İsrail Hükûmeti Ateşkesi Sürdürebilir mi, Gerçekten Sürdürmek İstiyor mu?
Aşırı sağla kurduğu ittifak, savaş söylemini sürdürme ısrarı ve kendi siyasi hesapları, ateşkesin önündeki en büyük engel olarak bizzat Netanyahu’yu işaret ediyor. İsrail’in ateşkesi hem sürdürebileceğine hem de sürdürmek istediğine dair ciddi kuşkular buradan kaynaklanıyor.

İsrail’in Ekim 2023’te Gazze’ye yönelik başlattığı ve tarihte eşi benzeri görülmemiş bir yıkıma yol açan soykırım niteliğindeki savaş, Şarm El Şeyh’te imzalanan ateşkesle birlikte fiilen durdurulmuş olsa da kırılganlığını koruyor. Netanyahu istemese de, ABD Başkanı Donald Trump’ın arabuluculuğunda hazırlanan 20 maddelik “Barış Planı”, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından “sürdürülebilir barış için kritik bir eşik” olarak nitelendirilerek uluslararası hukuka tabi bir karara dönüştürüldü. Plan; İsrail’in Gazze’den kademeli çekilmesini, insani yardımların engelsiz biçimde bölgeye girişini, uluslararası bir “yönetim organı” denetiminde geçiş yönetiminin kurulmasını ve esir takasının başlatılmasını öngörüyor. Ancak herkesin aklındaki temel soru varlığını koruyor: Radikalleşen İsrail siyaseti, Netanyahu’nun irrasyonelleşen yaklaşımı ve mevcut hükûmetin ideolojik yönelimi bu ateşkesi sürdürebilecek bir kapasiteye sahip mi?
Bu soruya güçlü bir “evet” cevabı vermek zor. Zira 7 Ekim sonrasında İsrail’de giderek sertleşen sağ popülist söylem ve pratikler, hem siyasal ortamı aşırı sağa itmiş hem de hükûmetin Gazze politikasını çözümsüz ve tehlikeli bir noktaya sürüklemiş durumda.
İsrail İç Siyaseti ve Koalisyonun Radikalleşen Yapısı
Netanyahu, Aralık 2022’de 37. İsrail hükûmetini kurarken Likud’un görece merkez-sağ çizgisini, Bezalel Smotrich liderliğindeki Dinî Siyonizm ittifakı ve Itamar Ben-Gvir’in Otzma Yehudit Partisi gibi aşırı sağcı oluşumlarla bir ittifak altında birleştirdi. Ultra-Ortodoks partilerin de yer aldığı bu yapı, İsrail tarihinin “en aşırı sağcı ve dinî” hükûmeti olarak nitelendirildi ve Knesset’te 64 sandalye ile iktidara geldi. Savaş sürecinde koalisyon desteği 68 sandalyeye kadar çıkmış olsa da ideolojik denge sağ blok içinde daha keskin bir yönelime oturdu: Likud’un pragmatizmi, dinî milliyetçi partilerin maksimalist hedefleriyle iç içe geçti.
Savaş sürecinde ise bu sayı 68 sandalyeye kadar yükseldi. Koalisyon içindeki partilerin ideolojik yelpazesi oldukça geniş olsa da neredeyse hepsi sağ blok içinde konumlanıyor: Likud’un görece merkez-sağ pragmatizmi, aşırı milliyetçi ve dinî siyonist partilerin maksimalist gündemleriyle iç içe geçmiş durumda.
Bu yapıda özellikle Gazze savaşı ve ateşkesin geleceği konusundaki kırmızı çizgiler ciddi ayrışmalara yol açıyor. Smotrich ve Ben-Gvir, Hamas ile herhangi bir ateşkese kategorik biçimde karşı olduklarını defalarca ilan ettiler. İki isim, “tam zafer sağlanana kadar savaşın sürmesi”, “Hamas’ın mutlak tasfiyesi” ve “taktiksel mola niteliğindeki anlaşmaların reddi” gibi talepleri koalisyonun ön şartı hâline getirdi ve defalarca vurguladı. Ateşkesi ulusal güvenliğe tehdit olarak çerçeveleyerek, onaylanması hâlinde hükûmetten çekilme tehdidinde bulundular.
Maliye Bakanı Smotrich, “İsrailli askerlerin kanıyla kazanılan zaferler karşı tarafa teslim ediliyor” diyerek anlaşmaya karşı çıkarken, “işgal (Gazze operasyonu) tam zafer elde edilene kadar sürmeli, aksi takdirde koalisyondan ayrılırız” ifadelerini kullandı. Ulusal Güvenlik Bakanı Ben-Gvir ise olası ateşkese tek başına engel olamayacağını, Netanyahu’nun anlaşmayı onaylaması hâlinde partisinin derhal hükûmetten çekileceğini duyurdu.
Söz konusu iki radikal isim kendi başlarına büyük bir anlam ifade etmese de Netenyahu’yu giderek zorlayan bir dinamiğe dönüşebilir. Zira Smotrich ve Ben-Gvir’in liderliğindeki aşırı sağ blok, koalisyonun sayısal küçük ama siyasi olarak en baskın unsuru hâline gelmiş durumda. Bu partiler “tam zafer” ve “Hamas’ın mutlak tasfiyesi” gibi maksimalist hedeflere bağlı oldukları için, herhangi bir ateşkes adımını ulusal güvenliğe tehdit ve siyasi teslimiyet olarak çerçeveliyorlar. Bu söylem yalnızca ideolojik bir itiraz değil; hükûmetin karar alma mekanizmasını doğrudan şekillendiren bir veto gücü işlevi görüyor. Smotrich’in “tam zafer yoksa çekiliriz” çıkışı ve Ben-Gvir’in koalisyondan ayrılma tehdidi, Netanyahu’nun manevra alanını daraltarak ateşkesi uygulamayı siyasi açıdan riskli hâle getiriyor. Bu nedenle ateşkes, pratikten çok, koalisyon içi güç dengesinin sınandığı bir siyasi kulvara dönüşmüş durumda.
Netanyahu’nun koalisyonunu ayakta tutmak için aşırı sağın taleplerine bağımlı hâle gelmesi İsrail’de ateşkes konusunda gerçek bir siyasi irade ortaya konulmasını da engelliyor. Netanyahu’nun kendi iktidarını koruma refleksi, ateşkes sürecinin gerektirdiği esneklikle giderek daha fazla çatışıyor. Ancak sadece ortaklarının değil, Netanyahu’nun bizzat kendisinin de ateşkesin ilerlemesini gerçek anlamda istemediği, süreci sürdürmekte isteksiz olduğu görülüyor. Bu nedenle hükûmet içi dinamikler aynı zamanda Netanyahu’nun ateşkesi bozmak için kullanabileceği bir argüman olarak da görülüyor. Yani her şey yolunda gitse bile asıl oyun bozucu aktör Netanyahu’nun kendisi olabilir.
Netanyahu’nun Stratejik Yönelimi
Ateşkesin kırılganlığın bir başka nedeni de Netanyahu’nun Gazze ve Filistin meselesi konusundaki stratejisi. Bu nedenle Netanyahu’nun stratejik hedeflerini analiz etmek, ateşkesin geleceğini anlamak açısından da kritik önemde.
Kısa vadede Netanyahu’nun öncelikli amacı, Gazze’de Hamas’ın hem askerî kapasitesini hem de siyasi etkisini bütünüyle tasfiye ederek örgütün kurumsal varlığını işlevsiz hâle getirmek. Bu tasfiyenin ardından Netanyahu, İsrail’le koordinasyon içinde çalışabilecek, denetlenebilir ve dışsal güvenlik kaygılarını minimize edecek nitelikte bir yerel yönetişim yapısının (governing body) oluşturulmasını amaçlıyor. BM Güvenlik Kararı olsa da Netanyahu bu yapı üzerinde Lübnan modeline benzer bir “operasyonel serbestiyet” yaratmak istiyor. Yani, ihtiyaç duyduğunda Gazze’ye sınırlı ama sürekli askerî operasyonlar yapabileceği, hava saldırıları düzenleyebileceği ve Gazze üzerindeki baskı politikalarını sürdürebileceği bir denklem oluşturmayı hedefliyor. Elbette bu stratejinin, -eğer konuşlanabilirse- Uluslararası İstikrar Gücü’nün Gazze Şeridi’ne konuşlanmasından sonra nasıl hayata geçeceği tam bir muamma.
Daha uzun vadede ise Netanyahu ve koalisyonundaki radikal sağ partilerin temel amacı, bağımsız bir Filistin devletinin ortaya çıkmasını engellemek. Karşımızda bunu ifade etmekten hiçbir şekilde çekinmeyen bir İsrail hükûmeti var. İsrail’de bu hedef yalnızca güvenlik kaygısıyla değil, teopolitik ve ideolojik bir perspektifle temellendiriliyor. Yahudilik, ulusal kimlik ve toprak düzenini iç içe geçiren bu ideolojik çerçeve, iki devletli çözümü kategorik olarak reddediyor. Bu tablo, ateşkesin yalnızca taktiksel bir mola olarak görüldüğünü, uzun vadeli barış fikrinin ise hükûmetin ideolojik kurgusunda ciddi bir karşılık bulmadığını gösteriyor.
Hükûmet içi dinamiklerin yanı sıra toplumsal dinamikler de ateşkesi İsrail tarafından kırılgan hâle getirmiş durumda. Nitekim İsrail’de Netanyahu karşıtı protestolar 2023’ten bu yana güç kazansa da kamuoyu araştırmaları toplumun ateşkes konusunda birlik içinde olmadığını gösteriyor. Bir diğer ifadeyle toplumsal muhalefet yolsuzluklar, ekonomik kriz ve yönetim zaafları nedeniyle Netanyahu’yu istemiyor ancak Gazze konusunda da radikal bir çizgide durmaya devam ediyor. Bu nedenle İsrail toplumundan gelen baskı da ateşkesi destekleyici nitelikte değil. İsrail toplumunun önemli bir kesimi, güvenlik kaygılarının devam ettiğini ve savaşın “tamamlanmadığını” düşünüyor. Dolayısıyla İsrail toplumunda da ateşkesi sürdürülebilir kılacak güçlü bir toplumsal destek zemini yok.
Bölgesel Dengeler ve Ateşkesin Geleceği
Netanyahu’nun üzerindeki baskı sadece iç siyasi dinamiklerle de sınırlı değil. Mevcut uluslararası tablo, İsrail’i ateşkesi sürdürme yönünde baskılayan bir çerçeve oluşturmuş durumda. ABD, Türkiye ve Körfez ülkelerinin Gazze ve Suriye konusunda giderek daha uyumlu bir çizgiye yöneldiği; Trump yönetiminin de Ukrayna dosyasındaki ateşkes arayışlarıyla birlikte Gazze’deki ateşkesi koruma eğiliminde olduğu görülüyor.
Trump’ın 20 maddelik Gazze Barış Planı’nın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde referans alınması, Washington’ın süreçte daha aktif bir siyasal çerçeve sunduğunu gösteriyor. Katar, Mısır, Türkiye, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi bölgesel güçlerin de sürecin parçası hâline gelmesi, İsrail’in dış politika manevra alanını belirgin ölçüde daraltan bir gelişme niteliğinde. Bu “uluslararası çember”in giderek sıkılaşması, İsrail’i ateşkesi sürdürmeye yönelik daha fazla baskıyla karşı karşıya bırakıyor. Ancak uluslararası kamuoyunun baskısı tek başına belirleyici değil. Tam tersine, İsrail iç siyasetinin kırılgan yapısı, dışarıdan gelen baskıların etkisini çoğu zaman sınırlı hâle getirebiliyor.
Tüm bu dinamikler dikkate aldığında Netanyahu hem iç hem de dış baskıyı dengelemek ve hayatta kalmayı garantilemek için radikal bir tutum değişikliğine gidebilir ve çok cepheli yeni bir çatışma denklemini kurabilir. BM Güvenlik Kurulu kararının pratikte hayata geçmeye başlaması için hâlâ zaman var. Zira Güvenlik Konseyi kararının İsrail’i sınırlandırma konusunda net bir çerçeve çizmemiş olması bu sürecin parçası olmak isteyen aktörlerin adım atmasını engelliyor. Netanyahu bu tereddütlü tavrı ve geçen zamanı, savaşın hem devam ettirilmesi hem de genişletilmesi için kullanabilir. Netanyahu’nun Gazze, Lübnan, İran ve hatta Suriye’de daha büyük bir çılgınlığı gerçekleştirme ihtimali her zaman masada. Dolayısıyla karşımızda sadece ateşkes kırılganlığı yok; daha büyük bir bölgesel sertleşme dinamiği var.
Daha büyük bir gerilim ve çatışmayı engelleyecek, ateşkesi de sürdürülebilir kılacak en kritik aktör hâlâ Trump’ın kendisi. Trump’ın yeterince baskı yapmadığı bir durumda, mevcut emareler Netanyahu’nun ateşkese bağlı kalmayacağını güçlü biçimde gösteriyor.





