'Dosya: "Azınlık Fıkhı"'

Azınlık Fıkhı: Gelenek, Modernite ve Reform Tartışması

Azınlık Fıkhı, özellikle son yıllarda önemli bir araştırma konusu hâline geldi. İlim adamları bu fıkhın gelişimini, şeri meselelerini ve fetvalarını değerlendirirken, Azınlık Fıkhı’nın oluşumuna sebep olan çeşitli olguları belirlemek ve bu fıkhın gelenek, modernite ve İslam fıkhında reform bağlamında yürütülen tartışmalardaki yerini tespit etmek önem arz ediyor.

Dünya üzerindeki tahminî 1,6 milyar Müslüman’ın yüzde 20’si bulundukları ülkelerde azınlık konumundalar. Müslümanlar dünya üzerindeki birçok ülkeye yayılsalar da, ilgi özellikle 20. yüzyılın sonlarında Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da yaşayan Müslüman azınlıklar üzerinde toplanmış durumda. Bu durumun, Müslüman azınlıkların ortaya çıkmasını gerektiren koşullar, ev sahibi toplumun siyasal ve sosyal yapısı, İslam ve “Hristiyan Batı” arasındaki ilişkinin tarihsel kalıntıları gibi sebepleri var.

Müslüman cemaatlerin Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da göç dalgalarıyla yerleşmelerinin ardından Müslüman azınlıklar kendi kimliklerini ve yaşadıkları coğrafyalara olan bakışlarını sorgulamaya başladılar. Kimliklerini dinî-millî terimlerle tanımlamaya başlayan Müslümanlar zamanla bu dinî-millî kimlikleri doğrultusunda dernekler ve kültürel enstitüler kurdular. Müslümanlar ne kadar gözle görülür hâle geldiyseler ihtiyaçları da o derece arttı. İbadetlerini eda edecekleri mekânlar, beslenmeleri için “helal” gıda gibi ihtiyaçlar baş gösterdi. Onlar için İslam artık tek başına yaşanacak bir din değil, sosyal kimliğe katkıda bulunan bir faktör hâline geldi.

Avrupa devletleri kendilerini homojen yapılı ulus devletler olarak tanımladıkları ve kendi bünyelerine daha önce göç eden toplulukların böyle istekleri söz konusu olmadığı için Müslüman azınlıkların ihtiyaçları göz ardı edildi. Bu durum da gerilime, kamusal davalara ve tartışmalara yol açtı; sonuç olarak da Müslümanlar kritik bir kültürel/siyasi pozisyona sahip oldular.

Müslüman azınlıklar sorunu üç faktörün ortaya çıkmasıyla daha da pekişti: 2. ve 3. nesil genç Müslümanların yetişmesi, Müslüman politikalarında “ümmet” konseptinin yeniden kabul görmeye başlaması ve İslamofobi’nin yükselişe geçmesi. 1980’lerden sonra Batı’da yetişen 2. nesil Müslüman gençler görünür olmaya ve kendilerini ebeveynlerinden daha farklı tanımlamaya başladılar. İran devrimi, Sovyetlere karşı Afgan direnişi, Arap-İsrail çatışması, İsrail’in Lübnan’ı işgali ve dünya güçlerine karşı değişik coğrafyalarda kendini gösteren birçok direniş örneği, Müslüman azınlık gençlerin kimliklerine “ümmet”in bir parçası olma gibi küresel bir boyut kazandırdı.

Müslüman azınlıkların, bulundukları ülkelerde siyaset sahnesinde görünür hâle gelmelerinin ardından birtakım tepkiler de yükselmeye başladı. Müslümanların “ümmet”i ulus devletin önüne koyacağı ve dolayısıyla da iyi birer vatandaş olamayacakları ön kabulünü 11 Eylül faciası ve ardından gerçekleşen Londra ve Madrid saldırıları pekiştirdi. İslam’ın modernite karşıtı olduğu ve mensuplarının modern Batı’ya entegre olamayacağı entelektüeller ve siyasiler arasında dile getirildi. Müslümanlara karşı yürütülen bu düşmanlık ise bazı Müslümanların dinlerine bağlılıklarının artmasına ve İslami kimliklerinin pekişmesine sebep oldu.

Azınlıkların Örneğinde Görünürleşen Dinî Sorunlar

Seküler gayrimüslim bir topluluk içinde Müslüman azınlık toplumu inşa etmek İslam fıkhında daha önce emsali görülmemiş bir uygulama. Fıkıhta Müslümanların devletin hâkim gücü olmadığı bir pozisyon zikredilmiyor. Müslümanların içinde bulundukları bu durumun temel İslam fıkhında bir karşılığının olmaması; “İslam fıkhının hayatımızdaki rolü nedir?”, “Gayrimüslim bir coğrafyada sürdürmekte olduğum yaşantımın moral ve etik anlamı nedir?”, “Hâkim gayriislami kültür, politika ve toplumla iletişimim nasıl olmalı?” gibi bazı teorik soruların ortaya çıkmasına sebep oldu. Bu sorular zamanla; İslam’da yasaklanmış şeylerin mevcut olduğu banka, restoran gibi yerlerde çalışmanın yanı sıra kredi, sağlık ve araç sigortası gibi uygulamaların kullanılabilirliğini de kapsayan pratik bir boyut kazandı. Bu konular hakkında fetva alma ihtiyacı da Doğu’daki Arap ve diğer Müslüman ülkelerinden din adamları vasıtasıyla karşılandı. Bu din adamlarının ve köken ülkelerden ihtiyacı karşılaması için getirilen imamların da bu konularda vermiş oldukları cevaplar tatmin edici nitelikte değildi; bunlar Doğu ile Batı arasındaki kadim çekişmeyi yansıtan, Batı’nın yozlaşmış olduğu düşüncesi üzerine bina edilmişlerdi.

Müslüman azınlıklar, yukarıda da değinildiği üzere git gide bulundukları ülkelerdeki güncel hayatın içerisinde daha fazla yer almaya başladılar. Demokratik liberal çevrelerin sunduğu desteği de fırsat olarak görüp Batı’nın kalbinde yeni bir ev inşa ettiler. Göçmen Müslüman liderler birçok İslam hukukçusunu da yanlarına alarak Fıkh’ul-Akalliyat (Azınlık Fıkhı) konseptini oluşturdular. Bu içtihat, azınlıklara yabancılıklarının ve pasifliklerinin üstesinden gelme imkânı tanıma iddiası taşıyordu.

Modernite ve Gelenek Arasında Müslüman Azınlık

Batı’da Müslüman toplulukların zuhur etmesi, bunların modernite ve toplumun (sekülerleşme, bireyselleşme ve özelleşme gibi) liberal olgularıyla etkileşimi İslami sosyal ve dinî yaşamda dönüşümlere yol açtı. Bu dönüşümler birçok düzeyde incelenebilir. Örneğin imam, geleneksel olarak caminin idari işleri ile ilgili iken Batı kontekstinde bu vazife idarecilere tevdi edilir ve imam daha çok eğitim işleriyle meşgul olur. Bir başka örnek ise kadının toplumdaki yeri bağlamında verilebilir. Kadınlar geleneksel olarak dinî ve sosyal kuruluşlarda gözükmezken artık İslami kuruluşların sözcüleri ve temsilcileri olabilmekteler. Tabii ki sekülerleşmenin İslami kuruluşlar üzerindeki etkisi yadsınamaz. Eğitim, göç, politik ve ekonomik baskılar, felsefi ve entelektüel tartışmalar geleneğin oluşmasında oldukça önemli bir role sahip. Bu sosyal olgular değiştikçe dinî gelenek de bu değişikliklere uyum sağlamak için kendini yeniler ve yeniden yapılandırır. Başka bir deyişle, bu dönüşüm gerçekleşmezse gelenek ölür.

Azınlık Fıkhı, Batı’nın İslam’a dâhil veya bir tebliğ coğrafyası olduğu, Batılı gayrimüslim devlet idaresi değerlerinin birçoğunun İslam ile uyumlu olduğu düşüncesini yerleştirdiği anda, Müslümanların ve gayrimüslim toplumun paylaşabileceği sosyal ve kültürel bir zemin hazırlanmış oldu. Tabii bu, İslam geleneği ile modernitenin belli başlı olguları arasında anlaşmazlıkların olmadığı anlamına gelmiyor.

Modernite ve gelenek arasındaki etkileşim Azınlık Fıkhı oluşum sürecinde araştırılabilir. Bu bağlamda üç pozisyondan bahsedilebilir: Literalistler (metni yoruma kaçmadan aynen o metinde yazıldığı gibi algılayanlar), muhafazakârlar ve yenilikçiler. Literalist hukukçular diğer ikisi arasındaki bağlantıyı koparma eğilimindedirler ve geleneğin sınırları içerisinde yaşarlar. Modernitenin geleneği bozduğu ve kişinin imanını götürdüğü kanaatindedirler. Muhafazakâr hukukçular ise bu etkileşimi anlayışla karşılar ve gelenekle modernite unsurları arasında bir adaptasyon olmasını doğal olarak görürler. Yenilikçiler ise modernitenin geleneğin yeni bir formda devam ettirilmiş hâli olduğuna inanırlar. Bu devamlılık bir yeniden yorumlama süreci ve geçmiş ile şimdi arasında uyum yakalama şeklinde tezahür eder.

Bir “Reform” Ürünü Olarak Azınlık Fıkhı

Azınlık fıkhının ortaya çıkma sebeplerinin yanında, bu fıkhın oluşması ve gelişmesi de Müslümanların İslam’ı modern dünyada nasıl konumlandırmaları gerektiği hakkındaki uzun soluklu tartışmanın bir sonucudur. Amir-Moazami ve Salvatore’nin de haklı olarak iddia ettikleri gibi, Müslüman azınlık diskuru bireyselleşmenin ve sekülerleşmenin bir sonucu değildir, kökleri 19. yüzyıl Müslüman reformist tartışmalarına kadar gider.

19. ve 20. yüzyıllar boyunca Müslüman hukukçular ve entelektüeller kapitalizm, sömürgecilik ve sekülerizmin doğurduğu olgularla nasıl başa çıkılacağı konusunda hararetli tartışmalar yaptılar. Osmanlı İmparatorluğu zayıflamaya başladığı andan itibaren, Müslüman toplum kapitalist fikirlerin etkileri, askerî yenilgiler ve aleyhte ticari anlaşmalar yoluyla Avrupa tesirinde kalmaya başladı. Avrupa’yı gören Müslümanlar ise dindaşlarının durumlarını sorgulamaya ve çözümler üzerinde düşünmeye başladılar. Avrupa’nın emperyal projelerine direnen ve dini korumayı amaçlayan birçok reform projesi geliştirdiler.

Ulema, sömürgeci güçlere karşı yürütülen mücadelede başı çekerken reform projelerine de yine onlar önderlik etti. Tabii hepsi de aynı görüşte değildi, bazısı geleneksel İslami nizamı koruma uğraşı veriyordu. Diğerleri ise dini reforme ederek dinin iktidar ve toplumla olan ilişkilerindeki pozisyonunu yeniden konumlandırma teşebbüsünde bulunuyordu. Bu ıslah çalışmaları hukuk düzenlemeleri, hukuki kurumlar, İslami hareketlerde yükseliş ve içtihat olarak tezahür etmiştir.

Azınlık Fıkhı 19. yüzyıl fıkıh reform hareketinin bir devamıdır; kendisinden önceki reform akımlarının ilgilendiği soruların aynılarıyla ilgilenir. İçtihadı uygularken, metnin hermenötiğini anlarken, modernite ve gelenek arasındaki ilişkiyi keşfederken, şeriatın medeni rolünü açıklarken aklın rolünü savunur. Tartışmanın daha iyi anlaşılması için al-Alvani’nin Hz. Peygamber’in (s.a.v.) statüsü hakkındaki fetvası veya al-Karadavi’nin Müslümanlığa geçen birisinin gayrimüslim olan eşiyle olan durumu hakkındaki fetvası incelenebilir. İki durumda da fıkıhçılar bir neo-içtihat ihtiyacının olduğu konusunda uzun tartışmalar yapmışlardır.

Bu pratik sorulara ek olarak, Azınlık Fıkhı konusunun önde gelen isimlerinden al-Karadavi, al-Alvani ve Cemal Attiyyah’ın görüşleri incelenebilir. Al-Karadavi’nin Fıkh’ul-Akalliyat eserinin giriş bölümleri, onun vasatiye (ölçülülük) ve teysîr (kolaylaştırma) şeklindeki reform fikirlerinin özeti mahiyetindedir. Al-Alvani’nin aklın İslamlaştırılması projesi ve içtihat fikri kendisinin Azınlık Fıkhı Taslağı (İng. “Framework for Fiqh al-Aqalliyyāt”) eserinde incelenebilir. Cemal Attiyah’ın fıkıh usûlünün yenilenmesi projesi, dünyadaki Müslüman veya gayrimüslim bütün azınlık toplumlar için ilahî prensipleri temel alan bir kitap yazılması ile ilgilidir.

Sonuç olarak denebilir ki, modern çağdaki İslam fıkhı eski zamanlardaki İslam fıkhından hiçbir şekilde daha az karmaşık değildir. Batı’daki İslami sosyal yaşam formlarındaki dönüşümü anlama çabaları iki ana tartışma maddesini beraberinde getirmiştir. Bunlardan biri, demokratik liberal coğrafyalara göçün bir sonucu olarak Müslümanların düşünüş biçimlerinde büyük değişikliklerin meydana gelmiş olmasıdır. İkincisi ise, dönüşümün ana sebebinin bireyselleşme süreci olduğudur. İki argüman da doğrudur, fakat bunlar madalyonun bir yüzünü teşkil etmektedir. Bunlar, yeni durumlarla başa çıkabilme konusunda dinî geleneğin sahip olduğu potansiyeli göz ardı etmekte ve âna odaklanmış durumdadırlar.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler