Araştırma: Almanya’da Siyahiler Kamusal Alandan Geri Çekilmeye Zorlanıyor
Yeni bir araştırma Almanya’da siyahi insanlara yönelik ırkçılığın gündelik hayatın parçası hâline geldiğini ve siyahilerin kamusal alandan geri çekilmeye zorlandığını belirtiyor. Çalışma, bu deneyimlerin siyahileri kamusal alandan geri çekilmeye zorladığını ve eşit yurttaşlık imkânlarını ciddi biçimde sınırladığını ortaya koyuyor.
Almanya’da yaşayan siyahi, Afro-Alman ve Afrika diasporasına mensup bireyler, hem dijital mecralarda hem de gündelik yaşamın fiziksel mekânlarında yaygın ve süreklilik gösteren ırkçı nefret söylemiyle karşı karşıya. Institut für Demokratie und Zivilgesellschaft (IDZ) tarafından, Avrupa Birliği destekli NETHATE araştırma ağı kapsamında yürütülen yeni bir çalışma, ırkçı nefret söyleminin Almanya’da siyahilerin gündelik deneyimlerinde istisnai bir durum değil, sıradan ve yapısal bir olgu hâline geldiğini ortaya koyuyor.
“Gündelik Hayatta Irkçı Nefret Söylemi: Almanya’da Siyahi Bireylerin Deneyimleri” başlıklı araştırma, Mart 2024’te 1.008 kişinin katılımıyla gerçekleştirilen nicel bir anket çalışmasına dayanıyor. Katılımcıların tamamı kendilerini siyahi, Afro-Alman ya da Afro-diasporik olarak tanımlayan, Almanya’nın tüm eyaletlerinde yaşayan 18 yaş üstü bireylerden oluşuyor. Bu yönüyle çalışma, Almanya’da siyahilerin deneyimlerini doğrudan merkeze alan nadir ve kapsamlı veri setlerinden biri olarak öne çıkıyor.
Araştırma Irkçı Nefret Söylemini Nasıl Tanımlıyor?
Araştırma, ırkçı nefret söylemini yalnızca açık hakaretler veya doğrudan tehditlerle sınırlı bir olgu olarak tanımlamıyor. Çalışmada, eleştirel ırkçılık literatüründe yaygın biçimde kullanılan Matsuda ve çalışma arkadaşlarının 1993 yılında yaptığı tanımlamayı esas alınıyor. Bu tanıma göre ırkçı nefret söylemi; tarihsel olarak baskı altına alınmış grupları hedef alan, bu grupları aşağılayan, insanlıktan çıkaran ve toplumsal eşitsizlikleri yeniden üreten mesajları kapsıyor. Bu yaklaşımda belirleyici olan, söylemi üretenin niyeti değil, söylemin hedef aldığı kişi ve topluluklar üzerindeki etkisi.
Araştırmacılar, bu çerçevenin Almanya bağlamında özellikle önemli olduğuna dikkat çekiyor. Zira ülkede ırkçılık çoğu zaman bireysel önyargılara indirgenirken, siyahilere yönelik nefret söyleminin tarihsel, yapısal ve kurumsal boyutları çoğunlukla görünmez kılınıyor.
Dijital Alanda Neredeyse Herkes Nefret Söylemiyle Karşılaşıyor
Araştırmanın en çarpıcı bulgularından biri, dijital ortamda ırkçı nefret söyleminin neredeyse herkesin maruz kaldığı bir deneyim hâline gelmiş olması. Sosyal medya kullanan katılımcıların yüzde 88 ila 91’i, siyahilere yönelik ırkçı nefret söylemi içeren paylaşımlarla daha önce karşılaştığını belirtiyor. Katılımcıların yüzde 36’sı ise bu tür içeriklerle “sık” ya da “çok sık” karşılaştığını ifade ediyor.
Araştırma, dijital alandaki ırkçı söylemin yalnızca siyahileri hedef almadığını; mülteciler, Müslümanlar ve “yabancılar” olarak tanımlanan gruplara yönelik nefret söylemiyle iç içe geçtiğini de gösteriyor. Katılımcıların yüzde 46’sı sosyal medyada mültecilere yönelik ırkçı nefret söylemini sık ya da çok sık gördüğünü belirtirken, bu oran Müslümanlar ve “yabancılar” için yüzde 43 düzeyinde ölçülüyor. Bu gruplara yönelik ırkçı içeriklerle hiç karşılaşmadığını söyleyenlerin oranı ise yalnızca yüzde 9 ila 12 arasında.
Araştırmacılara göre bu veriler, dijital alanda çok katmanlı ve kesişen bir dışlama pratiğinin hâkim olduğunu; siyahilere yönelik nefret söyleminin çoğu zaman diğer marjinalleştirilmiş gruplara yönelen ırkçı söylemlerle birlikte dolaşıma girdiğini ortaya koyuyor.
Araştırma, siyahilerin yalnızca tanık olmadığını, doğrudan hedef hâline geldiğini de gösteriyor. Katılımcıların üçte ikisi sosyal medyada kişisel olarak ırkçı hakaretlere maruz kaldığını belirtirken, dörtte birinden fazlası bu tür saldırıları sık ya da çok sık yaşadığını ifade ediyor. Yüzde 60’lık bir kesim çevrimiçi ortamda ırkçı tehdit aldığını, yüzde 29’u ise bu tehditlerin düzenli biçimde tekrarlandığını söylüyor.
Nefret Söyleminin Kaynağı Sadece Aşırı Sağcı Kişi ve Gruplar Değil
Araştırma, ırkçı nefret söyleminin kaynağına ilişkin yaygın kabulleri de sorguluyor. Katılımcıların yüzde 43’ü nefret söyleminin sıkça tanımadıkları kişilerden geldiğini belirtirken, yüzde 29’u bunun kendi özel çevrelerinden kaynaklandığını ifade ediyor. İş ve eğitim ortamlarında karşılaşılan nefret söylemi oranı ise yüzde 30.
Daha dikkat çekici olan ise kurumsal aktörlerin rolü. Katılımcıların yüzde 36’sı siyasi parti ya da örgütlere ait sosyal medya hesaplarından ırkçı nefret söylemiyle sıkça karşılaştığını bildiriyor. Yüzde 34’lük bir kesim, politikacılar veya kamuoyunda tanınan kişiler tarafından yayılan nefret söylemine maruz kaldığını belirtirken; yüzde 20’si polis ya da askerî personelden gelen ırkçı ifadeleri sık gördüğünü söylüyor.
Araştırmacılar, bu bulguların ırkçı nefret söyleminin “marjinal” aktörlerle sınırlı olmadığını, toplumsal merkezde yer alan ve kurumsal güç sahibi aktörler tarafından da yeniden üretildiğini gösterdiğini vurguluyor.
Gündelik Hayatta Irkçılığın Daha Yaygın Olduğu Mekânlar
Çalışma, ırkçı nefret söyleminin dijital alanla sınırlı kalmadığını; kamusal ve özel yaşamın hemen her alanında karşılık bulduğunu ortaya koyuyor. Katılımcıların yüzde 23’ü sokakta, yüzde 31’i toplu taşımada, yüzde 20’si mağaza ve restoranlarda sık sık ırkçı hakarete uğradığını bildiriyor. Spor faaliyetleri gibi özel alanlarda bu oran yüzde 27’ye ulaşıyor.
Kurumsal alanlarda da tablo benzer. Eğitim kurumlarında ve işyerlerinde katılımcıların yüzde 27’si, kamu dairelerinde yüzde 26’sı, polis ve güvenlik güçleriyle etkileşimlerde ise yüzde 27’si sık ya da çok sık ırkçı hakaret yaşadığını ifade ediyor. Araştırmacılar, bu verilerin Almanya’da anti-siyah ırkçılığın bireysel tutumlarla açıklanamayacağını; yapısal ve kurumsal boyutlarıyla ele alınması gerektiğini gösterdiğini belirtiyor.
Irkçılığa Maruz Kalan Siyahiler Sosyal Hayattan Geri Çekiliyor
Araştırma, ırkçı nefret söyleminin bireylerin davranışları üzerindeki etkilerini de inceliyor. Buna göre ırkçı nefret söyleminin etkileri yalnızca anlık deneyimlerle sınırlı kalmıyor. Katılımcıların önemli bir bölümü, yaşadıkları deneyimler nedeniyle kaçınma davranışları geliştirdiğini belirtiyor. Her dört katılımcıdan biri, belirli mekânlardan, etkinliklerden ya da toplu taşımadan sıkça kaçındığını söylüyor. Yüzde 23’lük bir kesim, geceleri dışarı çıkmaktan kaçındığını ifade ederken; yüzde 26’sı belirli mahalleleri, sokakları veya şehirleri bilinçli olarak kullanmadığını belirtiyor.
Araştırma raporunda, bu tür kaçınma davranışlarının bireysel düzeyde bir korunma mekanizması olsa da uzun vadede toplumsal katılımı ve eşit yurttaşlık imkanlarını ciddi biçimde sınırlandırdığına dikkat çekiliyor. Raporda, “Irkçı nefret söylemi, siyahileri kamusal alandan geri çekilmeye zorlayarak yapısal ırkçılığı yeniden üretiyor” ifadesi yer alıyor.
“Nefret Söylemi Buzdağının Sadece Görünen Kısmı”
Araştırmanın temel vurgularından biri, nefret söyleminin anti-siyah ırkçılığın yalnızca “buzdağının görünen kısmı” olduğu yönünde. Rapor, gündelik mikro saldırıların, kurumsal ayrımcılığın ve tarihsel eşitsizliklerin bu söylemi besleyen daha geniş bir bağlamın parçası olduğunu hatırlatıyor.
Araştırmacılar, ırkçılığın niyet üzerinden değil, etkileri üzerinden değerlendirilmesi gerektiğini vurguluyor. Çalışmada yer alan ifadeyle, “Irkçı bir söylemin zararı, failin niyetinden bağımsız olarak, maruz kalan kişi ve topluluk üzerindeki etkisiyle ölçülmelidir.”
Mağduriyetin Ötesinde: Direniş ve Karşı Koyma
Araştırma, yalnızca maruz kalınan deneyimleri değil, siyahilerin geliştirdiği karşı koyma pratiklerini de görünür kılıyor. Katılımcıların önemli bir bölümü, dijital ortamda ırkçı içerikleri bildirdiğini, karşı söylem ürettiğini ya da ırkçılık karşıtı çalışmalara gönüllü ya da profesyonel olarak katıldığını belirtiyor. Yaklaşık üçte biri, ırkçılık karşıtı ve politik eğitim alanında aktif biçimde yer aldığını ifade ediyor.
Araştırmacılar, bu görünmez emeğin yalnızca siyah topluluklar için değil, demokratik toplumun bütünü için taşıdığı öneme dikkat çekiyor.
Araştırmaya Göre Irkçılıkla Mücadele Hem Siyaset Hem de Toplum İçin Bir Yükümlülük
Çalışmanın sonunda, ırkçı nefret söylemiyle mücadeleye ilişkin somut politika önerilerine yer veriliyor. Bunlar arasında; ırkçılık karşıtı politik eğitimin güçlendirilmesi, sosyal medya platformlarında bildirilen içeriklere yönelik yaptırımların tutarlı biçimde uygulanması, bağımsız ve uzmanlaşmış şikâyet mekanizmalarının yaygınlaştırılması, medyada siyahilere dair temsillerin eleştirel biçimde gözden geçirilmesi ve siyah toplulukların öz örgütlenmelerinin kalıcı olarak desteklenmesi yer alıyor.
IDZ’in bilimsel direktörü Axel Salheiser, ırkçılıkla mücadelenin yalnızca etkilenen grupların sorumluluğuna bırakılamayacağını vurguluyor. Salheiser’e göre bu mücadele, siyasal düzeyde desteklenen ve toplumsal olarak paylaşılan ortak bir yanıt gerektiriyor. Beyaz çoğunluğun aktif katılımı olmaksızın, siyahilerin ırkçı saldırılar karşısında yalnız bırakılmaya devam edeceği uyarısında bulunuyor.
Araştırma, siyahilere yönelik ırkçı nefret söyleminin görünür kılınmasının ve yapısal düzeyde ele alınmasının, yalnızca etkilenen topluluklar için değil, Almanya’da demokratik ve kapsayıcı bir toplumun geleceği açısından da belirleyici bir öneme sahip olduğunu ortaya koyuyor. (P)