarafından içişlerine karışmak amacıyla Türkiye’ye empoze edilen değerler olarak nitelendirmesi ve eleştirmesidir. Türkiye, AB’nin üstlendiğini iddia ettiği evrensel değerlerden giderek uzaklaşmış, Gezi Olayları ve 15 Temmuz darbe girişimini takiben denge ve denetleme mekanizmalarını ortadan kaldıran “Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi” ise ilişkilerde tam bir dönüm noktası oluşturmuştur.
Şu anda taraflar arasında sağlıklı bir iş birliği bile tesis edilememektedir. Bunun başlıca nedeni de karşılıklı güvensizliktir. Bu nedenle taraflar iş birliği yapabilecekleri başlıca alanlarda bile, yani gümrük birliği modernizasyonu ve dış politika ve savunma alanlarında bile ilerleme kaydedememekte ve daha da önemlisi birbirlerine yönelik bir iş birliği stratejisi geliştirememektedirler.
AB liderleri geçtiğimiz haziran ayı sonunda yaptıkları zirve toplantısında AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’e Türkiye-AB arasında katılım perspektifi dışında iş birliği için yeni bir yol haritası hazırlama görevini verdiler. Ancak Kasım 2023’te yayımlanan “Borrell Raporu” çok fazla bir yenilik getiremedi. Eski raporlarda yer alan ve gerçekleşemeyen iş birliği alanları bu raporda da yer aldı. İş birliği bileşenleri bugüne kadar hep vize, göç, ticaret, enerji, terörle mücadele ve dış politika alanında diyalog şeklinde oldu ve bu bileşenlerde bugüne kadar önemli bir değişiklik olmadığı gibi somut bir ilerleme de kaydedilmedi. Üstelik bu yol haritasının ele alınmasının beklendiği son AB zirvesinde, 18 Nisan 2024’te AB Türkiye ile iş birliğini Kıbrıs sorununun çözümüne bağladı.
Dış Politika Alanında İş Birliği
AB özellikle Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ertesinde Türkiye ile dış politika ve savunma alanında bir iş birliği tesis etmek istese ve Türkiye’de iktidar da iddia ettiği gibi önemli bir bölgesel güç olduğunu göstermek için AB ile bu alanda bir diyalog konusunda istekli olsa da bir ilerleme kaydedilemedi.
Türkiye AB’nin resmî veya gayri resmî dış politika zirvelerine davet edilmemekte, tarafları ilgilendiren ortak sorunlarda bile istişarelerde bulunulmamaktadır. AB Türkiye’yi AB ve AB üyesi olmayan 40 kadar ülke ile birlikte Avrupa Siyasi Topluluğu (AST) toplantılarına davet etmekte, bir gün süren bu toplantılarda ise ciddi bir diyalog mümkün olmamaktadır. Zaten bugüne kadar üç kere toplanan AST’nin son iki toplantısına Türkiye katılmamıştır.
Bu konuda en önemli engelin, Türkiye’nin -dış politikasındaki temel belirleyici unsurun iç politika olması nedeniyle- öngörülemeyen bir dış politikaya sahip olmasının olduğu düşünülmektedir.
AB’nin Türkiye ile dış politika alanında bir diyaloğa girme konusundaki isteksizliği Borrell Raporu’nda da belirgindir. Raporda Türkiye ile dış politika alanında diyaloğun başlaması konusunda bir adım atılıyor görüntüsü olmasına rağmen, bu konu Türkiye’nin -halihazırda % 10 olan– AB’nin Ortak Dış ve Güvenlik Politikasına uyumunun artırılması koşuluna bağlanmıştır. Diyalog başlamadan bu uyumun artırılabilmesi çok da mümkün gözükmemektedir.
Gümrük Birliği’nin Modernizasyonu
Gümrük Birliği’nin modernizasyonu, AB’nin başlattığı yeşil ve dijital dönüşüm süreci uluslararası ticaretin ana kurallarını değiştirirken, ticaretinin çok önemli bir bölümünü AB ile gerçekleştiren Türkiye’nin bu sürece uyumu için asli önem taşımaktadır. Gümrük Birliği’nin modernleşmesi sadece mevcut gümrük birliğinin güncellenmesi anlamına gelmemektedir, Türkiye’nin jeopolitik çerçevesi değişen küresel ticarete uyumu için gereklidir.
Ayrıca AB ile sınırlı da olsa norm bazlı bir ilişki temin edecek ve kurala dayalı bir ekonomiyi de zorunlu hâle getirecektir. Çünkü gümrük birliği modernizasyonu sadece tarım, hizmetler ve kamu alımları gibi yeni sektörlerde serbesti getirmeyecek, saydam bir kamu alımları ve devlet yardımları sistemi ve özerk düzenleyici kurumları da zorunlu kılacaktır. Ancak AB bu konuda müzakerelerin başlaması için bile Kıbrıs sorununun çözümüne endekslenmiştir.
Atılması Gerekli Adımlar
Görüldüğü gibi taraflar arasında sağlıklı ve sürdürülebilir bir iş birliğinin oluşturulabilmesi konusunda bile sağlam bir zemin bulunmamaktadır. Türkiye bu konuda ciddi bir öneride bulunmazken, AB dönüp dolaşıp aynı önerileri gayet muğlak ve zaman zaman da mantık dışı ve adil olmayan koşullarla gündeme getirmektedir.
AB ile ilişkilerin sağlıklı bir zeminde sürdürülmesini sağlamak için Türkiye’nin demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü alanında evrensel normlara uyumu için bir plan ortaya konulmalı, bu planın -uzun zaman alacak- uygulama sürecinde ise AB ile hangi alanlarda nasıl bir iş birliği yapılacağı konusunda da AB’ye bir strateji sunulmalıdır.
Bu strateji kapsamında Türkiye’nin AB ile dış politikada hangi alanlarda neden ve ne şekilde iş birliği yapabileceği net bir şekilde ortaya konulmalı, Gümrük Birliği modernizasyonun AB’nin Türkiye’ye uzanan arz zincirleri açısından çok önem taşıyan yeşil ve dijital dönüşüm açısından ne kadar önemli olduğu AB tarafına anlatılmalıdır. Ayrıca gümrük birliği modernizasyonunun tekrar kurala dayalı bir ekonomik politikaya dönülmesi açısından sağlayacağı katkı da ortaya konulmalıdır.
Mülteciler konusunda iş birliği devam ederken, bu konuda ağırlığın sınır güvenliğine ve Türkiye ekonomisine ve sosyal yaşamına entegre olmamış mültecilerin güvenli ve onurlu geri dönüşleri konusunda iş birliği yapılması gündeme getirilmelidir.
Ayrıca AB ile ilişkilerde Demokles’in kılıcı niteliği taşıyan Kıbrıs sorununun çözümü için Birleşmiş Milletler (BM) parametreleri dışındaki “iki devletli çözüm”ün bir önkoşul olarak öne sürülmesinden vazgeçilmelidir. Baştan iki devletli bir çözümün ön koşul olması ısrarı sadece Kıbrıslı Rumların işine yarayacak ve çözüm görüşmelerine başlamamaları için bir bahane oluşturacaktır. Bugünlerde Kuzey Kıbrıs’ta özellikle Kıbrıslı Türkler arasında statükonun sürdürülemez olduğu konuşulmaktadır. Kıbrıslı Türklerle görüşerek, bir kez daha ve son kez olmak üzere BM parametreleri dâhilinde çözüm görüşmelerinin koşullu olarak başlatılması en doğru yaklaşım olacaktır. Bu koşullar Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitliliğinin kabulü, görüşmelerin daha önceki görüşmelerde ortaya çıkan kazanımların üstüne bina edilmesi ve belirli bir takvime bağlanmasıdır. Ayrıca geçmişte olduğu gibi Kıbrıslı Rumların gene siyasi eşitliği kabul etmemeleri nedeniyle görüşmeler kesilirse, Kıbrıslı Türklere uygulanan izolasyonların kalkacağının baştan kabul edilmesi konusunda ısrarcı olunmalıdır.
Türkiye evrensel normlara uyumda ciddi bir aşama kaydettiği zaman da katılım sürecini tekrar başlatma konusunda ciddi bir siyasi irade bulunduğu belirtilmeli ve bu hedeften vazgeçilmeyeceği açıklanmalıdır.
Merhabalar Nilgün Hanım, AB konusudan elbette bizim de çok hatalarımız var bugün de var çok geriye gitti doğru ama biz ne yaparsak yapalım bizi AB'ye almayacaklar bunu da bize söylemiyorlar. Aslında bizim üye olamama nedenimiz de çok basit biz üye olursa Avrupa Parlamentosunda Sandalye Dağılımında ikinci sırada olacağız. Bizi farklı bir anlaşma ile üye yaparlar ama artık çok sıkıldık olmayacak ise olmayalım.