'Dosya: "Balkanlar ve Kimlik"'

Balkanlar’da Müslüman Kimliği Nasıl Korunabilir?

Hem gayrimüslimler tarafından yönetilip hem de Müslüman kalınabilir mi? Bir Müslüman, Avrupa kültürüne göre yaşayıp iyi bir Müslüman olabilir mi? Bu sorular, Osmanlı’nın hâkimiyetinin sona ermesinin ardından Balkan Müslümanları tarafından sıkça tartışılan sorular arasında olmuş ve bugüne kadar güncelliğini korumuştur.

Güneydoğu Avrupa’nın İslam ile 8. yüzyılda, Müslüman orduların İstanbul’u kuşattığı dönemde tanıştığı sanılmaktadır. Kaynaklara göre 9. yüzyılda Macaristan’da Kalisiya adında Müslüman bir topluluk yaşıyordu. Bu ülkede 1150–1153 yılları arasında kadılık yapan Müslüman tarihçi Ebû Hamid el-Andalusi el-Garnati, orada yaşayan Müslümanların hayatlarını kaleme almıştır. Müslüman tarihçi Jakut el-Hamevi ise 12. yüzyıl başlarında Damask’ta bir grup Müslümanla karşılaştığını ifade etmiştir. Macar yöneticiler İslam’ı yasaklayıp bununla ilgili bir ferman yayınlayınca 14. yüzyılda Macar Müslümanlar tamamen yok olmuştur. Katolik İspanyol Krallığı 1492 yılında 8 asırlık varlıklarından sonra son Müslüman kalesi olan İber Yarımadası’nı ele geçirmiştir. Granada Antlaşmasıyla şehir teslim edilince buradaki Müslümanların varlığı da sona ermiştir. 1609 yılında Kral 3. Filip ülkedeki ekonomik krizin sorumlusu olarak Müslümanları göstermiş ve yaklaşık 300.000 Müslümanın ülkeyi terk etmesini emretmiştir. İspanyol edebiyatçı Juana Goytisoloa, Müslüman sürgününün 1614 yılına kadar sürdüğünü, sürgünleri sırasında mallarının ellerinden alındığını ve ülkeyi terk etmek istemeyenlerin öldürüldüğünü belirtmiştir. Goytisoloa, 2009 yılının Mart ayında sürgünün 400. yılı adına El-Pais gazetesinde yayımladığı makalesinde bu olayı “Avrupa’da yapılan ilk etnik temizlik” olarak nitelemiş, bu olaydan sonra resmî ve akademik olarak İspanya’nın kendisini “sessizlik kalesine” kapattığını söyleyerek onları suçlamıştır. Bu trajik olayların sonrasında politik, ekonomik ve askerî güçlerini kaybeden Balkan Müslümanları, gayrimüslim toplulukların egemenliğine girmelerine rağmen yüzyıllardır Avrupa’da yaşamaktadırlar. Bunun ne kadar süreceği ve Müslümanların ne derecede “kendi” tarihlerini yaşayabilecekleri ise sorulması gereken sorular arasında bulunmaktadır. Nitekim günümüzde de Balkanlarda “Macar Müslümanlarının acı kaderi veya Endülüs’ün yıkıcı tarihi tekerrür edecek mi?” sorusu zihinleri meşgul etmektedir. Acaba gelecekte kendi ülkelerindeki veya Avrupa’daki sorun ve zaafların sorumlusu olarak Müslümanları görecek bir 3. Filip ortaya çıkacak mıdır? Çoğu insan Balkanlar’da hayatta kalan Müslümanların aslında “yeterince zaman ve elverişli koşul bulunmadığı için” hayatta kaldıklarına, yeterince zaman ve imkân olsaydı Müslümanların soylarının kökten tüketilebileceğine inanmaktadır.

Avrupa’daki göçmen Müslüman toplulukların aksine Balkanlar’daki yerli Müslümanlar daha köklü bir kültür ve medeniyete sahiptir. Bosna Hersek, Sırbistan ve Karadağ sınırları içerisinde yaşayan Boşnak Müslümanların son bir asır içinde, yani Osmanlı Devleti’nin bu topraklardan geri çekilmesinden sonraki yıllardaki süreç bu topluluğun mutlu olması için uygun bir ortam sunmamıştır. Müslümanların yaşadığı coğrafi bölge gün geçtikce küçülmektedir. II. Dünya Savaşı’nda Yahudilere ya da bugün Filistin’deki Müslümanlara yapılanlar gibi Bosna Hersek’te yaşayan Müslümanları da dar bir alana sıkıştırmak için 1992–1995 yılları arasındaki savaşta yapılan soykırımda on binlerce Müslüman öldürülmüş, büyük bölümü ise dünyanın çeşitli ülkelerine dağılmıştır. Yeni bir ters jeopolitik duruma ya da Avrupa’daki küresel, politik ve sosyal bozukluklara karşı Balkanlar’daki Müslümanlar her zaman bir korku içinde kalacaktır. Diğer yandan Müslümanlar, komşularıyla yaşadıkları kötü tecrübelere rağmen büyük çabalar sonucu kimliklerini ve yaşam alanlarını korumayı başarmışlardır. Bu tecrübe Müslümanların Balkanlar’daki ve tabii Avrupa’daki geleceklerinin olumlu seyretmesinin temelini oluşturabilir.

Hiç şüphesiz Müslümanların Balkanlar’daki varlığını koruyabilmelerinin en önemli nedeni Balkan devletlerinin siyasi ve devlet yapılarının karakteri ve Müslüman toplumlara gösterdikleri görece toleranstır. Bu ülkelerin bazılarının Balkan Müslümanlarına gösterdikleri yetersiz toleransın sonucunda ise bu coğrafyadaki Müslümanların nüfusu hızla azalmış, kültürel mirasları yok olmuştur. Bireysel ve toplumsal haklara saygı ve eşitlik temelinde kurulan demokrasi standartlarının uygulanışı ne kadar yüksekse İslami değerlerin toplum nezdinde kabul edilmesinde en uygun politik çevrenin oluşması da o kadar kolaylaşır. Bu nedenle özgürlük ve demokratik değerler, bilhassa İslam ülkelerinde yaşamayan bireyler için en güçlü siyasi müttefiktir.

Gayrimüslimler tarafından yönetilen Müslümanların kimliklerinin korunmasında önemli bir diğer faktör de, başta dinî ve siyasi temsilciler olmak üzere tüm Müslümanların girişimci ve yaratıcı olmalarıdır. Geçtiğimiz yıllarda İslami kimliğin gelişmesi ve korunmasında Müslümanlar devlete veya siyasal ortama etki edemeseler de, yeni ortam ve zamana kendi dinleri doğrultusunda adapte olabilmişler, yeni bilgi ve kültür ediniminde oldukça yetenekli olmuşlardır.

1878 yılında Osmanlı Devleti’nin bu bölgelerden çekilmesi Bosna Hersek Müslümanları üzerinde şok etkisi yaratmış ve bu duruma alışmaları uzun zaman almıştır. Müslümanlar bu duruma hazırlıksız yakalanmalarının ve yeni bir kültür ve medeniyeti kabule hazır olmamalarının yanı sıra, gayrimüslimler ve komşu ülkelerin hoşgörüsüzlükleri ile de karşı karşıya gelmişlerdir. Osmanlıların bir parçası olduklarından, Osmanlı’ya karşı duyulan nefret buradaki Müslümanlara da yöneltilmiştir. Bosna Hersek’in gayrimüslimler tarafından yönetilmeye başlanması ise bazı duygusal tepkilere yol açmıştır. Nüfusun bir kısmı silahlı direnişte bulunmuş, bir kısmı yeni yönetimi görmezden gelip Osmanlı yönetiminde bulunan ülkelere göç etmeye başlamışlardır. Bu olayları daha sonra kısmen bir istikrar takip etmiştir: Yeni isim ve diller benimsenmiş; çeşitli vakıflar, kültürel dernek ve kurumlar, medya ve siyasi partiler kurulmuştur.

Boşnakların ulusal ve kültürel değerlerini konu alan “Boşnjak” dergisinin 1891 yılında yayımlanmaya başlamasından sonra Boşnak entelektüelleri 1900 yılında bir hiciv dergisi olan “Behar”ı çıkarmışlardır. Bunun yanı sıra 1903 yılında Müslüman öğrencilere yardımı amaçlayan “Gajret” derneği kurulmuştur. Boşnakların ilk partisi olan Müslüman Halk Organizasyonu (MNO) ise 1906 yılında kurulmuştur. Ayrıca dışa doğru yaşanan göçlerle de mücadele edilmiştir. Dönemin Tuzla Müftüsü, ardından Reis’ül-ulema olan Mehmet Tevfik Azabagiç’in yazdığı risalede, dine yapılan saldırılar reddedilip göçün sebepleri ortaya konulurken, eğitim ve din özerkliğinin sağlanması, diğer bir ifadeyle Müslümanların eğitim ve dinî mercilerin yönetiminde gayrimüslimlerin etkisine maruz kalmalarının sonlandırılması amaçlanmıştır.

Mostar Müftüsü Ali Fehmi Džabić, Katolik misyonerlerin dinlerini yayma çalışmalarına cevap olarak 1899 yılında Boşnak Müslümanların “din ve eğitim özerkliği” hareketinin başına geçmiş ve 10 yıllık hizmeti boyunca bazı kazanımlara ulaşmıştır. Öncelikle İstanbul Meşihatı, yani Şeyhülislam’ı ile manevi bağlantılarını koruyup, Müslümanlara dinî yöneticilerini seçme hakkı kazandırmıştır.

Gayrimüslimler tarafından yönetilmeye başlayan Bosna Hersek’in ilk otuz yılında, Müslümanların entelektüel tartışmaları kısmen ulusal–kültürel sorular üzerinde yoğunlaşırken, tartışmalar daha çok Müslümanların kimlikleri üzerine odaklanmıştır. Yeni yeni tesis edilen cemaatler, inançlar ve bunları korumak için yapılan mücadeleler, gayrimüslimler tarafından yönetilmenin getirdiği zorluklar üzerinden tartışılmıştır. Bunun sonucunda bazı ikilemler de ortaya çıkmıştır: Hem gayrimüslimler tarafından yönetilip hem de Müslüman kalınabilir mi? Bir Müslüman Avrupa kültürüne göre yaşayıp iyi bir Müslüman olabilir mi? Avrupai eğitim kabul edilmeli midir? Özellikle de Müslüman bayanlar bu eğitime dâhil edilmeli midir? Bunun yanında Müslümanların geri kalmalarının ve kültürel bağlarının kopma nedenlerinin araştırılması, İslam’ın yaygınlaştırılması ve çağdaş bilimsel başarılar ile modernleşme ve gelenek arasındaki ilişkilerin üzerinde durulmuştur.

Önceden Balkanlarda tartışılan bu önemli soru ve sorunlara Müslüman aydınlar bugün de cevap vermelidir. Balkan Müslümanlarının, özellikle Bosna Hersek’tekilerin tecrübelerine dayanarak gayrimüslimlerin yönetimi altında İslami kimliğin korunabilmesi için çeşitli yolların geliştirilmesi gerekmektedir. Bu çerçevede aynı anda iki farklı yapı (ulusal–siyasi ve dinî–ulusal) üzerinde durmak gerekir. Ulusal–siyasi alanı geliştirmedeki en önemli unsur; modern demokratik ortam dâhilinde Müslümanları politik, ulusal, sosyal ve ekonomik bileşenler alanında geliştirerek onların millî değerlerini güçlendirmektir. Ayrıca Müslümanlar kendi çevrelerinde ve topluluklarında; sosyal ve toplumsal adaletin güçlü savunucuları olmalı ve tüm mensuplarının ortak iyiliği ve ilerlemesi için mücadeleci olmak konusunda eğitilmelidir. İslam’ın ibadetleri ve maneviyatı üzerine kurulan Müslüman kimliğinin dinî ve kültürel plan çerçevesinde, İslam’ın kaynaklarını araştırıp anlayarak tam bir çalışma ve anlayış yoluyla güçlendirilmesi gerekmektedir. Müslümanların İslam, dünya ve hayatın anlamı üzerinde bilgilenip, bunu başkalarına eksiksiz olarak iletmeleri gerekmektedir.

Kur’an ve Sünnet, Müslüman entelektüellerin Müslümanların yaşadıkları çevrede belli bir zaman ve mekânda İslam hayatının en iyi modelini ortaya koymak için çaba sarf edip harekete geçmelerini beklemektedir. Bu yüzden de bilhassa gayrimüslimlerin yönetimi altında yaşayan Müslümanların kendi kimliklerini koruyabilmeleri için toplumun terakkisi üzerine kurulan ahlaki hayat ve her türlü eğitime ihtiyaçları vardır.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler