'Dosya: "Avrupa'da Helal Beslenme"'

İslam’da Hayvan Etiği

Kur’an’da belli başlı hayvanların etlerinin yenmesi helal kılınmıştır. Ancak, bu hayvanların etlerinin helal kılınması onların istendiği gibi kullanılabileceği anlamına gelmez.

Shutterstock.com değişiklikler: Perspektif

Hayvanın İslam’daki yerinden söz edildiğinde bu konu genellikle dinî kesim veya domuz eti yasağı ile ilgili tartışmalarla ilişkilendirilir. Hâlbuki İslam düşünce tarihinde hayvana ve hayvanlara muameleye ilişkin oldukça fazla kıssa ve anekdot mevcuttur. Bunun da ötesinde Kur’an’da da hayvana ilişkin çok çeşitli açıklamalar yer alır. Örneğin Kur’an’da bulunan toplam 114 surenin altı tanesinin başlığı bir hayvan ismidir: Bunlara örnek olarak Kur’an’ın 2. suresine başlık olan inek (Bakara suresi), 27. sureye başlık olan karınca (Neml suresi) veya 105. sureye başlık olan fil (Fil suresi) gösterilebilir. 

En büyüğünden en küçüğüne kadar, Kur’an tüm hayvanlara yer vermektedir. Dahası; bu hayvanlardan Kur’an’da tesadüfen yaratılan varlıklar olarak bahsedilmemektedir. Aksine tüm hayvanların Allah’ın iradesi ile yarattığı canlılar olduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla hayvanlar Allah’ın yarattığı canlılar olarak insanın yanında yerini almakta ve bunların ortak kökü olan “Allah” vurgulanmaktadır. Bu mahlukatın her ikisi de Allah’ın yarattığı canlılar olma, yaşam alanı olarak dünyayı paylaşma ve rızıklarının Allah tarafından gönderilmesi ortak noktasında birleşmektedir. Bu anlamda şöyle buyrulmaktadır:

“Ve yeryüzünde yaşayan hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah’a bağlı olmasın; ayrıca O, her canlının [yeryüzünde] yaşama süresini de, (ölümden sonra) yerleşip kalacağı yeri de bilmektedir. (…)” (Hûd suresi, 11:6)

Ayrıca Kur’an’da hayvanlardan sadece Allah’ın rızıklandırdığı canlılar olarak bahsedilmemiş, aynı zamanda onların sürekli Allah’ı tesbih ettikleri de vurgulanmıştır:

“Yedi gök, yer ve bunların içindekiler Onu tesbih ederler. Hiçbir şey yoktur ki Onu övgüyle tespih etmesin. Ancak siz onların tesbihlerini anlamıyorsunuz. (…)” (İsrâ suresi, 17:44) 

Ayrıca hayvanlar tıpkı insanlar gibi sosyal yapılarda (ümmet) yaşadıkları ve dolayısıyla kendi toplulukları olduğu için sosyal varlıklar olarak anlaşılmaktadır. Buna ilişkin şöyle buyrulmaktadır:

“Yeryüzünde yürüyen her türlü hayvan ve gökyüzünde iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi, ancak sizin gibi toplum yani birer ümmettirler. (…)” (En’âm suresi, 6:38)

Dolayısıyla hayvanların Kur’ân-ı Kerîm’de sadece işlevselliği bakımından değil, aynı zamanda ve özellikle insanların arasında var olan canlılar olarak, toplumlar hâlinde yaşayan ve Allah’ı tesbih eden, Allah’ın yarattığı varlıklar olarak takdim edildiğini söyleyebiliriz. Bu yönüyle hayvanlar, düşünen insanlar için Allah’ın ayetleridir:

“Muhakkak ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbirini takip edişinde, akıl sahipleri için ibretler vardır. Onlar ki ayakta dururken, otururken ve uyumak için uzandıklarında Allah’ı anar, göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde inceden inceye düşünürler: ‘Ey Rabbimiz! Sen bunları(n hiç birini) anlamsız ve amaçsız yaratmadın. Sen yücelikte sınırsızsın! Bizi ateşin azabından koru!’ (…)” (Âl-i İmrân suresi, 3:190–191)

İşte burada insan halifelik işlevi ile ön plana çıkmaktadır. Bu Kur’an anlatısının başlangıcı insanın halife tayin edilmesine dayanmaktadır. Buna ilişkin olarak şöyle buyrulur:

“Hani Rabbin meleklere; ‘Ben yeryüzünde dünya düzeni kurmaya, ilahi hükümleri icraya, yeryüzünü imara yetkili halifeler hazırlayıp yerleştireceğim.’ demişti. Melekler: ‘Orada bozgunculuk yapacak, karışıklık çıkaracak, kan dökecek birilerini mi hazırlayıp yerleştireceksin? Oysa biz sana hamd ederek zikrediyor, seni tesbih ediyoruz. Senin kutsallığını biliyor, kabul ediyor, Seni takdis ediyoruz.’ dediler. Rabbin: ‘Ben, sizin bilmediklerinizi biliyorum.’ buyurdu.” (Bakara suresi, 2:30)

Ancak insanın yeryüzünde halife kılınması kesinlikle bir zafer olarak algılanmamalıdır; halifelik nihai yöneticilik makamı anlamında bir üstünlük değildir. Halife Allah adına hareket etmekle yükümlü bir görevlidir. Bu bakımdan insana iki görev tayin edilmiştir: İnsan Allah tarafından seçilmiştir, fakat seçilmiş bir canlı olarak da her zaman Allah’ın hizmetkârı yani kuludur; sonuç olarak onun görevi Allah’a teslim olmak ve Allah’ın emirleri doğrultusunda hareket etmektir. İşte halife olarak insana düşen zorlu görev de budur; Allah’ın kendisine emanet ettiklerini koruyabilmek için kendi ihtiyaçları ile diğer mahlukatın (insan, hayvan, doğa) ihtiyaçları arasında dengeyi ve uyumu sağlamak. Eğer insan bunu yaparken kendini merkeze koyarsa Allah’ın yarattığı denge (mizan) bozulur. 

“Hayvanların İnsanlara Fayda Sağlaması Onların Sahibi Olduğumuz Anlamına Gelmez”

İslami görüşe göre insanın ahirette hesap gününde kendisine emanet edilenlerden hesaba çekileceği düşünüldüğünde insana büyük bir sorumluluk verildiği görülmektedir. İnsan ile kendisine emanet edilenler arasındaki ilişki asla insanın bu emanetlerin hâkimi, hatta sahibi olduğunu düşündüğü bir ilişkiye dönüşmemelidir. Hayvanların insanlara fayda sağlaması onların sahibi olduğumuz anlamına gelmez. Bu anlamda insana bazı hayvanlardan örneğin yününden kıyafet elde etmek, gıda temin etmek gibi alanlarda faydalanmaları için izin verilmiş olmakla birlikte Kur’ân-ı Kerîm’de hayvanların sağladığı manevi faydadan da bahsedilmektedir. Bu anlamda Kur’ân-ı Kerîm’de hayvanlar Allah’ın ayet ve mucizeleri olarak takdim edilmekte ve insanlar hayvanlar üzerinde tefekkür etmeye ve onlarda Allah’ın imzasını görmeye davet edilmektedir.

“Onlar göğün boşluğunda ilahî emir dâhilinde (uçan) kuşları görmediler mi? Onları (havada) tutan ancak Allah’tır. Doğrusu bunda inanan bir toplum için nice ibretler (Allah’ın kudretine işaretler) vardır.” (Nahl suresi, 16:79)

Bu noktada akıllara bütün bunların çağdaş İslami hayvan etiği bakımından ne anlama geldiği sorusu gelmektedir? Özellikle Avrupa’da toplu hayvancılığın arttığı dönemlerde et tüketimi meselesinin teolojik açıdan nasıl ele alınacağı sorusu aydınlığa kavuşturulmalıdır. Bu noktada sadece Kur’an’da et tüketimine izin verilen kısımlara atıfta bulunmak bu konunun içerdiği karmaşıklığın ele alınması için yeterli olmayacaktır. Zira kitlesel besi hayvancılığının, pestisit kullanımının, antibiyotiklerin ve genetiği değiştirilmiş gıda tartışmalarının arttığı bu dönemlerde bu soru İslami teoloji ve etik ışığında yeniden anlam kazanmaktadır. Bu sorunun gerektiği gibi ele alınabilmesi için burada farklı alanlara bakılması ve disiplinler arası bir yaklaşım gereklidir. Dolayısıyla bu meseleyle bağlantılı olarak ortaya çıkan sorular sadece hayvan etiğine ilişkin sorular değildir: Örneğin Allah’ın Elçisi Hz. Muhammed (s.a.v.)’in hayvanların strese maruz bırakılmamasını emrettiği göz önüne alındığında, hayvanların sadece bir eşya olarak görüldüğü, onlardan her türlü özgürlüğün çalındığı ve en yüksek stres koşullarında kesime götürüldükleri yozlaşmayla nasıl mücadele edilebilir? Peki, aynı şekilde Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından yasaklanan inek ve buzağının ayrılması konusunda ne yapılmaktadır? Allah Kur’an’da hayvanları durmadan kendisini anan, tesbih eden varlıklar olarak tanıtırken onlara acı verilmesi nasıl mümkün olabilir? 

Et tüketiminin ayrıca çevre kirliliğinde büyük rolü olduğu düşünüldüğünde bu ve bunlar gibi hayvan etiğine ilişkin birçok sorunun yanı sıra çevreye ilişkin etik sorular da mevcuttur. Bu anlamda büyük bir kısmında ağaçlar kesilen Amazon ormanı hayvanların otlaması için mera olarak kullanılacaktır. Bunun yanı sıra et üretimi, aralarında araçların, trenlerin, gemilerin ve uçakların da yer aldığı dünya çapındaki tüm ulaşım trafiğinden, daha fazla sera gazı üretimine sebep olmaktadır. Ayrıca günümüzde hasat edilen ürünlerin %50’sinin, dünyadaki açlık probleminin muazzam boyutlara ulaştığı bir devirde besi hayvanlarını beslemek için kullanıldığı düşünüldüğünde bu durum da göz ardı edilemez. Dünya çapında görülen ve kısmen Avrupa’ya bile ulaşmış olan su kıtlığı da bu anlamda büyük bir rol oynamaktadır: Örneğin sadece bir kilo dana eti üretimi için yaklaşık 15.000 litre suya ihtiyaç vardır. 

Çevreye ve Hayvanlara İlişkin Çok Sayıda Sosyo-Etik Problem Mevcuttur

Çevreye ve hayvanlara ilişkin bu etik problemlerin yanı sıra çok sayıda sosyo-etik problem de mevcuttur. Böylece çok fazla miktardaki et tüketimi arazi gaspına sebep olur ve daha önce de ifade edildiği gibi küresel açlığı ve su kıtlığını artırır. Örneğin Güney Amerika’da, Afrika’da ve Asya’da 25 milyon hektardan daha fazla tarım arazisi kuzey yarıkürenin et tüketimini karşılayabilmek için ayrılmıştır. Bu arazi yerli halkın temel gıda maddelerini yetiştirmek için ihtiyacı olan ancak kullanamadığı bir alandır. Kısaca, Müslüman Avrupalılar olarak bizler bu keyfi başkalarının yüksek bedeller ödemesi pahasına sürüyoruz.

Tüm bunlar bizi, insanlara ve hayvanlara zarar veren açlığın ve çevre felaketlerinin gittikçe arttığı bir devirde bu konuyu helal ve temiz bakımından tekrar ele almaya sevk etmelidir. Sadece Kur’an’da et tüketimine esas olarak izin verilen ayetleri öne sürmek yeterli olmaz. Asıl yapılması gereken bu ayetleri yukarıda belirtilen hususların ışığında okumaktır. Kur’an’da böyle buyrulmaktadır.

“Ey İnsanlar! Yeryüzünde helal ve temiz olanlardan yiyin, şeytanın adımlarına uymayın. Zira o, sizin apaçık bir düşmanınızdır.” (Bakara suresi, 2:168) 

Burada helal kavramı izin verilen ve meşru anlamında hukuki bir kelime iken temiz kavramı iyi ve saf olan anlamına gelmektedir. Bu noktada akıllara Kur’an’ın gıdalarla ilgili olarak neden dört yerde helal kavramı ile temiz (tayyib) kavramı arasında bağlantı kurduğu sorusu gelmektedir. Bu sebeple bu kavramın ahlaki bir kavram olarak anlaşılması da şaşırtıcı değildir: Mesela müfessir Sehl et-Tüsterî helal kavramını yasal olarak izin verilen, meşru olduğu için Allah’a itaatsizlik etmemenin vurgulandığı bir kavram olarak tanımlamıştır. Buna karşın temiz (tayyib) ise insanın Allah’ı unutmadığı şeydir; buna göre temiz olan şey izin verilenin daha yüksek bir derecesini teşkil eder ve dolayısıyla bu derece gıdaya daha ileri, bütüncül bir bakış açısı getirir. Bu nedenle kararlarımda tayyib anlamında iyi ve saf olanı gözetirsem Allah’ı unutmam. Allah’ın varlığı bilinci benim için daima canlı olduğu için bunu tüm eylemlerime ve böylece yediklerime de yansıtırım, dolayısıyla iyi ve kötü ayrımı yapar ve sonuç olarak ahlaki bir şekilde hareket ederim. İyiyi ve kötüyü birbirinden ayıran Kur’an’a (Furkân) göre hareket eden Müslüman’ın asıl amacı bu noktada belirginleşir. “Helal ve temiz” (helâlen tayyiben) ifadesini gıda bağlamında ele aldığımızda her iki öge de dikkate alınmalıdır.

Sonuç olarak: Her şeyi kapsayan ve bu anlamda sadece Avrupalı insanları değil, daima tüm insanları, hayvanları ve doğayı da gözeten bir din, et tüketiminin artı değerini de sorgulamalıdır. Dolayısıyla eğer İslam insanın ve hayvanın incinmesi söz konusu olduğunda, sadece birkaç kişinin menfaatlerine odaklanarak indirgeyici bir yaklaşım sergilerse bu iddiasını yerine getirmemiş olur. Bu anlamda, halifesini her zaman adil olmaya ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmamaya teşvik eden bir din bakımından sürdürülebilir düşünce görüşünü keskinleştiren bir etiğe yönelmek gerekir:

“Düzeltildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Ona, korkarak ve rahmetini umarak dua edin. Muhakkak ki Allah’ın rahmeti, iyilik edenlere yakındır.” (A’râf suresi, 7:56)

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler