Mizah, Polemik ve Pragmatizm Arasında: CSU Lideri Markus Söder Kimdir?
Bavyera Başbakanı Markus Söder, değişken üslubu, sert ama pragmatik siyaseti ve medya ustalığıyla Almanya’nın en renkli ve tartışmalı muhafazakâr figürlerinden biri. CSU lideri, krizlerde sergilediği soğukkanlı yönetim ve ideolojik dönüşüm kabiliyetiyle “Bavyera’nın bukalemunu” olarak da anılıyor.

“İtalya’nın mafyası varsa, bizim de CSU’muz var!” Markus Söder bu cümleyi Eylül 2025’te Münih’teki bir resepsiyonda İtalya Başkonsolosu’na şakayla karışık söylediğinde, misafirlerin kahkahaları ile birlikte bir sessizlik de yükselmişti. Bu söz, Bavyera’nın köklü ve güçlü partisinin sert mizacını ima ederken, Söder’in tarzını da özetliyordu: Provokatif, esprili, medyatik ve kendi sesini duyurmakta kararlı.
Bavyera Başbakanı ve Hristiyan Sosyal Birliği (CSU) lideri Söder, Alman siyasetinde yalnızca sert göç söylemleri ve muhafazakâr değer vurgusuyla değil, aynı zamanda şaşırtıcı mizah anlayışı ve pragmatik hamleleriyle de öne çıkan bir figür. Bugün Almanya’nın en çok konuşulan siyasetçilerinden biri olan Söder, kimileri için hırslı bir Bavyera populisti, kimileri içinse değişken çağın pragmatik lideri.
Bu portre, Söder’i ideolojik esnekliği, medya gücü ve kriz yönetimiyle Alman muhafazakârlığının yeniden biçimlenmesinde belirleyici bir aktör olarak ele alıyor.
Medyadan Gelen Markus Söder’in Kısa Öz Geçmişi
5 Ocak 1967’de Nürnberg’de doğan Markus Söder, Erlangen-Nürnberg Üniversitesi’nde hukuk öğrenimi gördü, CSU’nun federal ortağı Hristiyan Demokrat Birliği’ne (CDU) yakın bir vakıf olan Konrad-Adenauer-Stiftung’un bursiyeri olarak akademik çalışmalarını sürdürdü ve 1998’de FAU Erlangen-Nürnberg’de hukuk doktorasını tamamladı. 1992 ve 1993 yıllarında Bayerischer Rundfunk’ta (kamu yayıncısı ARD’nin Bavyera eyaletindeki kanalı) gazetecilik stajı yapıp editör olarak çalıştı; bu deneyim Söder için ileride geliştireceği “medienwirksam” (medya etkisi yüksek) siyaset tarzının bir laboratuvarı niteliğinde oldu.
Söder 1983’te CSU ve gençlik kolu Junge Union’a üye oldu, 1994’te Bavyera Eyalet Meclisine seçildi. 1995-2003 arasında Junge Union Bayern’in başkanlığını yürütürken parti içindeki yükselişini hızlandırdı. 2000-2011 arasında partinin iletişim stratejisinin tonunu doğrudan belirleyen bir görev olan CSU Medya Komisyonu Başkanlığını üstlendi. 2003’te Edmund Stoiber tarafından CSU Genel Sekreterliği’ne getirilmesi ona hem parti vitrininde yer açtı hem de rakipleriyle erken bir rekabet başlattı.
2007-2008’de eyaletin Avrupa İşleri Bakanı, 2008-2011’de Çevre ve Sağlık Bakanı, 2011-2013’te Maliye Bakanı, 2013-2018 arası da Maliye, Bölgesel Kalkınma ve Yurt Bakanı olarak görev yaptı. 16 Mart 2018’de aylar süren taht kavgalarının ardından Horst Seehofer’in yerine Bavyera Başbakanı oldu; 2019’da da CSU Genel Başkanlığına seçildi. Böylece hem daha özgül bir kimliğe sahip olduğunu iddia eden bu eyaletin lideri hem de Alman sağının kilit aktörlerinden biri hâline geldi.
İdeolojik Esneklik ve Pragmatik Dönüşümleriyle Markus Söder
Söder’in kariyeri, katı doktrinlerden çok pratik akılla yol alan bir siyasetçisinin hikâyesi olarak özetlenebilir. Gençlik yıllarında Hristiyan muhafazakâr değerleri ön planda tutan bir “kültür savaşçısı” sahneye çıkmıştı. Ancak siyaset sahnesinde hızla yükseldikçe tonunu değiştirdi. 2015’teki mülteci krizinde “Paris’teki saldırılar her şeyi değiştirir,” diyerek sert bir göç karşıtı çizgi benimsedi; buna karşı gelen tepkiler, Söder’in imajını uzun süre belirledi. 2018 seçimlerinde CSU’nun oy kaybı ve Yeşiller’in yükselişi onu yeniden konumlanmaya zorladı.
Sonrasında, ağaç dikme kampanyalarından iklim politikalarına kadar çevreci bir dil benimsedi. 2019’da parti kongresinde “Yeşil politika bizim de sorumluluğumuz” dedi. Bu U dönüşü, ona hem “bukalemun” hem “oportünist” etiketlerini kazandırdı. Kendisi ise bu eleştirileri soğukkanlı bir edayla karşılamaya çalıştı: Bunların siyasette esen rüzgârlara göre yön almak değil, toplumun ihtiyacını okumak adına atılmış adımlar olarak tanımladı.
Bu esneklik, CSU’yu merkez sağ ile popülist sağ arasındaki dar hatta yerleştirmesini sağladı. Köklü bir partinin başındaki popülist söylemlere sahip bir lider olarak kendisine bir denge noktası edindirmesini sağladı.
Enerji ve Ekonomi Politikaları: Pragmatizmin Sınırları
Bavyera, yenilenebilir enerji dönüşümünde (“Energiewende”) Almanya’nın en zorlayıcı eyaletlerinden biri. Nükleer santrallerin kapanması ve güneş-rüzgâr enerjisindeki üretim kapasitesinin yetersizliği eyaleti enerji açığının sınırına getirdi. Söder, bu krizde çevrecilerden ziyade sanayi lobisinin sözcüsü oldu.
2025 baharında endüstrinin altyapı eksikliği yaşadığı ve büyüyemediği tartışmalarının üzerine, elektrik hatlarının ivme kazanmak adına daha uzun bekleme süreleri olan yer altına değil, çok daha hızlı uygulanılabilir olduğu için yer üstünden çekilmesi gerektiğini savunarak Federal Hükûmet’in planlarına karşı çıktı: “Yatırımlar için gereken izinleri çıkarma süresi, Almanya’nın rekabetini bitiriyor. Önce ekonomi nefes almalı.”
Bu yaklaşım, büyük sanayi bölgeleri ve enerji şirketlerinden (Bayernwerk, Siemens Energy vb.) destek gördü. Söder ayrıca şebeke bağlantılarında sanayiye öncelik tanınmasını savundu: Bu tutum, Yeşiller ve SPD tarafından “iklim hedeflerine aykırı ekonomik popülizm” olarak eleştirildi.
Öte yandan Söder, Bavyera’nın hidrojen altyapısına ve Alpine güneş enerjisi projelerine yatırımlar yaparak kendisini “yeşil reel politikacı” olarak konumladı. Kısa vadede sanayiyi koruyup, uzun vadede enerji bağımsızlığı hedefleyen bir stratejiyle “Bavyera modeli” terimini dolaşıma soktu.
Bu politikalar, Söder’in ekonomi ve çevre arasındaki dengeyi pragmatizm üzerinden kurduğunu ve “ideolojik değil, teknokratik muhafazakârlık” yürüttüğünü gösteriyor.
Pandemi Dönemi: Krizden Yükselen Lider
Koronavirüs pandemisi, Söder’in ulusal ölçekte parladığı dönemdi. Bavyera, 16 Mart 2020’de katastrof hali (Katastrophenfall) ilan eden ilk eyalet oldu. 20 Mart’tan itibaren sokağa çıkma kısıtlamaları başladı; maskeler ve test merkezleri zorunlu hale geldi. Bu önlemler başta sert bulunsa da Bavyera’da vaka sayısının ilk dalgada diğer eyaletlere göre daha düşük seyretmesi Söder’in elini güçlendirdi.
2020 sonbaharında ARD’nin yaptığı DeutschlandTrend anketine katılanların yüzde 77’si Söder’in “krizi anında başarılı” bulduğunu söyledi. Bu oran, Angela Merkel’in bile önüne geçti. Bazı basın organları, Söder’i “Merkel’in gerçek veliahdı” olarak anmaya başladı. Ancak uzayan kısıtlamalar ve ekonomik kayıplar, 2021’de Söder’in verilen destek oranlarını yüzde 55’e çekti. Söder buna rağmen “önce sağlık, sonra ekonomi” tutumundan vazgeçmedi.
Bu dönem, onun liderlik algısını yeniden biçimlendirdi: Kararlı, düzenli, teknik kararlara dayanan bir “devlet adamı” profili. Koronavirüs salgınına cevap vermedeki yaklaşım biçimi, Söder’e popülizmin ötesinde kurumsal bir ağırlık kazandırdı.
Söder’in Kimlik Siyaseti: Göç ve İslam Tutumu
Markus Söder’in İslam ve göç konusundaki tutumu, siyasal konjonktüre paralel biçimde yıllar içinde değişti. 2012’de Nürnberg’de bir Türk derneğinde yaptığı konuşmada “İslam, Bavyera’nın ayrılmaz bir parçasıdır,” diyerek kapsayıcı bir ton benimsediğinde salondan büyük alkış almıştı. Ancak birkaç yıl sonra, 2015’teki Paris saldırılarının ardından güvenlik ve kimlik söylemini sertleştirdi; “Kontrolsüz göç ulusal güvenliği tehdit ediyor,” ifadesi, o dönem Almanya genelinde yükselen korku atmosferinin yerel bir yansımasıydı. Başbakanlık döneminde ise bu sertliği kısmen yumuşattı: 2018’den itibaren entegrasyon ve uyum vurgusunu öne çıkarırken, Bavyera’nın kültürel sembollerine bağlılığını korudu. Aynı yıl eyalet kurumlarına haç asma zorunluluğu getirdiğinde “Haç bir dinî sembol değil, Bavyera’nın kültürel mührüdür,” diyerek kimlik siyasetiyle kültürel aidiyet arasındaki çizgiyi kendi lehine yeniden tanımladı.
Farklı zamanlarda “Almanya’da elbette din özgürlüğü var, fakat bu ülkenin temeli Yahudi-Hristiyan medeniyetine ve hümanist değerlere dayanır,” sözlerini tekrarlayan Söder, böylece kendisini ne radikal laisizm ne de tutucu dindarlık kampına koymadan, “kültürel kimliğe dayalı muhafazakârlık” ekseninde konumlandırdı. Bu yaklaşım, Hristiyan referansları korurken İslam’ı da Almanya’nın kalıcı bir toplumsal gerçekliği olarak kabul eden, ancak bu kabulü kültürel çerçeveyle sınırlı tutan bir anlayışa dayanıyor. Söder’in çizgisi bu yönüyle, dini değil kültürel aidiyeti merkeze alan bir muhafazakârlığın Bavyera versiyonu olarak öne çıkıyor.
CDU/CSU İlişkileri ve Adaylık Mücadelesi
2021 yılındaki Federal Meclis Seçimleri, Markus Söder’in Berlin’e en çok yaklaştığı andı. Angela Merkel’in siyasetten çekilmesiyle Hristiyan Birlik (CDU/CSU) partileri yeni şansölye adayını belirlemek zorundaydı. Kamuoyu yoklamalarında açık ara önde olmasına rağmen, CDU yönetimi kendi genel başkanı Armin Laschet’i aday gösterdi. 46 üyeli üst kurulda Laschet 31, Söder 9 oy aldı. Söder kararı “önce birlik” diyerek olgunlukla karşıladı, ancak süreç partinin iç dengelerinde derin bir kırılma yarattı. Kampanya sürecinde Laschet, hataları ve iletişim zayıflıkları nedeniyle, Söder’in gölgesinde kaldı; CDU/CSU ittifakı tarihinin en düşük oy oranıyla SPD’ye geçildi.
Seçim gecesi “acı ama öğretici bir sonuç” diyen Söder, görünürde sükûnetini korudu, fakat bu tablo Merkel olmadan yol yürüyecek olan Hristiyan Birlik safhlarında liderlik tartışmalarını yeniden başlattı. 2022’de CDU başkanlığını devralan Friedrich Merz, ideolojik olarak daha sert bir çizgi izlemeye başladı. Söder ise bu dönemde “Bavyera realizmi” olarak tanımladığı pratik siyaset tarzıyla Merz’e dolaylı bir denge unsuru oluşturdu. Zaman zaman yaptığı iğneleyici çıkışlar dikkat çekti: “Krizleri yönetmek Berlin’de öğretilmez, yaşanarak öğrenilir,” ya da “Bavyera’da başarı konuşur, Berlin’de planlar” sözleri, doğrudan Merz’e yönelik olmasa da parti içi rekabetin devam ettiğini gösteriyordu.
Buna rağmen Söder stratejik temkini elden bırakmadı. Eylül 2024’te Hristiyan Birlik partileri, 2025 seçimleri için Friedrich Merz’in şansölye adaylığında uzlaşırken Söder, “tam destek” açıklaması yaparak kurumsal istikrarın altını çizdi. Bu açıklama, geçmişteki rekabeti görünürde kapatsa da iki lider arasındaki mesafenin bütünüyle ortadan kalktığı anlamına gelmiyordu. Söder, bu dönemde Bavyera’daki gücünü korurken federal düzeyde de kendini vazgeçilmez bir aktör olarak kurgulamayı sürdürdü.
AfD ve Hür Seçmenler Partilerine Karşı Tavrı
CSU’nun daha sağında kalan partiler, Söder’in siyasi dengelerini sürekli zorladı. Aşırı sağ parti Almanya İçin Alternatif’in (AfD) yükselişi, Franz Josef Strauß’un doktrinini yeniden gündeme getirdi: “Birlik’in (CDU/CSU) sağında demokratik bir güç yeşermemeli.” Söder bu doktrini harfiyen uyguluyor; AfD’ye karşı net bir siyasi tecrit (Brandmauer – güvenlik duvarı) uyguluyor.2023’te CDU lideri Merz’in “yerel düzeyde AfD ile iş birliği yapılabilir” sözlerine “CSU hiçbir düzeyde AfD ile çalışmaz” yanıtını vererek bu sınırı yeniden çizdi.
Bavyera’da ise gerçek rekabet, Freie Wähler (Hür Seçmenler) ile yaşanıyor. 2018’den beri onlarla koalisyon ortaklığı yürüten Söder, 2023’te liderleri Hubert Aiwanger’ın gençlik yıllarına ait antisemitik bir bildiri skandalına rağmen koalisyonu bozmadı ve kararını bu sözlerle açıkladı: “Bu kadar yıl öncesinin hatası için devleti sarsmak ölçüsüz olur.”
Bu karar “ilke mi, istikrar mı?” sorusunu gündeme getirdi. Eleştirmenlere göre Söder, koltuğunu korumak için ahlaki sınırları esnetmişti; destekçilerine göre ise Bavyera’da siyasal istikrarı korumuştu. Sonuçta CSU yine birinci parti çıktı, Aiwanger koltuğunu korudu, koalisyon devam etti.
Bu süreç Söder’in tipik siyaset tarzını açığa çıkarmıştı: İlkesel sertlik ile pratik esneklik arasında, tam karar anında soğukkanlı kalabilen bir güç siyasetçisi. AfD’ye “asla” derken, Freie Wähler’e “mecburen evet” diyebilen bu pragmatizm, onu hem eleştirilerin hedefi hem de takdir toplayan bir siyasetçi hâline getirdi.
Söder’in Kamuoyuyla İlişki Kurma Tarzı ve Medya Stratejisi
Markus Söder, çağdaş Alman siyasetinde medyanın imkânlarını en etkin biçimde kullanan figürlerden biri. Medya kökeni, ona gündem belirleme konusunda erken refleksler kazandırdı. Bugün Söder kamuoyunda yalnızca bir politikacı değil, aynı zamanda kültürel bir referans noktası olarak da algılanıyor.
Her yıl düzenlenen Fastnacht in Franken karnavalında Shrek, Elvis Presley veya “Bavyera kabile reisi” gibi kostümlerle sahneye çıkması, mizahın onun siyaset dilinde oynadığı rolü gösteriyor. 2015’te Gandhi kılığına girip yüzünü koyu renge boyaması, siyahi insanları karikatürze etmesi itibarıyla “Blackface” eleştirilerine yol açsa da, Söder bu tür kamu performanslarından vazgeçmedi.
Dijital alanda da benzer bir görünürlük politikası izliyor. Instagram’da aile yaşamına dair paylaşımlar, X’te (eski adıyla Twitter) ise daha keskin siyasi mesajlar kullanarak farklı seçmen gruplarına sesleniyor. 2024 yazında paylaştığı, döner tezgâhı başında bıçak tutarken çekilmiş fotoğrafı, bu “yakınlık siyaseti”nin sembolüne dönüştü. Dönerin Türkiye’nin talep ettiği şartlara göre tescil edilmesi ihtimali nedeniyle “Söder Kebab” markasını tescil ettirmesi, kimi çevrelerde “halkla temasın” bir göstergesi olarak görülürken, kimilerine göre bir eyalet başbakanının siyasal ciddiyetini aşındıran popüler kültür jestiydi. Alman basını bu olayı “siyasetin dönerle buluştuğu an” şeklinde tanımladı.
Bu tür adımlar, Söder’in kamuoyu önündeki görünürlüğünü artırma yönelimini yansıtıyor. Mizahı ve gündelik dili, seçmenle mesafesini azaltmanın aracı olarak kullanıyor. Bavyera medyasında kimi yorumcular bu tarzı “selfie demokrasisi” (Selbstinszenierungs Politik) olarak nitelendiriyor. Kriz anlarında hızlı biçimde kameraların karşısına çıkması ise onun iletişim anlayışının kontrollü bir unsuru olarak görülüyor.
Söder’in söylemleri genellikle sade ve slogan temelli: “Tedbir takımı”, “Heimat 4.0” ya da “Bavyera modeli” gibi ifadeler karmaşık politika alanlarını birkaç kelimeyle özetleme eğilimini gösteriyor. Bu yönüyle Söder, kamuoyu siyasetiyle popüler kültürü kesiştiren bir muhafazakârlığın temsilcisi; sert konularda disiplinli, gündelik hayatta ise mizahı araçsallaştıran bir figür.
CDU ile İlişkisi ve Federal Siyasetteki Rolü
2025 seçimlerinin ardından CDU/CSU ittifakı, dört yıllık aranın ardından yeniden hükûmet sorumluluğunu üstlendi. Birlik partileri bu kez SPD ile koalisyon kurarak Almanya siyasetinde yeni bir denge dönemi başlattı. Markus Söder, hem bu dönüşün hazırlık sürecinde hem de hükûmetin oluşumunda belirleyici isimlerden biri olarak öne çıktı. Bavyera’daki konumunu korurken federal düzeyde de Birlik’in stratejik yönünü etkileyen aktörlerden biri haline geldi.
Seçim kampanyasında Söder, CDU lideri Friedrich Merz’e açık destek vererek “Birlik içinde birlik” mesajını öne çıkarmıştı. Kampanya boyunca merkez sağın tonunu yumuşatan, aşırı sağa karşı mesafeyi netleştiren çıkışları hem kamuoyunda hem parti içinde dikkat çekti. Seçim sonrası koalisyon görüşmelerinde de benzer bir rol oynayarak, CDU’nun ekonomik rasyonalizmiyle CSU’nun kimlik merkezli siyasetini uzlaştıran bir çizgi izledi.
Günümüzde Söder, yalnızca Bavyera’nın değil, Alman siyasetindeki muhafazakâr kesimlerin de yönünü belirleyen bir figür olarak tanımlanıyor. CDU’nun teknik yönelimleriyle CSU’nun kültürel siyaseti arasında kurduğu denge, Birlik partilerinin yeniden merkezde konumlanmasını sağladı. Berlin’de artık bir “Bavyera sesi” daha net duyuluyor ama bu ses, geleneksel bölgesel iddiadan çok, ulusal muhafazakârlığın yeni tonunu temsil ediyor.
Söder, koalisyonun ilk aylarında Merz’le birlikte uyumlu bir profil çizse de, kamuoyunda hâlâ “geleceğin olası şansölyesi” olarak anılmaya devam ediyor. Bu imajı ne açıkça besliyor ne de reddediyor; görevini Bavyera’yı yönetmek olarak tanımlarken, Federal Almanya Cumhuriyeti’nin geleceğinde de yön verici bir figür olmayı sürdürüyor. Bu ikili konum, onun siyasi varlığını tanımlayan en belirgin dengeyi oluşturuyor.
Bavyera’da Farklı, Federal Düzeyde Farklı Davranan Bir Siyasetçi Olarak Söder
Markus Söder bugün Alman muhafazakârlığının iki yönlü işleyen dinamiğini temsil ediyor. Bir yanda Bavyera odağıyla uyguladığı kimlik siyaseti bulunuyor: Haçın kamusal alandaki görünürlüğü, Heimat kavramının yeniden canlandırılması, kültürel muhafazakârlığın sembolik temsili. Diğer yanda ise Berlin’e dönük pragmatik yönetim anlayışı bulunuyor: Sanayiye öncelik, kriz dönemlerinde teknik çözümler, çevre politikasında esnek adımlar.
Destekçileri onu “krizlerde serinkanlı, yönetimde kararlı” bir figür olarak tanımlarken, eleştirmenleri “rüzgâra göre yön değiştiren bir taktisyen” olarak görüyor. Ancak her iki yaklaşım da aynı noktada birleşiyor: CSU’nun bugünkü gücü ya da Hristiyan Birlik partilerinin gelecekte alacağı istikametin ne olacağı tartışılırken Markus Söder’i dışarıda bırakan bir denklem kalmadı.
Söder, siyasette sadece kendi şahsiyetiyle değil, aynı zamanda ve daha ziyade bir yöntem ile öne çıktı: Pragmatik muhafazakârlığın Almanya’daki etkili formu olarak arzıendam ediyor. Kendi eyaletinde CSU’nun iktidar geleneğini sürdürürken, federal düzeyde de Birlik partilerinin yönelimlerini yakından izliyor ve bunları zaman zaman şekillendiriyor.
Şu ana kadar gösterdiği krizlerden güçlenerek çıkma refleksi, Söder’i gelecekteki olası şansölye adaylarından biri olarak ön planda tutuyor. Fakat Söder şimdilik “önce Bavyera” diyerek federal siyasetle arasındaki mesafeyi koruyor.





