'DOSYA: "Makbul Mültecinin Peşinde'

Mültecilere Kucak Açmada Dindarlık Faktörü

İltica ve göç hareketleri her geçen gün daha da yoğunlaşırken, mültecilerin ve göçmenlerin hedef ülkelerinde bu insanlara karşı farklı tutumlar görülebiliyor. Peki bu tutumların oluşmasında dindarlık veya sekülerlik ne gibi etkilere sahip?

Fotoğraf: Istvan Csak / Shutterstock.com

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, ülkeden kaçan insanları ağırlayan ülkelerin nezdinde ek bir “mülteci krizi” olabilecek büyüklükte bir mülteci dalgası başlattı. Bu yeni gelenlere karşı merhametli bakanlardan tutun da sert tavırlara kadar her tutum için birçok alan mevcut. Sosyal bilimciler insanların mültecilere karşı takındıkları tavırların altında yatan sebepleri anlamaya çalışırken bunun dinî bir arka planının olduğu açığa çıktı. Artık dindar ve seküler toplumların mültecilere karşı tutumlarını nasıl kurduklarına dair bir fikrimiz var. Bu fikirler, uluslardan Ukrayna’dan kaçan mültecilere yardım etmeleri beklenirken neler olabileceğini öngörmemize yardım edebilir.

Dindar Toplulukları Yardıma Sevk Eden Etkenler

Dindar Batılı toplulukların mültecilere yardım etmek için güçlü saikleri var. Yakın zamanda yapılan araştırmalar dindarlığın mültecilere karşı gösterilen cömert tutumlarla ilişkili olduğunu söylüyor.1 Bazı okurlar için bu hiç de şaşırtıcı değil. Dünyadaki her büyük din fakirlere yardım etmeyi ahlaki açıdan erdemli bir davranış olarak destekler, hatta dinî bir pratik olarak zorunlu kılar. Örneğin İslam dini hayır yapmayı ya da zekâtı dinin şartlarından biri olarak kurumsallaştıracak kadar bunu ileri taşır. İbrani İncili (Tanah) İsrailoğullarının mültecilere yardım etmesini zorunlu kılar, ki Îsâ da bu hususu Tapınağı arındırışı ve Roma vatandaşlarını ziyareti sırasında yeniden ele alır. Bunlar gösteriyor ki, mülteciler de dâhil olmak üzere insanlara karşı hayırda bulunmak inananlar için gayet kıymetli ve bilindik bir şey.

Diğer bazı araştırmacılarsa “ilk mülteci” figürünün önemini vurguluyor.2 Bu, tüm büyük dinlerin temelinde mültecilerin/muhacirlerin bulunduğu gözlemine atıfta bulunuyor. Her Noel zamanında Hristiyanlar, Meryem ve Yusuf’un bebek Îsâ’yı, şiddetten kaçırmak üzere Mısır’a götürdüğü doğum hikâyesini anar. İslam takvimi olan kamerî takvim de Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye gidişiyle başlar. Hindular için önemli olan bir hikâyede Vasudeva’nın, bebek Krişna’nın öldürülmesini engellemek için Kamsa’nın sarayından kaçışı anlatılır. Yahudilik bir ulusun kendilerine zulmedenlerden kaçarak sürgüne gidişleriyle ilgili hikâyeler barındırır. Budistler, Siddharta’nın, krallık yerine züht hayatını tercih ederek babasının sarayından kaçışına önem atfederler. Bu hikâyeler tüm inananlara, evlerini terk etmek zorunda kalan insanların kaçışlarındaki kutsallığı görmek noktasında bir temel sunar.

Son olarak mülteciler hakkında çalışan araştırmacılar dinî kurumların sağladığı altyapıya da dikkat çekiyor. Örneğin ABD’de mültecilerin ülkeye yerleşiminden sorumlu olan kuruluşların çoğunu dinî kuruluşlar oluşturuyor.3 Büyük kiliseler ve dinler arası kooperatiflerse Avrupa genelinde mültecilere yardım noktasında hayati bir rol oynuyor.4 Bu durumsa altyapı oluşturmakla kalmıyor, aynı zamanda sıradan vatandaşların mültecilere yardım işlerine dâhil olmasını sağlıyor. Son olarak şunu belirtmeliyiz ki her ülkede dinî azınlıklar mevcut. Dinî azınlık toplulukları, yaşadıkları ülkeye çoğu zaman mülteci olarak gelmiş oluyorlar. Durum böyle olmadığı zaman dahi azınlık olmaları sebebiyle dışlanmaları oldukça yaygın. Bunun, yirmiden fazla Avrupa ülkesini kapsayan çalışmalarımda gözlemlediğim sonuçlarından birisi dinî azınlıkların mültecileri en iyi şekilde karşılayan gruplar arasında olması.5 Dinî azınlıklar, kendileri de dışlanan topluluklar olmaları hasebiyle, belki dindaşları olarak benzer bir yolculuğa çıkmış göçmenlerin kaçışlarıyla empati kurabiliyorlar.

Seküler Cenahtaki Durum

Fakat bu, yabancılara sadece dinî toplulukların ihtimam gösterdiği anlamına gelmiyor. Seküler devletlerin, sivil toplum kuruluşlarının ve hatta bireylerin de bunun için yolları bulunuyor. Sekülerleşme bazen modernleşmeyle bağlantılandırılır. Modernleşen topluluklar da çoğulculuğa ve ayrımcılık karşıtlığına vurgu yapabilir. Seküler devletler ve bireyler genellikle bölücü dinî milliyetçiliklerin farkındadırlar ve bunun ötesine geçme peşindedirler. Bu noktada arzulanan hedef, yeni mültecilerin kabulünde dinî farklılıkların engel oluşturmasını engelleyen dinî tarafsızlıktır. Dahası, modern seküler devletler genellikle eğitimin desteklenmesini vurgularlar. Eğitimse en temelde daha fazla hoşgörü göstermeyle ilişkilendirilir ki bu da anlayışlı ve cömert mülteci politikalarının tercih edilmesi sonucunu doğurur. Hepsinde olmasa da bazı uluslarda bağımsızlık/bağlantısızlık (non-affiliation) ilerici siyasetle birlikte anılır. Bu da ülkeye gelen mültecilerin sağladığı çeşitliliği memnuniyetle karşılatan çok kültürlü motiflerin ve siyasi tercihlerin artışını sağlayabilir. Bu tavır ülkeye yeni gelenlerin memnuniyetle karşılanmasını, kültürlerini muhafaza etmeleri noktasında teşvik edilmelerini ve bu kimselere sosyoekonomik güvence ağları sağlar.

Birçoklarına tüm bunlar fazla iyimser gelebilir. Dinî ve seküler toplulukların gelenleri kabul noktasında buluşması sık rastlanan bir şey değildir. Dinî ve seküler yapıların aynı zamanda yerliliğe yönelen güçlü bağları da vardır. Bu hususta ilk olarak grup dışındakilere yönelik ön yargılardan bahsedebiliriz. Dinlerin çoğu yabancılara karşı ihtimam göstermeye vurgu yaparken bu durum bazı dindar bireyleri kendileri gibi olmayanlardan nefret etmekten alıkoymaz. Bu durum kendini genellikle bazı dinî cemaatlerin bir ülkedeki mevcudiyetlerini tekelleştirmeye çalıştığı durumlarda dinî rekabet olarak açığa vurur. Çoğunluğa sahip olan dinî topluluk, kendi dinî baskınlığının korunması için diğer grupları hedefleyen göç politikaları noktasında devlet nezdinde lobi çalışmaları yürütebilir. Ayrıca milliyetçilik birçok devlet içerisinde yükselişte ve de sıklıkla dinî milliyetçilik formuna bürünüyor. Bu durum birden çok dinde yaşanıyor ve aralarındaki ortak nokta da dinin milliyetle eşitlenmesi. Bu söylediğimle aynı minvalde olarak, farklı dinlerden olan mülteciler vatandaşlığa ya da ülkeye yerleşmeye layık değillermiş gibi de görülebilirler. Bunlarla uzaktan da olsa bağlantılı bir şey olan kutsallaştırma ideolojisi dinî kaideleri yasa raddesine yükselterek kurumsallaştırır. Bir dinin inanç ve pratikleri devlet tarafından mecburi kılındığı zamansa yeni gelen dindar kişilerin oraya yerleşmesi zorlaşır. Hatta bu durum mültecilerin o ülkeden kaç(ın)malarının sebebi bile olabilir.

Ön yargıların artması ve kurumsallaşması seküler toplulukları da risk altında bırakıyor. Dindar bireyler gibi herhangi bir mensubiyeti bulunmayan kişiler de kendilerini kendileri gibi olmayan insanlardan üstün görmekten ari değildir. Dinî topluluklar gibi seküler topluluklar da demografik değişimlerin bir tehdit olduğunu düşünebilir ve kendi konumlarını muhafaza etmek için yeni gelen dindar insanlara karşı benzer yasaları geçirebilirler. Göçmenlere karşı gösterilen hoşgörüsüzlüğün yaygın bir açıklaması da Batı’daki dindar olmayan kişilerin sekülerleşme süreçlerini desteklediği ve bunun da onları çoğunluk grup statüsüne doğru ittiğidir. Göçleri bir “işgal” olarak çerçeveleyen anlatılar ortaya çıktığında bazı insanlar kendi demografik kazanımlarının tersine döneceği endişesine kapılabilir. Dahası, daha fazla hoşgörüye götüren modernleşme motifleri de iki taraflıdır. Sekülerleşme moderniteyle, hoşgörüyle ve çoğulculukla eşitlendiğinde bazı kimseler için bunun vardığı yer dinin gerici ve tehlikeli olduğu sonucudur.6 Bu bahsettiklerimiz ister Hollanda’daki Geert Wilders olsun isterse Fransa’da “laïcité”nin ana akım uyarlamalarında sunulan İslam karşıtı retorik olsun, seküler bir Batı’yı bu kültürle sözde uzlaşmaz Müslüman yabancılara karşı korumak için göç kısıtlaması önerilerini gittikçe daha fazla görüyoruz.

Ukrayna’dan Gelen Mültecilere Ne Olacak?

Tüm bunlar Ukrayna’dan gelen mültecilere ne olacağı sorusunu akla getiriyor. Önerebileceğimiz en iyi yorum geleceğin açık olduğu. Dindar ve seküler toplulukların önlerinde tercihler var. Merhamet çağrısında bulunan rahiplerini ve cemaat önderlerini dinleyebilirler ama kabile dürtüleri ve ülkeye yeni gelenlerin reddediliş yolları orada hep mevcut. Ancak Ukrayna için bu yollar daha az. Batı’nın mültecileri kabulünde karşılaştığı en büyük engel dinî ve etnik hoşgörüsüzlük oldu. Çoğunluğu oluşturan beyaz topluluklar, son (ve hâlâ) devam eden mülteci krizi sırasında, çoğunlukla İslam’a mensup siyah ve kahverengi göçmenleri kabullenmekte zorlandılar. Ukrayna ile birlikte bu bariyerlerin çoğu kaybolmuş durumda. Ukraynalılar milliyet açısından yabancı olarak addedilseler de bu insanların çoğu gittikleri Batılı ülkelerdeki ırksal ve dinî çoğunluğun üyeleri olarak varlar. Gerçekten de Ukraynalı mültecileri Orta Doğu’dan ya da Afrika’dan gelen Müslümanlara tercih eden bir çifte standart olduğu başkaları tarafından da söylendi.7

Yazımı, okuyanlara bir çağrıda bulunarak bitirmek istiyorum. Bireylerin ve hükûmetlerin Ukraynalı mültecilere yaptığı her cömert eylemi memnuniyetle karşılamalıyız. Bunların daha fazla sunulması ve sağlanması için de baskı oluşturmalıyız. Ama bu, uygulanan çifte standartları artık yüksek sesle dile getirmeyeceğiz demek değil. Yöneticilerimize, Ukraynalılar cömert bir biçimde fonlanırken, bundan kısa bir süre önce yaşanan mülteci dalgasında insanlardan masrafları için mücevher ve takılarının neden gasbedildiğini sormalıyız. Ukraynalı mülteciler hızlı bir biçimde ülkelere kabul edilirken, çoğunlukla Batılı hükûmetlerin sebep olduğu ya da kötüleştirdiği durumlardan kaçan Müslüman mültecilerin denizlerdeki ölümleri için neden kendilerinin suçlandığını sormalıyız. Demeliyiz ki “Niçin Ukrayna’ya yardım çağrıları o kadar doğal kabul edilirken Orta Doğu’dan ve Afrika’dan gelen mülteciler, ülkeleri tehdit eden dördüncü bir aşırı sağ partiler dalgasını tetikledi?” Ukrayna halkına yapılacak her yardım çabasına “evet” ve “tabii ki” diyoruz ve bunun ihtiyaç duydukları zamanlarda dünyanın geri kalanı için de geçerli olmasını istiyoruz.

Dipnotlar

https://doi.org/10.1093/socrel/sraa059

https://doi.org/10.1007/978-3-319-67961-7_8

https://doi.org/10.1080/1369183X.2018.1437344

http://www.jstor.org/stable/3806520

https://doi.org/10.1177/0002764218760370

https://doi.org/10.1177/0268580916662388

https://escholarship.org/uc/item/63x0r2ng

https://doi.org/10.1080/1369183X.2018.1437344

https://doi.org/10.1093/socrel/sraa059

https://www.onlinelibrary.wiley.com/doi/abs/10.1111/jssr.12335

https://www.hsph.harvard.edu/news/hsph-in-the-news/calling-out-a-double-standard-in-treatment-of-refugees-from-ukraine/

Kenneth R. Vaughan

ABD’de Connecticut Üniversitesi Sosyoloji bölümünde öğretim üyesi olan Vaughan’ın demokrasi, din sosyolojisi, karşılaştırmalı tarih sosyolojisi, küresel ve ulusaşırı sosyoloji ve sosyal hareketler alanlarında araştırmaları bulunmaktadır.
Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler