“İslam’a Dair Reform Talepleri Sömürgeci Zihniyetin Etkisi Altında”
İslam bilimci Dr. Jens Bakker ile reform taleplerinin dile getirildiği düzlemi ve klasik İslam teolojisinin bu konudaki pozisyonunu konuştuk.
Almanya’da ve aynı zamanda Avrupa’da bulunan diğer ülkelerde İslam’ın reforme edilmesi talep ediliyor. Bu talebi yöneltenler kimler ve istedikleri tam olarak nedir?
Bu soruyu cevaplandırabilmek için öncelikle “reform” ve “İslam” kavramlarını ele almak gerek: “Reform” kelimesi günümüzde yaşamın tüm alanlarında karşımıza çıkıyor: Politikada, üniversiteler gibi toplumsal enstitülerde, ekonomide, emeklilik sisteminde ve sayısız pek çok başka alanda. Görünüşe göre bu kelime yaklaşık olarak “mevcut olan durumun temelden iyileştirilmesi” anlamına geliyor. “Reform” sayesinde gerçekte mevcut durumda bir iyileşme söz konusu olmasa da en azından bir iyileşme sağlanması amaçlanıyor.
Bizim bilgimiz dâhilinde “İslam” kelimesi ilk olarak Kur’an’da kullanılmıştır. Buradaki anlamı “Allah’ın vahyettiği dindir”. Bu kelime günümüzün modern Avrupa dillerinde, ama aynı zamanda modern Arapça ve Farsçada da Müslüman cemaati ve İslam âlemini de tanımlamaktadır. Bu durumda “İslam’ın reforme edilmesinden” bahsedildiğinde sadece Müslüman cemaat ve İslam âlemi kastedilebilir, zira Allah’ın vahyettiğini iyileştirmeye veya bunun iyileştirilmesini talep etmeye kimse cesaret edemez. Reform talebi sadece Müslümanların düşünce ve davranışlarına yansıyan yorumlar için geçerlidir. Böylece ilahi vahyi değişen yaşam şartlarını ve yeni bilgileri de dikkate alarak, kanaat ve davranışlara uygun bir şekilde doğru idrak etme manasında bir reform talebi her Müslüman’ın, ilahiyatçının ya da bu konulardan pek de anlamayanların şüphesiz onaylayabileceği bir durum hâline gelmektedir. Bu esnada farklı sonuçlara varılması ise kaçınılmazdır.
Sorunuzda da ima ettiğiniz gibi Avrupa ve Almanya’da Müslüman cemaate müntesip olmayan insanlar da Müslümanlardan reformlar talep ediyorlar. Bu ilk etapta haksız bir talep olarak görülebilse de Müslümanlar ve gayrimüslimler olarak hepimizin birer parçası olduğumuz bir toplumda yaşıyoruz ve bu sebeple şu veya bu nedenle bizi ilgilendiren konularda tartışmamız temelde mümkün olmalı.
Öte yandan Müslümanlara reform talepleri yönelten tüm münferit kişileri ve grupları saymam veya onları kategorize etmem mümkün değil. Fakat bu tür talepler söz konusu olduğunda mutlaka dikkate alınması gerektiğini düşündüğüm bir hususa dikkat çekmek istiyorum. Bana göre gayrimüslimler ya da Müslümanlar tarafından bu konuda yapılan değerlendirmelerin büyük bir kısmı, düzeltilmesi zahmetli bir ön yargının yol açtığı ve gerçekten reformla ilgili asıl önemli konular hakkında düşünülmesine mani olan ciddi bir eksikliğe sahip. Ben buna “sömürge zihniyeti” diyorum. Emperyalizm döneminde, yani 19. yüzyılda sömürge imparatorlukları kurulduğu dönemde, Avrupa kültürünün her bakımdan diğer tüm kültürlerden üstün olduğu düşüncesi geliştirildi. Bu düşünce sömürge güçlerinin boyunduruğu altında bulunan ve büyük bir kısmı İslam âlemine dâhil olan ülkelerde de yaygınlaşmış ve günümüze kadar hem Avrupa’da hem de başka yerlerde geçerliliğini korumayı başarmıştır. Bunun sonucu olarak İslam dünyasının kazanımlarına, bunlar hakkında bilgi sahibi olan Müslümanlar veya bunlar hakkında ya hiç ya da çok az bilgi sahibi olan Avrupalılar tarafından değer verilmemişti. Zira sömürgeci zihniyete göre bunların Avrupa’daki karşılıkları daha üstündü.
Bu kazanımlar arasında benim “klasik İslam felsefe dünyası” olarak adlandırdığım ve benim görüşüme göre en önemli kazanımlar arasında yer alan, insanlığın düşünme becerisini ileri taşıyan ve bilim ve dolayısıyla ilahiyatı da içinde barındıran bilgiler de mevcut.
“Klasik İslam felsefe dünyası” diye isimlendirdiğim bu “klasik teoloji”nin hâkimiyeti yaklaşık olarak 13. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar sürmüştür. Klasik teolojinin günümüzde önemsiz ve pek de ilgiye şayan olmadığı görüşünün yaygın olduğunu, bu alanlara ilişkin araştırmaların ihmal edilmesinden veya hatta bazen gereksiz görülmesinden anlayabiliriz. Aynı şekilde sıkça duyduğumuz, İslam dünyasının bir aydınlanma yaşamadığı yönündeki ifadeler de bu durumu belirgin bir şekilde gözler önüne sermektedir. Fakat klasik teolojinin bize sunduğu pek çok şey olduğunu, merkezi hususların Avrupa Aydınlanması ile benzerlik gösterdiğini ve hatta klasik teolojinin Avrupa Aydınlanmasından çok daha eski olduğu için daha önde olduğunu görüyoruz.
Bunun yanında sömürgeci zihniyete dayanan ve uzun zaman önce defalarca çürütülen, İslam felsefe dünyasının 11. yüzyılda çöktüğü yönündeki iddia ile de sıklıkla karşılaşılmaktadır. Oysa klasik teolojinin kesinlikle bilimsel bir teoloji olarak sınıflandırılması gerekmektedir, zira burada teoloji bir bütün olarak akılcı bir şekilde gerekçelendirilmeye çalışılmakta ve dönemin felsefi epistemoloji ve bilim kuramı ölçekleri ile değerlendirilebilmektedir. Böylece klasik teoloji, bilimsel teoloji kuramları için günümüzdeki çalışmalara da yön verebilecek bir model sunmaktadır.
Klasik teolojinin dikkate alınmaması ve insan ruhunun bir kazanımı olarak onun arz ettiği büyük önemin görmezden gelinmesi, sömürgeci zihniyetin yerleşmesine ve İslam kültürü hakkında yanlış algıların pekişmesine sebep olacaktır. Bu durum da İslami kültürlerin, İslam dünyasının, İslam tarihinin ve Müslümanların takdir görmesine engel olacak ve bu durum Müslüman ya da gayrimüslimler arasındaki reform konularına ilişkin tartışmaların önünde duracaktır.
Klasik teoloji hakkında az çok bilgisi olan herkes, aslında aslen çok da reform hakkında olmayan bu tartışmaları kibirli olarak tanımlayacak veya aslında zaten çoktan gerçekleşen şeylerin bir tekrarı olarak görecektir. Konu hakkında bilgiye sahip olmayanlar ise klasik teolojiden önceki döneme ait kavram ve öğretileri de anlayamama tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktır. Zira bu bilgiler günümüze klasik teoloji aracılığıyla aktarılmıştır ve bunu yeterince tanımayan bir kişi daha eski unsurları da günümüzdeki şekliyle uygun bir şekilde yorumlayamaz. Ayrıca klasik teoloji konusundaki bilgisizlik, bir şeyin varlığının sadece bunu bilmediğimiz veya tam olarak anlayamadığımız için inkâr edilmesi ya da buna gereken önemin verilmemesi gibi bir hataya düşülmesine de yol açabilmektedir.
Müslümanların pek çok alanda karşılaştığı sorunlara ayet ve hadisler ışığında, günün gerçekleriyle uyumlu çözümler üretilmesi ya da Kur’an’ın günün gerçeklerine göre yorumlanması İslam’da zaten yüzyıllardır uygulanıyor. Bu açıdan “reform”, “içtihat”, “ıslah” gibi kavramlar arasında bir kargaşa söz konusu mu?
Arapça “içtihat” ve “ıslah” kavramları klasik İslam felsefesinde yer almaktadır. Bununla beraber “ıslah” kavramı sadece teolojik veya dinî bağlamda ortaya çıkmaz ve eğer “reform” kavramına ilişkin belirttiğim ilk açıklama söz konusu ise “ıslah” günümüzde genel olarak “reform” olarak tanımladığımız şeyi ifade eder.
“İçtihat” kelimesi klasik teolojide yer alan teknik bir terimdir ve burada vahyin davranışlara yansıması bağlamında yetkili bir kişi tarafından yorumlanma çabası olarak tanımlanır. Dolayısıyla teolojik açıdan bakıldığında “içtihat”, reform çabalarının birçoğu için temel bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır.
Reform taleplerini dile getiren kesimler arasında daha çok teolojik yaklaşımlardan ziyade siyasi ve toplumsal bir saikle meseleye yaklaşanların olduğu görülüyor. “İslam’ın kendisini reforme etmesi talebi” ne denli siyasi bir motivasyona sahip sizce?
En başta da belirttiğim gibi ben ortaya koyuldukları şekliyle reform taleplerinin hiç de azımsanamayacak bir kısmının ciddi anlamda sömürgeci zihniyetin etkisi altında olduğunu düşünüyorum. Hatta bazen asıl meselenin, tarihsel gerçeklerin doğruluğu karşısında iskambil kartlarından yapılmış bir ev gibi yıkılmaması için bu sömürgeci dünya görüşünü ideolojik olarak garanti almak olduğu görüşündeyim.
Tüm reform isteklerinin uygulandığını farz edelim. Sizce bu sayede bu talebi dile getirenlerin iddia ettiği gibi “şiddet” ve “kadın hakları” gibi problemler çözülebilir mi?
Sanırım “şiddet” ile Yakın Doğu, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da yaşanan şiddeti ve bu olayların kendini Avrupa’da terör saldırıları şeklinde gösteren sonuçlarını kastediyorsunuz. Bu açıdan cevabım “hayır”.
Bana göre Mısır’da Mübarek ve Sisi, Suriye’de Esad ve Irak’ta Saddam’ın yarı-totaliter rejimlerinin uyguladığı veya uygulamakta olduğu aşırı güç kullanımının ve günümüzde örneğin Suriye ve Irak’ta yaşanan savaşların ana nedenleri ilk etapta süper güç olan ABD, Rusya, Fransa ve Büyük Britanya’nın uyguladığı siyasette, daha sonra biraz ara ile Almanya gibi önemli bazı diğer ülkelerin uyguladığı siyasette yatmaktadır. Zira bu hukuksuz sistemler dış güçler tarafından doğrudan veya dolaylı olarak kurulmuş veya ciddi bir şekilde desteklenmiştir. Ayrıca silahlı çatışmalarda, dış güçler yerli grupları birbirlerine karşı kışkırtmakta ve bunları silahlandırmakta veya Suriye örneğinde de gördüğümüz gibi hukuksuz rejimi ortadan kaldırmaya yönelik bir sonucu olmaksızın bu savaşlara aktif bir şekilde katılmaktadır. Bu durum ancak süper güçlerin veya önem taşıyan diğer ülkelerin siyasetinde reformların gerçekleştirilmesi ile değiştirilebilir.
Kadın erkek eşitliği konusuna gelince, bana göre bu konu gerçek anlamda dinle ilgili değil, daha çok töre, gelenek ve göreneklerle veya bu töre, gelenek ve göreneklerin dinle bağdaşmayan tanımları ile ilgili. Dolayısıyla eşitlik sağlanmak isteniyorsa bu alanlarda reformlar gerçekleştirilmeli, hatta belki de bu reformlar din ve teolojiden destek alınarak yapılmalı.
İslam’a dair reform talepleri karşısında Almanya ve Avrupa’daki İslam ilahiyatı fakültelerine ne tarz görevler düşüyor?
Başta belirttiğimiz manada anlaşılan reform, İslam teoloji anlayışına göre oldukça merkezî, dinî ve teolojik bir önem taşıyor. Bu sebeple de İslam ilahiyatı fakültelerinin İslam teolojisi konusunda gerçekleştirdikleri çok yönlü çalışmalar da bu alanda belirleyici olacaktır. Ben temel olarak biraz önce bahsettiğim sebeplerden ötürü klasik İslam teolojisinin ihmal edilmemesini umut ediyorum.