'Dosya: “Batı Avrupa'da İmam Eğitimi”'

Almanya’daki Büyük Müslüman Cemaatlerin İmam Eğitimi Bilançosu

Almanya’da “imam eğitimi” konusu, en son Alman İslam Konferansı’nın ana gündem maddelerinden biriydi. Peki ülkedeki büyük Müslüman cemaatler konuya nasıl bakıyor? DİTİB, VIKZ, ZMD ve İslam Konseyi’nin Almanya’da imam eğitimi ile ilgili pozisyonlarını sorduk.

Alman Anayasası’nın 140. maddesine göre ülkedeki dinî cemaatler kendi meselelerini, yasal sınırlar içerisinde kendi başlarına sevk ve idare etme hakkına sahip. Bu madde Müslüman cemaatler için imamların eğitimi ve istihdamı gibi meselelerde, devlet müdahalesi olmadan kendi başlarına karar verebilmelerini sağlıyor.

Ülkede imam eğitimiyle ilgili son zamanlarda siyasetten talepler de yükselmiş durumda. Bu talepler arasında en dikkat çekeni, Müslüman kuruluşların “yurt dışı finansmanı”nın yasaklanması ve imamları Almanya içerisinde, dış etkilerden bağımsız bir şekilde kendilerinin eğitmeleri yönünde. Bu taleple özellikle Diyanet modeli kapsamında Almanya’ya gelen imamlar kastediliyor.

Peki bu duruma ülkedeki Müslüman cemaatlerin tepkisi ne? Almanya Müslümanları Koordinasyon Konseyi (KRM) bünyesindeki dört büyük İslami cemaatin temsilcileri Perspektif’in sorularını yanıtladı.

Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB)

Almanya’da imamlara yönelik tartışmanın ağırlıklı olarak DİTİB üzerinden gerçekleştiği söylenebilir. 1984 yılında kurulan ve hâlihazırda 960 camiyi çatısı altında barındıran dernek, en son Anayasayı Koruma Dairesi tarafından izlenme iddialarıyla gündeme gelmişti. Türkiye ile Almanya arasındaki gergin ilişkiler DİTİB’e de yansımış, Türkiye’deki darbe girişiminden sonra bazı DİTİB imamlarına yönelik “ajanlık” iddiaları dile getirilmişti.

DİTİB Dış İlişkiler Müdürü Zekeriya Altuğ imamlara yönelik tüm bu tartışmaların Müslüman cemaatte ciddi yaralar açtığı kanaatinde. Özellikle Türkiye’den gelen imamların “sorun” olarak gösterilmesinin insanları incittiğini söyleyen Altuğ, Müslüman cemaat için önceliklerin farklı olduğunu söylüyor: “Bizim camilerimizdeki insanımız için ‘Din görevlim nereden geliyor’ sorusundan daha öncelikli sorular var: Camimdeki din görevlim benim çocuklarıma iyi eğitim veriyor mu, gençlerimi toplayıp onları kötü alışkanlıklardan alıkoymaya çaba gösteriyor mu, onlara dinî bilgiyi etkili ve doğru bir şekilde verebiliyor mu, bir sıkıntım olduğunda bana destek oluyor mu, manevi olarak benim yanımda yer alıyor mu… İnsanlar için önemli olan bu beklentileri sağlayacak ortam ve modellere ihtiyacımız var.”

Altuğ’a göre bir imamın görev alanını sadece namaz kıldırmakla sınırlamak doğru değil. Bu nedenle Almanya’daki tartışmanın “imam eğitimi” olarak değil, “din görevlisi eğitimi” şeklinde sürdürülmesi gerektiğini belirten Altuğ, bu eğitimin öncelikle Müslümanları ilgilendiren ve Müslümanların kendi öz ihtiyaçlarına yönelik bir mevzu olduğunu söylüyor: “Şu an oluşturulan atmosferde Müslümanlar bu konuda hiçbir şey yapmamışlar, şimdi Alman devleti Müslümanların bu konuya el atmasını sağlıyor gibi bir algı var. Bu algı yanlış. Almanya’da Müslüman cemaatler din görevlilerini yıllarca geldikleri ülkelerden temin ettiler. Böylelikle buradaki din hizmetlerini ayakta tutmaya çalıştılar. Ama bunu yaparken yine yıllardır hizmetlerinin kalitesini ve din görevlilerinin dil bilgisini arttırmak için çeşitli girişimlerde de bulundular.”

DİTİB’in 12 sene önce başlattığı Uluslararası İlahiyat Programı (UİP) Almanya’da imam eğitimi arayışlarının bir neticesi olarak görülebilir. Bu programda Almanya’da doğup büyümüş gençler Türkiye’deki anlaşmalı üniversitelerde İslam ilahiyatı okuyor ve sonrasında Almanya’da din görevlisi olarak istihdam ediliyorlar. “DİTİB bu projeyi başlatırken, henüz Almanya’da hiç kimse ‘imam eğitimi’ talebinde bulunmuyordu. Bu konuda biz Müslüman kuruluşlar olarak öncü olduk.” diyen Altuğ’a göre DİTİB için şu anki kaynaklar açısından en kaliteli eğitim modeli bu. Altuğ sözlerine şöyle devam ediyor: “Elbette başka modellere de ihtiyaç var. Ama bunları Müslüman kuruluşlar, kendi imkanları ve ihtiyaçları dahilinde oturup konuşmalı. Önemli olan, ‘İmam eğitimi yalnızca Almanya’da olsun’ talebiyle bu eğitimin kalitesinden, sağlam bir altyapı ve cemaat bağından ödün verilmemesi.”

Altuğ’a göre yurt dışı finansmanının yasaklanması talepleri de doğru bir zeminde tartışılmıyor. Ülkedeki görece “büyük” camiler üye aidatlarıyla finansman sorunu yaşamazken, daha küçük şehirlerde camilerin ayakta kalabilmesinin sorumluluğu daha az sayıda üyenin omuzlarında. Bu durumda birçok cami için din görevlisinin maaşının ya da ikamet masraflarının karşılanması çok ciddi bir sorun. Altuğ, bu sorunun giderilmesinde doğru tespitlerin yapılamadığı görüşünde: “Bir cami haftanın 7 günü, 5 vakit açık olmak zorunda. Bunun için tam kadrolu din görevlisine ihtiyaç var. Cevabı bulunması gereken soru, bu ihtiyacın nereden ve nasıl karşılanacağı. Almanya’da yurtdışı finansmanının önüne geçilmesi talep edenler, bunun nasıl karşılanabileceğine dair bir cevap veremiyor.”

Yine son dönemlerde dile getirilen yurt dışı finansman yasağının, anayasaya aykırı olduğunu söyleyen Altuğ, Alman Anayasası’na atıfta bulunuyor: “Alman Anayasası, devletin din hizmetlerinin içeriğine, dinî kuruluşların organize ve din görevlisi tedarik şekline ya da finansmanına dair herhangi bir müdahalede bulunmasına izin vermez. Yani devlet, dinî hizmet için para veremez, ama bunun nereden tedarik edildiğine de karışamaz. Bu temel anlayışın Müslüman cemaatler için de geçerliliğini koruması gerek.”

Öte yandan Altuğ, son zamanlardaki “Alman İslam’ı” tartışmasına da atıfta bulunuyor: “Küreselleşen bir dünyada, dinleri etnik ve kültürel duvarlar içerisine hapsetme girişimi yanlış.

‘Alman İslam’ı’ ya da ‘Almanya için bir İslam’ gibi söylemler, dini bir nevi etnisiteye indirgeme ve bölgeselliğe hapsetme ya da kültüralize etme girişimi anlamına geliyor. İnsanlık daha fazla küreselleşmeye yönelmişken dinlerden bu globalleşmenin tam aksi bir istikamete gitmesini beklemek, dindarların diğer ülkelerle bağlantılarını kesmesini talep etmek ya da din hizmetleri eğitimi anlamında İslam ülkelerinin kazanımlarını yadsımak yanlış olur.”

DİTİB’e göre Almanya’da görev yapan din görevlilerinin muhakkak üniversite seviyesinde bir eğitim alt yapısına sahip olmaları gerek. Bunun yanı sıra pratik bir meslek eğitimi denilebilecek, kişiyi imamlığın yanı sıra camideki din hizmetleri alanındaki görevlere hazırlayacak bir eğitim de bekleniyor. Altuğ’a göre bu eğitimin nerede yapıldığından ziyade hangi kalitede olduğu önemli: “Biz DİTİB olarak bu konuda Türkiye’de zaten var olan, geniş ve kaliteli din görevlisi havuzundan faydalanmayı önemli buluyoruz. Her ne kadar şu an göz ardı edilse de Türkiye’den gelen din görevlilerinden sadece Müslümanlar faydalanmadı, Alman toplumu açısından da verimli bir modeldi bu.”

Bu eleştirilen model kapsamında aslında imamlar Türkiye’den Almanya’ya bütünüyle hazırlıksız da gelmiyorlar. Din görevlileri Türkiye’den gelmeden önce 5 aylık seminerlere katılıyorlar ve burada dil bilgisi yanında Almanya’nın kültürel, tarihsel ve sosyolojik altyapısını da içeren bilgiler alıyorlar.

Bütün tartışmalara ve siyasetten sert çıkışlara rağmen DİTİB, Türkiye’den imam getirme modelinde ısrarcı görünüyor. Altuğ, “ithal imam” tartışmalarına noktayı şöyle koyuyor: “Camilerimizin hepsine yetecek kadar, Almanya’da sosyalleşmiş, çok iyi Almanca bilen din görevlimiz burada yetişse dahi, biz anne babalarımızın geldikleri ve sevdiğimiz insanların yaşadığı coğrafya ile ve o coğrafyadaki gelenekle bağımızın devam etmesi nedeniyle çok uzun bir müddet daha Türkiye’den ve diğer Müslüman ülkelerden din görevlilerinin gelmesini, din görevlilerimizin bu ülkelerde eğitim almasını Müslümanların bir realitesi ve ihtiyacı olarak görüyoruz. Köklerimizin budanmaması için bunu elzem görüyoruz. Mevzu yalnızca Almanya’da ya da yalnızca Türkiye’de eğitimin alınması ya da kişilerin bu sınırlar içerisinde hapsolması değil. Biz İslam ülkelerindeki İslami geleneği yadsıyan ve yok sayan bir din politikasına olumlu bakamayız. Almanya’da İslam ilahiyat eğitimi daha yeni filizlenmekte olan bir fidan. Bu fidanın kökleri Müslüman ülkelere uzanıyor. Eğer o kökleri koparırsak, bu fidan kurur. Amaç bu kökleri daha da güçlü kılıp bu fidanın meyve vermesini sağlamak olmalı. Ancak bu sayede kökü burada olacak yeni fidanların filizlenmesine zemin hazırlamak mümkün olacaktır.”

Almanya Müslümanları Merkez Konseyi (ZMD)

1987 yılında “İslami Çalışma Grubu” ismiyle kurulan Almanya Müslümanları Merkez Konseyi (ZMD), bugün 35 Müslüman çatı kuruluşu, cami ve üyeye sahip bir çatı örgütü. ZMD Genel Başkan Yardımcısı Nurhan Soykan, Alman hükümetinin imam eğitimi konusuyla ilgilenmesinin, DİTİB’in Türkiye ile bağlarını koparma talebiyle başladığını söylüyor. Buna karşın Soykan “Almanya’da imam eğitiminin” ZMD’nin kuruluşundan beri savunduğu bir talep olduğunu, kurumun Almanya merkezli düşünüp çalıştığı için imam eğitimini de “burada” konumlandırdığını belirtiyor:

Soykan’a göre Almanya’da yalnızca Müslüman cemaatlere yönelik yurt dışı finansmanının yasaklanması ya da engellenmesi doğru değil. “Alman kiliseleri de yurt dışında dinî faaliyetleri finanse ediyor, başka dinî cemaatler de yurt dışından finansal destek alıyor. Sadece Müslümanlar için böyle bir uygulama adil değil.” diyen Soykan, ZMD bünyesindeki cami derneklerindeki imamlarla ilgili modellerin birbirinden farklı olduğunu ifade ediyor: “Bazı camilerimiz imamlarını kendileri eğitiyor, bazıları ise köken ülkelerden gelenleri işe alıyorlar.”

Yine Soykan’a göre imam eğitimiyle ilgili devletin kırmızı çizgileri belli. İmam eğitiminin nerede ne şekilde yapılacağına devletin karar veremeyeceğini belirten Soykan, “Bu her cemaatin kendi çözmesi gereken bir konu. Devlet bu konuda yalnızca alt yapıyı sağlar.” diyor. Müslüman cemaatlerin köken ülkelerden imam temininin engellenmemesini talep eden Soykan, “Bütün dünya Müslümanlarıyla sıkı bağlarımız olması gerek. Aynı anda buranın yaşam koşullarını tanıyan imamlara da ihtiyacımız var.” diyor.

İslam Kültür Merkezleri Birliği (VIKZ)

1973 yılında Köln’de kurulan İslam Kültür Merkezleri Birliği (VIKZ) bünyesinde 300 cami ve eğitim kurumu barındırıyor. VIKZ aynı zamanda Almanya’da imamlarını kendisi eğiten en büyük İslami cemaatlerden biri. Kurum 1980’li yılların sonunda Köln’de kendi içinde bir eğitim tesis etmiş. Başlarda hafta sonu ve tatillerde verilen kurslar, şu anda 3 senelik, bitirme sınavlarıyla bezeli bir eğitim programına dönüşmüş durumda. Programın sonunda bir camide 1 senelik staj da öngörülüyor.

VIKZ’nin Halkla İlişkiler Sorumlusu Erol Pürlü, öncelikle imamlığın bir meslek değil, bir vazife olarak telakki edilmesi gerektiği görüşünde. “İmamlar topluma örnek konumunda olan şahsiyetlerdir. Dolayısıyla eğitimleri de ayrıca önem gerektiren özel bir alandır.” diyen Pürlü, VIKZ’nin imamların Almanya’da eğitilmesine hassaten önem gösterdiğini söylüyor. “Biz İslam Kültür Merkezleri Birliği olarak imam eğitimine verdiğimiz önemden dolayı 30 seneden bu yana imamlarımızı kendimiz yetiştiriyoruz.” diyen Pürlü bu eğitim hakkında şu bilgileri veriyor: “İmam adaylarına üç sene boyunca gereken dinî ilimleri öğretiyoruz. Buna Arapça, akaid, fıkıh, mantık dersleri dâhil. Ayrıca pratik olarak müezzinlik, namaz kıldırma ve hutbe okuma gibi birçok dinî vazifeyi uygulamalı olarak öğretiyor, talim ediyoruz. Daha sonra imam adaylarımız bir sene staj yaparak eğitimlerini tamamlamış bulunuyorlar. Şubelerimizde istihdam edildikten sonra imamlara düzenli bir şekilde seminerler tertip ediliyor ve çeşitli sahalarda gelişmeleri sağlanıyor.”

VIKZ açısından imamların Almanca bilmemesi ya da yurt dışı finansmanı sorunu bu şekilde çözülmüş görünüyor. Nitekim Pürlü, VIKZ bünyesinde eğitim gören imam adaylarının cemaatin köken lisanlarını ve kültürünü, yani Türkçe ve Türk kültürünü bilmelerinin çok önemli olduğunu, ama aynı şekilde yerel dile hâkimiyetin de sağlandığını belirtiyor: “Biz hem Almancaya, Alman kültürüne hem de Türkçeye ve Türk kültürüne iyi vakıf olan imamlar yetiştiriyor ve bu imamları istihdam ediyoruz.”

Almanya İslam Konseyi (Islamrat)

1986 yılında kurulan ve 450’ye yakın cami cemiyetini çatısı altında barındıran Almanya İslam Konseyi’nin Başkanı Burhan Kesici’ye göre Almanya’da siyasetin imam eğitimine yönelik ilgisi yeni değil. Konu daha önce 2002 yılında Federal Meclis’te de değinilmiş, 2000’li yılların başından itibaren imamlar ve imam eğitimi konusu daha ziyade “radikalliği önleyici tedbirler” ya da “ulus devlet dengeleri” kapsamında ele alınmıştı.

Kesici’ye göre Almanya’da imam eğitimi talebi bir ihtiyacın sonucu. Fakat siyasetin konuya yaklaşımı her zaman Müslüman cemaatin ihtiyaçlarından hareketle şekillenmiyor: “Almanya’da bir imam eğitimi ve burada finansman imkânlarıyla birlikte Müslümanların köken ülkelerinden büyük oranda kopması isteniyor.” diyen Kesici şöyle devam ediyor: “Elbette kimse Almanya’da bir imam eğitiminin ve imamlara yönelik ileri eğitimlerin gerçekleşmesine karşı değil. Böyle bir eğitim zaten aslında ağırlıklı olarak Almanya’da gerçekleşiyor. Aynı şekilde kimse Almanya’da finansman imkânlarının güçlendirilmesine de karşı değil. Fakat teolojik diskur, ulusaşırı bir diskurdur ve köken ülkelerden ayrı bir şekilde ele alınamaz. Bu tarz bir teoloji, Müslümanlar nezdinde kabul de görmeyecektir.”

Yurt dışı finansmanıyla ilgili tartışmaların da sembol politikasına dayandığını belirten Kesici, anayasal zeminde yurt dışı finansmanının yasaklanmasının mümkün olmadığı görüşünde: “Anayasamız ve uluslararası hukuk incelendiğinde yurt dışı finansmanı önünde bir engel olmadığı açık. Fakat burada sorunun ismi doğru konulmalı. Eğer Müslüman cemaatler üzerinde siyasi, dinî ya da başka türlü etkilerden endişe ediliyorsa, bunun ismi doğru konulmalı ve Müslüman cemaatler kriminalize edilmemeli.”

İslam Konseyi, çatısı altında bulunan üye dernekleriyle birlikte imam eğitimini 3 yoldan gerçekleştiriyor. Bunlardan ilki, Almanya’daki ilahiyat fakültelerinin mezunları. İkinci grup, Almanya’da doğup, okula gitmiş, ama ilahiyat eğitimini Türkiye’de almış olan kişiler. Bu iki grup hem eğitimleri esnasında, hem de eğitimlerinden sonra uygulamalı ileri eğitimlere tabi tutuluyor ve yükseköğrenimlerinden sonra İslam Konseyi’nin çatısı altındaki camilerde istihdam ediliyorlar. Üçüncü olarak da özel bir eğitim kurumunda imam eğitimi imkânı söz konusu. Bütün bu opsiyonlardaki en önemli avantaj, söz konusu imam adaylarının Almanya’da sosyalleşmeleri, cami cemiyetlerinde yetişen ve cemaatten kabul gören kişiler olmaları.

Bu üç imam eğitimi modeliyle Almanya’da yetişen imamların sayısında artış olduğunu söyleyen Kesici, imam eğitiminin muhakkak akademide gerçekleşmesi gerektiği görüşünün cemiyetler nezdinde çok önemli olmadığını ifade ediyor: “Yükseköğrenim görmüş bir imamın görev yapması memnuniyetle karşılansa da, günlük yaşamda imamın akademik eğitim almış olması birçok Müslüman açısından çok büyük rol oynamıyor. Cemaat mensupları pratik sorularında ya da ibadetlerinde yardıma ihtiyaç duyuyorlar ya da imamın kendilerine yaşamın her türlü safhasında yol gösterip onları dinlemesini bekliyorlar.”

Aynı şekilde imam eğitiminin nerede ya da hangi ülkede gerçekleştirildiğinden daha önemli sorular olduğunu belirten Kesici şöyle diyor: “Eğer imam eğitimi için bir kriter listesi oluşturulacak olsaydı, bu eğitimin nerede gerçekleştirildiği listenin üst sıralarında yer alırdı. Ama bu listenin en başında, bu eğitimin kalitesi ve İslami gelenekle bağlantısı var. Bu gereklilikler dikkate alınmalı. Almanya’da henüz yenice tesis edilen İslam ilahiyatlarından farklı olarak Müslümanların köken ülkesinde çok daha büyük bir tecrübe hazinesi var. Fakat bu ülkelerde de Almanya’daki Müslüman cemaat kültürü yok. Almanya’da camiler sadece namaz kılma mekanları değil, aynı zamanda buluşma noktaları, sosyal merkezler. Sonuçta imam eğitiminde dikkate alınması gereken hususlar arasında şunlar yer almalı: Geleneğe bağlılık, Almanya/Avrupa’da oluşan teolojik sorulara bu bağlamı göz önünde bulunduran teolojik cevap arayışları, köken ülkelerde ilahiyat alanındaki tecrübeler, Almanya’daki cami-cemaat kültürünün özellikleri.”

Bu bağın kurulması için Almanya’da yaşayan Müslümanların köken ülkeleriyle bilgi alışverişi içerisinde olmasının önemli olduğunu söyleyen Kesici, “Teoloji bu karşılıklı iletişimle birlikte gelişir, bu nedenle de bu iletişimin engellenmemesi gerekir.” diyor. Fakat ardından ekliyor: “İslam Konseyi, imam eğitiminin ağırlıklı olarak Almanya’da gerçekleştirilmesini doğru buluyor. Bunu yaparken de şu an hizmet sunan imamlarından ve onlarla cemiyetlerimiz arasında tesis edilmiş güven ilişkisinden vazgeçmek niyetinde değiliz.”

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler