"Avrupa Birliği (AB)"

Avrupa Birliği Kendi NATO’sunu Mu Kuruyor?

PESCO'nun (Kalıcı Yapılandırılmış İşbirliği), “Avrupa Birliği'nin NATO'su” olarak adlandırılmasının, boşa yapılmış bir yakıştırma olmadığı ve giderek daha fazla anlam kazandığı düşünülüyor.

Fotoğraf: @BSG_1974 Shutterstock.

1951 Paris ve devamında 1958 Roma Antlaşmaları ile şekillenen Avrupa Toplulukları (AT), başta ekonomiye dayalı amaçlar olmak üzere demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü gibi değerlerin üzerine inşa edildi. AT, kuruluşundan itibaren her ne kadar dış politika, güvenlik ve savunma alanında çeşitli girişimlerde (Pleven Planı, Fouchet Planları vb.) bulunmuş olsa da Soğuk Savaş süresince özellikle savunma alanında NATO şemsiyesi altına girmeyi tercih etti. Bu süreçte komünist bloktan kaynaklanan doğrudan, bütüncül, konvansiyonel ve simetrik askeri tehdit, Soğuk Savaş sonrasında yerini belirsiz, dolaylı, asimetrik ve konvansiyonel olmayan bir tehdit alanına bıraktı. Hatta bu tehdit, Balkanlar’da Avrupa’yı yeniden NATO’ya muhtaç bırakacak çatışmalara dönüştü.

1990 sonrası süreçte AB, her şeye rağmen savunma ve güvenlik alanında bir ODGP Yüksek Temsilciliği’nin oluşturulması, Avrupa Savunma Ajansı’nın kurulması gibi somut adımlar atmaya çalıştı. Buna rağmen askeri güç bakımından her zaman ABD’nin gerisinde ve gölgesinde kaldı. Burada sorulması gereken soru, AB’nin isteğinin tam da bulup olmadığıdır. Zira ekonomik temeller üzerine kurulmuş olan değerleri ve idealleri bulunan AB, aslında zaten bir barış projesi midir? Bu nedenle de dünya politikasında sert güce ihtiyacı olacak bir aktör olma niyeti yok mudur?

PESCO, AB’nin NATO’su mu?

2000’li yıllara gelindiği zaman anayasanın reddedilmesiyle başlayan ekonomik kriz, mülteci krizi, Brexit, aşırı sağın yükselişi, Kovid-19 krizi gibi çoklu kriz ortamından bir türlü çıkamayan AB, milenyuma girerken Helsinki Zirvesi’nde koyduğu Hedef 2003’ten [1] çok uzaklaşmıştı. ABD’de Trump’ın başkanlığı döneminde transatlantik ilişkilerin sorgulanmaya başlaması, aynı zamanda Birleşik Krallık’ın Brexit süreci ile Birlik’in dışında kalması, AB ülkelerini yeniden savunma konusunda adımlar atmaya itti. Bu çerçevede ortaya çıkan ilk proje kısaca “PESCO” olarak adlandırılan Daimi Yapılandırılmış İşbirliği oldu.

2017 yılında imzalanan anlaşma ile oluşturulan bu projeyle üye ülkelerin müşterek olarak savunma kabiliyetlerini geliştirmek ve bunu, AB askeri operasyonları için uygun hale getirmek hedeflendi. Böylece AB’nin uluslararası bir savunma partneri olarak ortaya çıkması, Avrupa vatandaşlarının korunması ve savunma harcamalarının da etkili şekilde kullanılması öngörülüyordu. Daimi bir savunma iş birliği çerçevesi dahilinde böyle bir girişimin yapılması ise tüm taraf devletlerin ortak savunma ve güvenlik projelerine yatırım yapmaya ve operasyonel kapasitelerini zenginleştirmeye olan istek ve kabiliyetlerini arttıracak bir hamle olarak görülebilir. Bu bakımdan, kapsamlı bir savunma paketi niteliğinde olan PESCO’nun, “AB’nin NATO’su” olarak adlandırılması, boşa yapılmış bir yakıştırma değildir ancak kuruluşundan bu yana savunma alanında ulusüstü yapıya sıcak bakmayan ülkeler, yine benzer nedenlerle bu oluşumun da ileriye taşınmasında engeller çıkaracaklar ve bu noktada NATO’ya alternatif olma durumu ortadan kalkacaktır.

AB, Stratejik Özerkliği Yeniden Gündeme Getirdi

Rusya’nın Kırım’ı ilhakı sonrası Ukrayna Savaşı’na giden süreçte yaşananlar, AB’nin tıpkı Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi Rusya’dan duyduğu tehdit algısının seviyesini yükseltti. 2000’li yıllarda yaşadığı genişlemelerle birlikte AB’nin Moskova ile sınırlarını artırması, Putin’in Ukrayna üzerinden Batı’ya sürekli parmak sallaması ve enerjiye duyulan bağımlılığın etkisi, AB liderlerini tekrar savunma konusunda iş birliklerini arttıracak çözümler aramaya itti. Bunun yanında ABD Başkanı Joe Biden’ın transatlantik ilişkiler konusunda Trump’a göre daha başarılı olacağı izlenimi oluşturması fakat Afganistan’dan çekilme konusunda Avrupalı ortakların fikrine başvurmaması ve Fransa’nın Avustralya’yla yaptığı anlaşmayı hiçe sayarak Asya-Pasifik bölgesinde AUKUS (Avustralya, İngiltere, ABD) iş birliğini başlatması, AB’nin stratejik özerklik konusunu yeniden gündeme getirmesini zorunlu kıldı.

AB’nin Stratejik Pusulası

Bu çerçevede bahsedilmesi gereken girişim 2021 yılının sonunda taslağı oluşturulan, Şubat 2022’de Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması ile birlikte daha anlamlı hale gelen ve mart ayında yayımladığı Stratejik Pusula’dır. AB, bu girişimiyle 5 bin kişiden oluşacak “hızlı intikal gücü” kurarak krizlere hızlı yanıt vermeyi düşündüğünü açıkladı. Belge ile farklı AB ülkelerinin kara, hava ve deniz kuvvetlerinden gönderilecek askerlerin ilk başta Alman komutasında düzenli tatbikatlar yapması hedefleniyor. AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Joseph Borrell’in hazırladığı Stratejik Pusula taslağı, 4 ana unsuru içeriyor. Bunlar, AB’nin kriz yönetimindeki rolünü güçlendirmek, savunma kabiliyetlerinin geliştirilmesi, krizlere mukavemet göstermesinin sağlanması ve üçüncü ülkelerle ortaklıklar kurulması olarak sıralanıyor.

AB’nin savunma ve güvenlik kapasitesinin güçlendirilmesinde AB’nin iki kurumu kilit konumda yer alıyor: PESCO (Kalıcı Yapılandırılmış İşbirliği) ve EDF (Avrupa Savunma Fonu). Bu iki kurum, AB’nin kritik savunma projelerinin koordinasyonunu ve finansmanını sağlayarak Avrupa savunma sanayisinin yenilikçi, endüstriyel ve bilimsel temelini güçlendiriyor.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, Avrupa’nın güvenliğini her zamankinden daha ciddi şekilde tehdit etmeye başladı. ABD ile Avrupa devletleri, tıpkı Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi ortak bir güvenlik politikasında birleşti. Dillendirilmese de ABD’nin nükleer silahlarının Avrupa’nın güvenliği için caydırıcı rolü, bir kere daha ortaya kondu. Çok uzun bir süredir tarafsızlık politikası izleyen Finlandiya ve İsveç, NATO’ya üyelik için başvurmaya karar verdi ve Avrupa’nın güvenlik mimarisi yeniden kurgulanmaya başladı. Bu ortamda oluşturulan Stratejik Pusula ile AB, bu girişimin NATO’ya alternatif değil, onu tamamlayıcı bir unsur olacağını Stratejik Pusula’da sıklıkla vurgulasa da hızlı ve kararlı şekilde ABD ve NATO’dan bağımsız bir yapıya dönüşme noktasındaki hedeflerini ortaya koydu.

AB Savunma Planı Neleri Kapsıyor?

Ukrayna işgali devam ederken düzenlenen mart ve haziran aylarındaki AB liderler zirvelerinde savunma konusu gündemin en üst sıralarında yer aldı. AB Savunma Planı (EU Defence Action Plan) mayıs ayında kamuoyu ile paylaşıldı. Planın ana fikrini “birlikte harcama, daha verimli harcama ve Avrupa savunma sanayisine yatırım yapma” başlıkları oluşturdu. Belgede ortaya koyulan hedefler, azalan silah stoklarının doldurulması, başta Doğu Avrupa ülkelerinde olmak üzere Sovyet döneminden kalma askeri sistemlerin yenilenmesi, hava ve füze savunma sistemlerinin güçlendirilmesi olarak açıklandı. Planda AB Komisyonu’nun dikkati çektiği bir başka konu da Avrupa ülkelerinin savunma harcamaları ve yatırımlarının “düşüklüğü” oldu.

AB’yi Bekleyen Fikir Ayrılıkları

AB’nin başat gücü Almanya ise Birlik’ten bağımsız olarak bu süreçte çok önemli adımlar attı. Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik işgal girişimi, Almanya’nın savunma harcamalarında devasa bir dönüşümü tetikledi. Şansölye Scholz, Alman ordusunu güçlü, modern ve ilerici bir formasyona getirmek adına silahlanma projeleri ve gerekli yatırımlar için 2022 bütçesinin dışında 100 milyar avroluk özel bir fonun borçlanmaya gidilerek oluşturulacağını açıkladı. Ayrıca Almanya’nın bundan sonra NATO‘nun gayri safi yurt içi hasılanın (GSYİH) yüzde 2’sinin savunmaya ayrılması kriterini karşılayacağını da belirtti. Bugüne kadar Almanya’nın yıllık ortalama katkısı yüzde 1,3 civarında gerçekleşiyordu. Bu yolla Berlin, PESCO ve EDF’den bağımsız, tek taraflı olarak ABD ve İsrail’den silah sistemleri tedarik etmiş ve AB’nin ortak güvenlik ve savunma stratejisini göz ardı etmiş durumuna düştü.

Haziran sonunda AB dönem başkanlığı biten Fransa’nın, stratejik özerklik konusunda adımlar atılması konusundaki önerileri karşılık bulduysa da Ukrayna’daki savaş, AB’nin “kısıtlı askeri imkan ve yeteneğini” su yüzüne çıkardı. Ayrıca Ukrayna Savaşı, AB’nin enerji alanında Rusya’ya ne kadar bağımlı olduğunu da gösterdi. Bir de Almanya’nın AB’den bağımsız attığı bu adımlar, önümüzdeki süreçte muhtemel bir Fransız-Alman fikir ayrılığına dönüşebilir. AB, bu fikir ayrılıklarıyla ABD’yi uluslararası sistemin sert ve yalnız kovboyu Clint Eastwood, AB’yi ise yakışıklı fakat kırılgan bir Laurence Olivier gibi gösteren karikatürü doğrulamaya devam edecektir. [2]

Dipnotlar

[1] 2003 yılına kadar kolordu düzeyinde 50-60 bin kişilik Acil Müdahale Gücü oluşturulması hedefi

[2] Mehmet Ali Tuğtan, “Avrupa Birliği Güvenlik ve Savunma Politikası”, Avrupa Birliğine Giriş, Tarih, Kurumlar ve Politikaları, Ayhan Kaya, Senem Aydın Düzgit, Yaprak Gülsoy, Özge Onursal Beşgül (der.), 2011, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, s. 270. (257-273).

 

*Anadolu Ajansı’nın Analiz sayfasında yayımlanmıştır.

Doç. Dr. Filiz Cicioğlu

Doç. Dr. Filiz Cicioğlu, Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde öğretim üyesidir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler