'Almanya'

Friedrich Merz Döneminde Almanya-İsrail İlişkileri Nasıl Olacak?

Almanya’da yeni kurulan büyük koalisyon, Ukrayna’daki savaşın sonlanması için hızlı bir diplomasi trafiğine başladı. Peki ya Friedrich Merz önderliğindeki büyük koalisyonun Orta Doğu politikası nasıl olacak? Almanya’nın yeni koalisyonu Filistinliler için nasıl bir gelecek öngörüyor?

Almanya'yı ziyaret eden İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog'u karşılayan Friedrich Merz, 12 Mayıs 2025. Fotoğraf: EUS-Nachrichten / Shutterstock.com.

Almanya Şansölyesi Friedrich Merz (CDU) Almanya tarihinde ilk kez meydana gelen bir krizle, Federal Mecliste ikinci kez gerçekleşen bir seçimin ardından nihayet başbakan olunca Federal Şansölye Ofisi’ne girdi ve şöyle dedi: “İşte! Demek görevimizi burada üstleneceğiz.”

Merz’in Ukrayna Odaklı Diplomasi Trafiği

Merz, şansölye olduğunun hemen ertesi günü kolları sıvadı. İlk iş olarak Fransa Cumhurbaşkanı Macron ile buluşan Merz, Macron ile “Avrupa’yı ileriye taşımak” temalı bir sohbet gerçekleştirdi. Ardından Polonya Başbakanı Donald Tusk ile buluştu. 8 Mayıs’ta Almanya’nın Nasyonal sosyalist rejimden kurtuluşunun yıldönümü törenine katıldı. Sonrasında Trump’u arayıp Ukrayna’daki savaşın sona erdirilmesi ve Rusya ile bir ateşkes imzalanması konusunu görüştü.

Avrupa Günü’nde Brüksel’de Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’i ziyaret etti. Avrupa Parlamentosu Başkanı Roberta Metsola ile sohbet etti. NATO Genel Sekreteri Mark Rutte’ye uğradı. Daha sonra Macron, Birleşik Krallık Başbakanı Keir Starmer ve Donald Tusk’u da alıp Ukrayna’nın başkenti Kiev’e gitti. Kiev’de, savaşta hayatını kaybeden Ukraynalı askerlerin anma törenine katıldı. Avrupa’nın en güçlü üç ülkesinin liderleri bu sefer Kiev’den Trump’u aradılar.

Ukrayna’da savaşı bitirmek konusunda çalışkan bir karınca gibi diplomasi trafiğinin içinde bir oraya bir buraya koşturan Friedrich Merz, öte yanda Gazze’deki soykırım karşısında Almanya’yı gelecek nesillerin hafızasında utanç dolu bir konumda tutmaya kararlı gözüküyor.

Duvarına Zikim Plajı Fotoğrafı Asan Merz’in İsrail Yaklaşımı Ne Olacak?

Ukrayna temalı yoğun görüşme trafiğinin hemen ardından İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog ile görüşen Merz, ona Berlin’deki Şansölye Ofisi’nin duvarında asılı duran bir fotoğrafı gösterirken ya da hakkında tutuklama kararı olan Netanyahu’nun Almanya’yı ziyaret edebilmesinin “bir zorunluluk” olduğunu söylerken; diğer yanda Gazze’de etnik temizliğe, açlığa ve zorunlu göçe mahkûm edilen Filistinlilerden ağız ucuyla da olsa bahsetmedi.

Peki önümüzdeki beş yıllık yasama sürecinde şansölye Merz’in İsrail politikası ve uluslararası hukukun yüz üstü bıraktığı Filistinlilere yönelik tutumu nasıl olacak? Almanya’nın şimdiye kadarki dış politikası bu tutuma dair hangi nüveleri barındırıyor?

Friedrich Merz, İsrail Cumhurbaşkanı Herzog’a Berlin’deki odasının duvarındaki fotoğrafı gösterirken şu ifadelerde bulunuyordu: “Bu fotoğraf yıllarca benim Federal Meclis’teki ofisimdeydi. Bugün buraya (şansölye ofisine) taşındı ve burada kalmaya da devam edecek.” Bir kumsal ve kumsaldaki çardakları gösteren bu görsel İsrail’deki Zikim Plajı’ndandı. Zikim Plajı, Hamas’ın 7 Ekim’de denizden baskın düzenleyerek 17 kişiyi öldürdüğü, Gazze’nin hemen kuzeyindeki plajlardan birisiydi. Friedrich Merz bu fotoğrafın yer aldığı videoyu instagram hesabında, “Zikim Plajı. Umut karanlığı alt edebilir,” mesajıyla paylaşacaktı.

Merz-Herzog Görüşmesinde Gazze Hakkında Konuşulmadı

7 Ekim sonrasında tadilata giren Zikim Plajı yeniden kullanıma açılırken, İsrail’in halı bombardımanı, ayrım gözetmeyen saldırıları ve her yaştan sivile yönelik infazları ile birlikte Gazze’deki soykırımın etkilerinin önümüzdeki onlarca yıl onarılamayacağı tahmin ediliyor. Şansölye Ofisi’ndeki buluşma esnasında Merz’i 80 gün boyunca tek bir yardım tırının bile girmediği, tüm temiz su tesislerinin bombalandığı, soykırımın “savunma savaşı” olarak meşrulaştırılmaya çalışıldığı süreç hiç rahatsız etmedi.

Hatırlayanlar burada, Merz’in yaptığı ilk hükûmet açıklamasında, Gazze’de halkın karşı karşıya kaldığı açlığın mümkün olan en kısa sürede önlenmesi çağrısını ileri sürebilir. Nitekim Federal Meclis’teki ilk hükûmet açıklamasında Merz şöyle demişti: “Bölgedeki açlığın en kısa sürede önlenmesi tüm taraflar için… Özellikle vurguluyorum: Tüm taraflar için insani bir sorumluluktur.” Fakat Merz, Gazze halkına daha iyi insani yardım sağlanabilmesi için yapılan tüm çabaları desteklediğini vurgulasa da, Almanya’nın İsrail’e silah ticareti dikkate alındığında Merz’in bu ifadelerinin “tavşana kaç, tazıya tut” politikası olduğu da ortada.

Zira İsrail ile 60 yıllık diplomatik ilişkileriyle gurur duyan ve İsrail’in güvenliği ile var oluşunun Almanya için bir “devlet meselesi” (Staatsräson) olduğunu mümkün olan her fırsatta yineleyen Merz, ilk hükûmet açıklamasında “Sarsılmaz bir şekilde İsrail’in yanındayız,” dedi. Merz bu desteğin, bölgede hızlı bir barışın sağlanmasına yönelik çabaları kapsadığını söylese de, tüm bu açıklamalar, liberal demokrasi olma iddiasındaki bir ülkenin, İsrail’in faşist, beyaz üstünlükçü, ırkçı ve aşırı sağcı hükûmetini desteklediği gerçeğini değiştirmiyor.

Bu durumda Nazizmden arındırılmış bir ülke olmak ile gurur duyan Alman devlet aklının, dış siyasette Almanya’nın aşırı sağcı ideolojisiyle bir süreklilik içerisinde olduğunu iddia etmek abartılı olmayacaktır.

Alman Dış Politikasında “Tek Seslilik” Dönemi

Alman dış politikasındaki uzun süreli felci sonlandıracağını iddia eden Merz, Almanya’yı “masaya yeniden oturtacak” bir şansölye iddiasıyla göreve başladığında, ülkenin dış politikasının partiler arasındaki parçalanmış yapısını birleştirerek ilk adımı attı. Almanya’da geleneksel olarak Dışişleri Bakanlığı koalisyon ortağına verilirken, Merz bu pratiği sonlandırıp bakanlığı CDU’ya aldı ve partiye sadık bir isim olan Johann Wadephul’u bakanlığa atayıp kilit noktalara güvendiği isimleri atayarak Alman dış politikasını merkezileştirdi. Ülkenin şansölyesi ile dışişleri bakanının CDU’lu olmasıyla birlikte tek ve tutarlı bir Alman dış politikasının olacağı müjdesi yine Merz tarafından verildi.

Bu tutarlı Alman dış politikasının Orta Doğu’yu pek de merkeze almadığı açık. Zira Almanya, Orta Doğu ve Arap ülkelerini tabiri caizse artık kaybetmiş durumda. Özellikle 7 Ekim sonrasında İsrail’e yönelik koşulsuz şartsız desteği, Almanya’nın imajının Arap dünyasında ciddi biçimde zarar görmesine yol açtı. 2020’de Arab Center Washington DC tarafından yapılan bir anket, Arap kamuoyunun Almanya’nın dış politikasına kısmen de olsa olumlu baktığını ortaya koymuştu. Buna karşılık, 2024 Ocak ayında Doha Enstitüsü tarafından 16 Arap ülkesinde yapılan bir ankette, katılımcıların yüzde 75’i Almanya’nın İsrail-Hamas savaşındaki tutumunu olumsuz bulduğunu belirtti.

Orta Doğu’da Almanya uzun bir süre boyunca teknoloji liderliği ve çalışma disiplini ile anılıyor, Irak Savaşı’na katılmayan Batılı bir aktör olarak olumlu karşılanıyor ve 2015 yılındaki mülteci krizinde 1 milyondan fazla mülteciyi Merkel’in açık kapı politikasıyla alması nedeniyle Fransa gibi sömürgeci Batılı devletlere kıyasla daha olumlu bir imaj taşıyordu. Ayrıca Berlin’de 35 bin kişilik bir nüfusla Arap ülkeleri dışındaki en büyük Filistin diasporası yaşıyordu.

Bu durumu, 7 Ekim sonrası Almanya’nın İsrail’in en büyük ikinci silah tedarikçisi olması ve İsrail’e silah ihracatını 10 kat artırması takip etti. Ardından da ülkede Filistin yanlısı gösteriler antisemitizm ithamıyla şiddetle bastırıldı, yasaklandı. Filistin ile dayanışma gösteren akademisyenler, gazeteciler, sanatçılar susturuldu. Bu yönüyle Almanya, özellikle küresel Güneydeki insanlar için “Batı’nın iki yüzlülüğü”nün başat aktörlerinden birisine dönüştü. Gazze İsrail’in soykırım savaşında Alman silahlarıyla bir enkaza dönüşürken, Almanya’nın Orta Doğu’daki yumuşak gücü de böylece yerle bir oldu. Bugün Alman dış politikası, İsrail’e silah ve politik destek dışında Orta Doğu’da herhangi bir ülkede yumuşak güce sahip değil.

Almanya İsrail’in En Büyük İkinci Silah Tedarikçisi

Peki Friedrich Merz’in ve yeni büyük koalisyonun, Orta Doğu ve Arap ülkelerini kaybetmek pahasına, koşulsuz bir şekilde İsrail’in yanında durması sadece Hristiyan-Yahudi kültürel mirasına dayanan ideolojik bir bağla mı ilgili? Ya da Holokost’un tazminatı konusundaki yükümlülükleri ile Nazizmden arındırılma ideallerine bağlı kalan Almanya’nın ahlaki misyonuyla?

Gazze’deki savaşın, Almanya’nın Avrupa-Ukrayna-ABD üçgeninde yeniden düzenlenmek zorunda bırakılan savunma kapasitesini geliştirmek konusunda işine yaradığını tespit etmek mümkün.

Almanya, İsrail’in silah sevkiyatı konusunda ABD’den sonra en çok bağımlı olduğu ikinci ülke. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’ne (SIPRI) göre Almanya yalnızca 2023 yılında İsrail’e “büyük konvansiyonel silahlar” tedarikinde ABD’den sonra ikinci sırada yer aldı ve İsrail’in toplam silah ithalatının yüzde 47’sinden sorumluydu. Bu oran, iki adet Sa’ar 6 sınıfı füze korvetinin teslimatını, ayrıca tanklar ve diğer zırhlı araçlar için füze ve motorları da kapsıyordu. 2003’ten bu yana Almanya, İsrail’in büyük konvansiyonel silah ithalatında sürekli olarak ikinci -kimi zaman birinci- sırada yer aldı. 2019-2023 döneminde, yani 7 Ekim’den önce İsrail’in ithal ettiği büyük konvansiyonel silahlar içinde Almanya’nın payı yüzde 30 iken, ABD’ninki yüzde 69’du.

Bu sayılar, İsrail’i Almanya karşısında daha farklı bir role de büründürüyor: Rusya karşısında kendisini “savunma kabiliyetine sahip” bir şekilde tutmayı hedefleyen ve büyük koalisyon kurulmadan önce Federal Meclisten alalacele geçirilen 500 milyar evroluk devasa borçlanmaya giren Almanya’nın savunma ekonomisini canlı tutan aktörlerden birisi de İsrail. Merz’in “Alman ordusunu Avrupa’nın en güçlü ordusu yapacağız” çıkışındaki hedef, Almanya’nın savunma sanayisini geliştirmesiyle, dolayısıyla silah satmasıyla, silaha yatırım yapmasıyla ve savunma sanayisini çağdaş bir kalkınma hamlesiyle yenilemesiyle yakından alakalı.

Merz’in “Kendimizi savunmak zorunda kalmamak için, kendimizi savunabilir bir hâle gelmemiz lazım” şeklinde ifade ettiği bu süreçte İsrail, Almanya’nın savaş ekonomisi için en elverişli ortak olarak görülüyor.

Bununla birlikte 7 Ekim’den bir ay sonra, henüz Gazze’deki soykırımın çehresi tam olarak çizilmemişken bile Birleşmiş Milletler bünyesindeki uzmanlar uluslararası toplumu muhtemel bir soykırımı önlemeye çağırıyordu. 2024 Şubat ayının sonlarında, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği (OHCHR) bünyesindeki uzmanlar, “Gazze’de kullanılacak herhangi bir silah ya da mühimmat transferinin muhtemelen uluslararası insancıl hukukun ihlali anlamına geleceğini ve derhal durdurulması gerektiğini” açık bir şekilde ifade etmişti. Uzmanlar ayrıca şu uyarıda bulunmuştu: “Devletler, geçmiş davranış kalıpları veya mevcut gerçekler göz önünde bulundurulduğunda uluslararası hukukun ihlalinde kullanılacağı öngörülen herhangi bir silah, mühimmat veya bunların parçalarının transferinden kaçınmak zorundadır.”

Bu uyarıların Merz ve dış işleri kurmaylarında herhangi bir etki uyandırmayacağını tahmin etmek zor değil. Gazze’deki Filistinlilerin son teknolojik silahlarla bir laboratuvar testindeymiş gibi öldürülmelerinin arkasında Alman silahları, silah lisansları ve elbette yemin ettikten sonra göreve başlayan Merz’in büyük koalisyonu da var. Ve Almanya’da 60 seneden sonra ilk defa Hristiyan Demokrat Birliği (CDU) saflarına geçen Dışişleri Bakanlığı koltuğu ile birlikte Merz, dış politikada çokça övündüğü “aynı sesten konuşma” hâlinin de tanıdığı güvenle Filistinlilerin içinde bulunduğu korkunç duruma, savaş suçlarına, ihlal edilen uluslararası hukuka karşı sağır ve dilsiz kalacak gibi görünüyor.

Uluslararası Hukuka Uygun Olmayan Bir Dış Politika

Bu tezi doğrulamak için Merz’in tutumunu Fransa Cumhurbaşkanı Macron ile kıyaslamak mümkün. Macron, Gazze’de 2 Mart’ta başlatılan ve açlığı bir savaş suçu olarak kullanan Netanyahu hükûmetine “Bu kabul edilemez.” deyip bu durumun bir “utanç” olduğunu söylemişti. Macron 7 Ekim’den sonra İsrail’in kendisini savunma hakkını kabul ettiğini söylerken, çözümün ise Gazze Şeridi’nin rastgele bombalanması olmadığını ifade etmişti.  Macron ayrıca Fransa’nın bütün Avrupa ile birlikte İsrail’e baskı uygulayabileceğini, ama İsrail’in Avrupa’ya değil, ABD’ye bağımlı olduğunu da söylemişti.

Bu anlamda AB içinde nükleer silahlarıyla yüksek bir caydırıcılığa sahip olan ve savunma konusunda Almanya kadar acelesi olmayan Fransa açısından Gazze’deki savaş suçlarını eleştirmek daha kolayken, Merz’in Alman savunma sanayisini Avrupa’nın en güçlü konumuna taşıma konusundaki ısrarcı hâlinin İsrail’e yönelik dış politikasını etkilediğini söyleyebiliriz. Tam da bu durumda Alman federal hükûmetinin savaş suçlularıyla ortak bir zeminde buluşmasının, uluslararası hukuka uygun olmayan bir dış politikayı çerçevelediğini de söylemek zorundayız.

Gazze’de İsrail’in aşırı sağcı ve faşist hükûmetinin eliyle, bir “savaş taktiği” olarak açıkça kullanılan ve uluslararası hukukun bütünüyle yadsınması anlamına gelen açlığın sona ermesi için İngiltere, Kanada ve Fransa İsrail’i yaptırımla tehdit ederken Almanya bu üçlü arasına girmeyip susmayı tercih etti.

Merz’in şansölye olur olmaz ziyaret düzenlediği Fransa’da Macron, “Gazze’de soykırım var mı, bunu tarihçiler cevaplamak zorunda” demişti. Merz, tarihe, Gazze’de soykırımı destekleyen Şansölye olarak geçecek. Merz’in bazen susarak, bazen ağız ucuyla eleştirerek, çoğu zaman da ağır silah sanayii ile destekleyerek mümkün kıldığı Gazze soykırımı, Merz’in siyasi kariyerinde de Almanya’da da bir kara leke olarak kalacak.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler