'Dosya: "Avrupa Sendikaları ve Göçmenler"'

Türkiye Kökenli İşçilerin Sendikalarda Temsiline Dair Gözlemler

Avrupa’daki sendikalar ve işçi konseyleri birçok göçmen kökenli işçi için önemli bir temsil alanı. Peki buradaki Türkiye kökenliler sivil toplumun neresinde yer alıyor?

@ Shutterstock.com değişiklikler: Perspektif

Kapitalist ülkeler her ne kadar göçmen emeğine ihtiyaç duysalar da diğer yandan göçü kontrol altında almak ve göçmeni geldikten sonra da denetim altında tutmak için özel çaba göstermektedir. Ancak göçmenler kendilerine sunulan bu pasif rolü genellikle reddetmekte, kendileri ve aileleri için daha iyi yaşam şartlarını zorlamaktadırlar. Bu çelişkinin de etkisiyle birçok göçmen onlarca yıldır çalışmasına, vergi ödemesine, yasalara uymasına karşın vatandaşlık haklarıyla ilgili çeşitli kısıtlamalara tabi olmaktadır. Bu nedenle de demokratik yaşama katılmada ve kendini temsil etmede yasal engellerle karşılaşabilmektedirler. Ancak temsil ve katılım sadece vatandaşlık ve oy verme ile sınırlı değildir. Almanya örneğinde de sıkça görüldüğü üzere mahallî seçimlerde dahi oy verme imkânına sahip olmayan birçok göçmen, sendikal yapı içinde yükselip binlerce, on binlerce işçinin temsilcisi olarak ciddi bir politik figüre dönüşebilmektedir.

Bu yazıda Kasım 2015-Şubat 2016 arasında Düsseldorf ve Köln kentlerindeki dört büyük sanayi fabrikasında (Mercedes, Ford, Thyssen Krupp ve Piersburg) çalışan Türkiye kökenli işçiler arasında yapılan saha çalışmasının bazı sonuçlarını paylaşacağım. Bu fabrikalarda toplamda 210 işçi ile anket görüşmesi yapılmış, ardından işçilerle ve işçi temsilcileriyle odak grup toplantıları düzenlenmiş, en son olarak da sendika yetkilileriyle, göçmen dernekleriyle, akademisyenlerle derinlemesine mülakatlar ile toplanan veriler değerlendirilmiştir.

İşçi Sendikaları ve İşçi Konseyleri

İş yerleri, iş yerlerinde varlık gösteren işçi sendikaları ve iş yeri konseyleri (Alm. “Betriebsrat”) yerli ve göçmen kökenli işçilerin ilişkisini anlamak için önemli alanlardır. Zira buralarda yerli işçiler ve farklı milletlerden gelen göçmen işçiler günün önemli bir kısmını birlikte geçirmekte, birbirlerini gözlemleme ve tanıma imkânına sahip olmaktadır. Yine sendika gibi gönüllü teşkilatlarda bir araya gelerek ortak çıkarları için mücadele etmektedirler. Birçok göçmen işçi vatandaş olmasa dahi bu alanlarda kendini temsil etme imkânına sahip olabilmektedir. Almanya’da iş yerlerinde uygulanan “birlikte yönetim” ve “iş yeri demokrasisi” ilkeleri vasıtasıyla işverenle pazarlık ve şirket içi gelişmelerde danışma gibi konularda sendikalara ve iş yeri konseylerine özel imkânlar sunulmaktadır. Bu durum iş yerlerinde sendika ve iş yeri konseyi seçimleri üzerinden canlı bir demokratik yaşamın ortaya çıkmasını sağlamaktadır. 

Bununla beraber iş yerinde sendikalar ve iş yeri konseyi üzerinden göçmen işçinin kendini görünür kılması, temsil etmesi ve demokratik sürece katılması, göçmen ağ örgüsü içindeki konumundan da etkilenebilmektedir. Örneğin bir işçinin sendika temsilciliğine seçilmesi, sendikal alandaki ve iş yeri konseyindeki tecrübesi ve çabasının ötesinde, göçmen örgütlenmeleri içindeki prestijinden kaynaklı olabilir. Yahut uzun süre iş yeri temsilciliği yapan bir işçi burada elde edindiği yeteneği vakıf ve derneklerde yöneticilik yaparak sürdürebilmektedir.

İşçi Sendikaları ve İşçi Temsilcilerine Dair Tutumlar

Alan çalışmasında görüştüğümüz işçiler yaş, sendika üyeliği ve kıdem açısından deneyimli işçilerdi, önemli bir kısmı 10 yıldan fazla süredir iş yerinde çalışıyordu ve sendika üyesiydi. (80 işçi 21 yıldan fazla süredir aynı işyerinde çalışmaktaydı.) Her 4 iş yeri de uzun yıllardır güçlü bir sendikal yapıya ve işçi konseyi temsilciliğine sahip olsa da Türkiye kökenli işçilerin iş yerlerinde bu kurumlara olan yaklaşımında iki temel farklılık açığa çıktı. Ford fabrikasındaki işçiler sendika ve iş yeri konseyine olumlu bir bakış açısına sahipken diğer üç fabrikadaki işçiler daha olumsuz bir tutum sergiliyordu. 

Ford fabrikasında Türkiye kökenli işçiler arasında sendikal görev alanların sayısı daha fazla ve “İş yerinde bir sorun olduğunda sendikaya başvururum.” diyenlerin oranı diğerlerine nazaran çok daha yüksekti. Yine Ford işçilerinin büyük çoğunluğu (88/116) sendikal çalışmalardan memnunken, diğer üç fabrikada bu soruya cevap veren işçilerin büyük çoğunluğu (60/88) memnun değildi. Sendikanın göçmen ve yerli işçiye adil davranıp davranmadığı konusunda da Ford fabrikasındakiler olumlu cevap verirken (85/103) diğerlerinde 83 işçiden 45’i olumlu cevap verdi. Bunun belki de en önemli nedeni Ford fabrikasında Türkiye kökenli işçilerin sendikal yapıda ve iş yeri temsilcileri arasında daha fazla temsil edilmesi ve bu sayede kendilerini daha iyi ifade edebiliyor olmalarıdır.

Bu fabrikalarda görülen en ilginç bulgu ise Türkiye kökenli işçilerin kendi içlerinde Türkiye’den taşıdıkları siyasi gündemler ekseninde ikiye bölünmesiydi. Türkiye siyaseti ekseninde görülen siyasi kutuplaşma iş yerlerindeki sendikal seçimlere de yansımakta ve çalışmanın yürütüldüğü iki fabrikada işçiler iki ayrı listeyle seçimlere girmektedir. Oysaki sendikal konuların, ücret pazarlığı ve çalışma şartlarının Türkiye siyasetiyle doğrudan bir ilgisi olmadığı gibi sendika üyesi olan diğer milletlerden işçiler açısından da hiçbir kıymeti bulunmamaktadır. Bu fabrikalarda Türkiye kökenli işçiler önemli bir sayıyı oluşturuyorlar. Örneğin Ford fabrikasında yaklaşık 18 bin işçinin 6 bini, Mercedes’te ise 6 bin işçinin bini Türkiye kökenli. Çalışma şartları, ücretler gibi konularda Türkiye kökenli işçilerin kendi içinde ve diğer milletlerden işçilerle ortak hareket etmesi daha avantajlı olabilecekken Türkiye referanslı siyasi kutuplaşma buna engel olmaktadır.

Ancak ilginç olan bir veri, iş yerinde Türkiye-odaklı kutuplaşma ekseninde (örneğin Alevi-Sünni, Türk-Kürt, AK Partili olma-olmama vb.) birbiriyle iletişim kurmayan işçilerin çalıştıkları fabrikaya, sendikalara, Alman toplumuna dair yaklaşımlarının da oldukça benzer olduğu anketlere verilen cevaplardan anlaşılmaktadır. Örneğin Ford fabrikasında çoğunluk olumlu bakarken Mercedes’te olumsuz yaklaşım oradaki tüm Türkiye kökenli işçiler tarafından paylaşılmakta, ortak şikâyetler öne sürülmektedir. Buna karşın ortaklaşılamamasının birçok nedeni olmakla beraber en temel sebebinin “böl-parçala-yönet” yaklaşımının sonucu olduğu öne sürülebilir. Bu ayrı bir yazının konusu olmakla beraber Türkiye kökenli göçmen topluluğunun kendi içinde parçalı ve kavgalı olması bu büyüklükteki bir azınlık topluluğun kontrolü, yönetimi ve hareketliliği açısından hem Alman hem de Türk otoritelerine belirli imkânlar sunmaktadır. Bu aynı zamanda tüm göçmen topluluğunu ilgilendiren ortak konularda birlikte hareket etmenin de önüne geçmektedir.

İşçi Temsilciliği Sonrasındaki Kariyer Tercihleri

Alan çalışmasında öne çıkan bir diğer özellik ise Türkiye kökenli işçilerin yıllar süren temsilcilik deneyimlerinin ardından sendikal alanda kariyer yapmak ve yükselmek yerine göçmen derneklerine yönelmesidir. Sendikal yapıda hiyerarşik açıdan üst görevlerde Türkiye kökenliler olsa da sayıları oldukça azdır. Birçok işçi temsilcisi ise, örneğin emekli olduğunda, elde ettikleri deneyimleri cami derneği, Alevi derneği veya hemşeri derneği gibi kurumlarda değerlendirmektedir. Bunun bir sebebi bu tür bir kariyer değişikliğinin daha rahat olmasıdır. Alman sendikası içinde bir rekabete girmek, Almanca diline hâkimiyeti ve siyasi bağlantıları gerektirmektedir; hâliyle daha zorlu bir rekabettir. 

Ancak dikkat edilmesi gereken başka bir sebep daha vardır. Bu da Alman sendikalarının “Alman, beyaz, erkek” yoğunluklu olma özelliğini korumasıdır. Karşısına çıkan engelleri gören göçmenler ve kadınlar daha başka arayışlara girmektedir. Alman sendikal hareketi ilk günden itibaren göçmen işçiyi üye yapmış, göçmen haklarını her zaman savunmuş, ırkçılığa karşı çıkmış ve Almanya’nın bir göç ülkesi olduğunu dile getirmiştir. Fakat bu hareket, kurumsal yapısında bir göç ülkesi olmaya özgü gerekli değişimleri ve reformları yapmamıştır. Bunun sonucunda 20-30 yıllık iş yeri temsilciliği deneyiminin sonuçlarından sendikal hareket yararlanamamakta, göçmen işçiler de bu dönemde öğrendikleri örgütleyici özelliklerini vakıf ve derneklerde sürdürmeyi tercih etmektedirler.

Türkiye Kökenlilerde Görülen Kutuplaşma 

Türkiye kökenli işçiler arasındaki söz konusu iç kutuplaşma yalnızca Türkiye kökenli göçmen işçilere dair bir özelliktir. Her ne kadar iki temel kutuptan bahsedilse de her bir kutup içinde de çok sayıda iç kutuplar yer almaktadır. Bu durum ciddi bir kurum enflasyonu ortaya çıkmaktadır. Zira Türkiye kökenliler tarafından oluşturulan kurumlar arasında sadece toplumdan destek alma konusunda değil, aynı zamanda Türk ve Alman devletlerinden fon alma konusunda da ciddi bir rekabet yaşanmaktadır. IG Metall’in 80 milletten üyesi olsa da; örneğin İtalyan ve Yunan toplumlarında da kendi içlerinde siyasi, kültürel, dinî açıdan ciddi farklılık olsa da; ekonomik ve sosyal çıkarları ifade eden ortak konularda dahi ortak hareket etme konusunda en fazla sorun Türkiye kökenli işçiler arasında yaşamaktadır. 

Araştırmanın ortaya koyduğu önemli bir argüman, bu kutuplaşmanın söylemsel düzeyde kaldığıdır. Örneğin Türkiye’de siyasi kutuplaşmanın ekonomik, siyasi ve sosyal yaşamda karşılıkları vardır. İhalelerde, sosyal desteklerde, kurumlar içinde yükselmekte bu kutuplaşmanın sonuçları görülmektedir. Ancak Almanya’da bu tür ekonomik, maddi ve sosyal kutuplaşmanın sonuçlarının temeli yoktur veya oldukça sınırlıdır. Aynı fabrikada çalışan, aynı şartlarda yaşayan göçmen işçilerin anketlere verdikleri cevaplar, dile getirdikleri dertler ve çözümler aynıdır. Dolayısıyla anketlere verilen cevaplarda her bir fabrika özelinde bir farklılık yaşanmamış, fabrikalar arasında farklı cevaplar açığa çıkmıştır. Kendi içinde kutuplaşmış, dünyaya farklı perspektiflerden bakan kesimlerin çalışma yaşamı ve sendikal hareket konusunda da bu tutumunu göstermesi beklenebilir. Ancak birbirinden habersiz ve bağımsız olarak ortak sorunlara işaret edilmesi dikkate değerdir. Ford’un Mercedes’e göre daha olumlu cevap vermesi de esasında sendikal yapıya ve şirkete olan yaklaşımın sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Araştırmanın vardığı en önemli sonuç ise Türkiye kökenli göçmenlerin meselelere salt kimlik ve politik aidiyet açısından değil; ekonomik ve sosyal şartlar açısından yaklaşmasının ortak hareket edebilmek açısından şartları daha çok kolaylaştırabileceğidir. 

Emre Eren Korkmaz

Oxford Üniversitesi Uluslararası Kalkınma Bölümü’nde öğretim görevlisi olan Dr. Emre Eren Korkmaz, Batı Avrupa’daki Türkiyeli göçmenlerin kamusal alanı ve siyasi temsili ilgili çalışmalarını sürdürmektedir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler