Almanya’nın Krizlerle Göreve Başlayan Şansölyesi ve Kırılgan Koalisyonu
Friedrich Merz, Almanya siyasi tarihinde hiç yaşanmamış bir krizle Federal Almanya Cumhuriyeti’nin yeni şansölyesi seçildi. Peki ülke, kırılgan bir büyük koalisyon ile nasıl yönetilecek? Göreve başlayan yeni kabinede kimler var? Büyük koalisyon bu kabineyle Almanya’nın sorunlarını çözebilir mi? Büyük koalisyonun büyük sorularına dair bir analiz.

Almanya tarihinde ilk kez Cumhurbaşkanı’nın önerdiği bir şansölye, Federal Mecliste çoğunluğu elde edemeyerek seçilemedi. Almanya siyasi tarihine geçecek bu olaya dair herhalde akıllarda kalacak olan sahne, Friedrich Merz’in düşmüş omuzlarla Federal Meclisteki ofisine doğru ilerlediği arkadan çekilmiş fotoğraf olacak.
Hristiyan Birlik (CDU/CSU) lideri Friedrich Merz’in ve koalisyon ortağı Sosyal Demokrat Parti (SPD) lideri Lars Klingbeil’in elindeki kartlar hiç de iyi gözükmüyor. Merz henüz Almanya’nın onuncu şansölyesi seçilmeden önce 6 Mayıs 2025 tarihinde Federal Meclis’te cereyan eden bir koalisyon ve güven kriziyle dikkatleri üzerine çekti.
CDU/CSU ile SPD büyük koalisyonu Federal Meclis’te 328 kişilik bir milletvekili aritmetiğine sahip olmasına rağmen Merz, 6 Mayıs’ta şansölye seçimi için yapılan gizli oylamada yalnızca 310 vekilden “evet” oyu aldı. Böylece büyük koalisyon, henüz kendi şansölyesini bile seçecek çoğunluğa sahip olmadığı yönündeki olumsuz karneyle tüm dünyaya göz kırpmış oldu.
Muhalefet partilerinin “utanç verici bir an” olarak isimlendirdiği bu büyük kriz, neyse ki birkaç saat sonra yinelenen şansölye seçimi ile söndürüldü. Öğleden sonra tekrarlanan seçimde 69 yaşındaki Merz, şansölye seçilmek için gerekli olan çoğunluğu (325 evet oyu) alarak Almanya’nın 10. Şansölyesi oldu. Akşam saatlerinde Federal Meclis’te yemin eden ve yine hızlı bir şekilde ilk kabine oturumunu da düzenleyen Merz, tarihî bir yenilgiyi onarmaya çalışan telaşlı bir teknik direktör havasındaydı.
Seçimlerden Sonra Merz’in Almanya’da Azalan Popülaritesi
Merz’in telaşesinin haklı nedenleri olduğu açık. Zira Almanya’da gerçekleştirilen anketler Merz’in Alman toplumundaki popülerliğini büyük oranda kaybettiğini ortaya koyuyor. Son anketlerde “Almanya’da bu pazar seçim olsa hangi partiye oy verirdiniz?” sorusunun cevabı, yüzde 25 oranında CDU/CSU iken, aşırı sağcı Almanya için Alternatif Partisi (AfD) anketlerde yüzde 25 ile birinciliğe oynuyor. 23 Şubat 2025 tarihindeki Federal Seçimlerde yüzde 29 oranında oy alan Hristiyan Birlik için seçmen nezdindeki bu destek kaybı endişe verici.
Yine Seçimler Araştırma Grubu’nun yaptığı araştırmaya göre Merz, halkın yüzde 38’inde şansölye olarak kabul görürken, yüzde 56’lık bir oran Merz’in iyi bir şansölye olmayacağını düşünüyor. Bu durumda Merz’in Alman toplumunda hiç de iyi olmayan bir teveccüh oranıyla göreve başladığı söylenebilir. Büyük koalisyonun harekete geçmesi geciktikçe Merz’e yönelik güven ve sabırsızlık artıyor. Alman toplumu, hızlı bir şekilde tesis edilen koalisyonla birlikte somut adımlar görmeyi bekliyor.
Büyük Koalisyon Eylem Kabiliyetine Sahip Olacak mı?
Merz’in, dolayısıyla da büyük koalisyonun Alman toplumunun güvenini kazanmak için atlaması gereken hendekler ise oldukça çeşitli: Ukrayna’daki savaş hâlâ devam ediyor. Alman ekonomisi hâlâ dizlerinin üzerinde çökmüş ve en ufak bir rüzgarda bile öksürmeye hazır durumda. ABD Başkanı Donald Trump, Washington’dan kendi keyfine göre yeni dünya ve ekonomi düzenini dikte ediyor. Tüm bunlara ilaveten Almanya’da Anayasayı Koruma Dairesinin (Verfassungsschutz) “kesinlikle aşırı sağcı” olarak nitelendirdiği AfD, Federal Meclis’teki şansölye krizini ve büyük koalisyondaki çatlakları -hiç de gizlemeye gerek duymadığı bir pişkinlikle- ellerini ovuşturarak izliyor. Tüm bunlar “Almanya’nın son şansı” ve “demokrasi için kalemde kalan son mürekkep” gibi tanımlamalarla isimlendirilen büyük koalisyona yönelik baskıyı da artıran faktörler.
Bu baskı yalnızca iktidarı elde etmek için yürütülen siyasi bir mücadeleyle ilgili değil; toplumun tam ortasından neşet eden bir baskı ve odak noktasında, düzensiz göçle mücadele ve felçli Alman ekonomisini yeniden canlandırmak gibi gündemlere sahip.
Almanya’nın Yeni Kabinesi Sorunları Çözebilir mi?
Bu sorunları çözmek için oluşturulan yeni kabine kadrosu incelendiğinde ortaya çok da net olmayan bir tablo çıktığı açık. Friedrich Merz’in şansölyeliğindeki kabinede CDU ve SPD’den 7’şer isim var. Bavyera’da faaliyet gösteren ve Hristiyan Birlik ittifakının küçük üyesi olan Hristiyan Sosyal Birliği (CSU) ise kabineye üç isimle katılmış durumda.
Toplamda 17 isimden oluşan yeni kabinede Başbakan Yardımcısı ve Maliye Bakanı, SPD lideri Lars Klingbeil. Merz’ten sonra hükûmetin en güçlü ismi olan Klingbeil, Maliye Bakanlığı görevinin yanı sıra Federal Meclis Seçimlerinde tarihinin en kötü oy oranını alan SPD’nin Alman toplumundaki imajının düzelmesi gibi bir sorumluluğa da sahip olacak.
Geleneksel olarak sosyal demokrat politikaları temsil ettiği bilinen Klingbeil’in emek ve sosyal haklar gibi konuları önceleyeceği tahmin edilse de bu ajandanın muhafazakâr Hristiyan Birlik tarafından ne derece destekleneceği meçhul. Klingbeil ayrıca Almanya’da yeni hükûmet göreve gelmeden önce Federal Meclis’ten geçen devasa borçlanma paketinin altyapı ile ilgili olan kısmını da yöneteceği için önümüzdeki yıllarda Almanya’da başlaması beklenen büyük altyapı inşaatlarının da müsebbibi olacak.
Kabinenin Öne Çıkan İsimleri: Dobrindt, Reiche ve Pistorius
İçişleri Bakanlığı, Almanya’da geleneksel olarak daha muhafazakâr görüşleri temsil eden Bavyeralı CSU’dan Alexander Dobrindt tarafından üstlenmiş durumda. “Düzensiz göçü kısıtlamak” gündemini takip eden İçişleri Bakanlığının Dobrindt’in elinde Almanya’yı savunulacak bir kaleye dönüştüreceği kesin. “Law and Order” olarak bilinen, suçla daha sıkı mücadele, polisin yetkilerinin artırılması ve ceza yasalarının sıkılaştırılması gibi pozisyonları olan Dobrindt’in, Hristiyan Birliğin seçmene vadettiği güvenlik ve sıkı iltica politikasını hayata geçirmesi bekleniyor. Bu yönüyle Dobrindt, Hristiyan Birlik seçmenini göç konusunda hayal kırıklığına uğratmamak ve böylece AfD’yi iltica politikası üzerinden zayıflatmak gibi bir gölge gündeme de sahip olacak gibi görünüyor.
Ekonomi ve Enerji Bakanı olan Kathrina Reiche ise (CDU) Westenergie isimli enerji şirketinin yönetim kurulu başkanlığından kabineye giriş yaptı. Uzun süredir aktif siyasette olmayan Reiche, 2015 yılına kadar Federal Meclis’te bazı görevlerde bulunmuş, daha sonra özel sektöre geçmişti. Reiche’nin, Almanya’da önemli bir gündem maddesi olan “enerji dönüşümünü” düzeltmek istediği biliniyor.
Anketlere göre Almanya’nın en sevilen politikacılarından olan Boris Pistorius (SPD), Savunma Bakanlığını üstlendi. Özellikle Rusya tehdidi karşısında Almanya’nın “savaşabilir” durumda olmasını sağlama görevini üstlenen Pistorius, Rusya’nın Almanya’ya karşı hibrit bir savaş yürüttüğünü, Avrupa’nın kararlı olması gerektiğini ve Almanya’nın savunmaya daha fazla yatırım yapmasını savunuyor. Bu yönüyle yeni kabinenin bir “savaş kabinesi” olacağını söyleyen sesler de duyuluyor.
Alman Dış Politikasında Dönüm Noktası
60 yıl sonra ilk defa Almanya’da Dışişleri Bakanlığı’nın CDU’ya geçmesiyle Schleswig-Holstein’li politikacı Johann Wadephul, Almanya’nın ilkelere dayalı tutumdan giderek daha da uzaklaşan dış politikasını üstlendi.
Johann Wadephul’un bakanlık göreviyle ilgili yaptığı ilk açıklamalardan bir tanesi Ukrayna’yı destekleyeceği yönündeydi. “Sahnedeki herkes, özellikle de Wladimir Putin şunu bilsin ki, biz Ukrayna’nın yanında duracağız. Ukrayna’yı destekleyecek ve ona Rusya ile aynı göz hizasında durma imkânı sunacağız.” diyen Wadephul, özellikle Trump’ın değişen Ukrayna politikası karşısında Ukrayna’ya destek konusunda kararlı. Wadephul aynı zamanda Almanya’nın NATO’yu da destekleyeceğini, Avrupa’nın savunmasına daha fazla katkı sunulması gerektiğini belirtmişti.
Wadephul kendisinin selefi olan Yeşiller Partili Annalena Baerbock’un Ukrayna politikasını da “çok açık ve sert” olduğu gerekçesiyle takdir etmiş, bu tarz bir dış politikanın “bir Yeşiller politikacısından beklenmediği”ni söylemişti. Eski Dışişleri Bakanı Baerbock “feminist bir dış politika” iddiasındayken, Wadephul’un ağırlığını mevcut büyük çatışmalara yöneltmesi bekleniyor.
Bununla birlikte, Friedrich Merz’in bir “dış politika şansölyesi” olacağı da söylentiler arasında. Üç partiden oluşan önceki “Trafik Işığı Koalisyonu”nda Başbakan Olaf Scholz (SPD) ile Dışişleri Bakanı Baerbock (Yeşiller) arasında dış politika konusunda bariz uyuşmazlıklar olsa da Almanya’nın yeni dış politikasının Merz yönetiminde daha senkron olacağı tahmin ediliyor. Almanya’nın sınırda daha fazla göçmeni geri çevirme planından hareketle bir yanıyla özellikle Polonya gibi ülkelerle dış politika adımları atması zorunluluk. Bununla birlikte Merz’in dış politikada inşa etmek istediği kararlı ve Avrupa içinde uzlaşmacı tavrı, henüz şansölye seçilmeden önce tökezlemesiyle sarsılmış durumda.
“Trafik Işığı Koalisyonu” döneminde muhalefette olan Merz, Almanya’nın İsrail’e daha fazla destek olması gerektiğini belirtmişti. Şimdi Merz kendi yönetiminde, İsrail’in sözde savunma için ihtiyaç duyduğu, fakat Gazze’deki soykırımı mümkün kılan her türlü silahı Almanya’dan İsrail’e teslim edebilecek sinyaller veriyor. Merz Federal Meclis Seçimlerinden zaferle çıktığı akşam İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu tarafından aranmıştı. Sonrasında da Uluslararası Ceza Mahkemesinin (UCM) hakkında tutuklama kararı verdiği Netanyahu’nun Almanya’yı ziyaret edebileceğini söylemişti.
Yine Wadephul’un kabinenin oluşmasından bir hafta sonra İsrail’e ziyaret planlaması, İsrail Cumhurbaşkanı Herzog’un ise Almanya’ya önümüzdeki haftalardaki ziyaret planı, İsrail-Almanya ilişkilerinin Merz döneminde -Filistinlilerin yerle bir edilen haklarına ve soykırıma rağmen- geliştirileceğini ortaya koyuyor.
Özetle yeni kabine, bürokrasi içerisinde uyuşmuş bakanlar yerine siyaseten işleyen bakanlardan oluştuğu izlenimini verse de bu kabinenin başarısı yalnızca doğru ve etkili isimlerin seçimine bağlı değil. Merz güvendiği, uzun süredir bürokraside ve ekonomide olan insanları kendi kabinesine alsa da ne büyük koalisyon ne de deneyimli kabinesi ülkenin tüm sorunlarını çözecek iksire sahip değil. Uzun süre ekonomik sahada aktif olup şimdilerde Almanya’yı şahlandırması beklenen siyasilerin Almanya’yı ne kadar ileri taşıyabileceğini ise zaman gösterecek.