'DOSYA: "Makbul Mültecinin Peşinde'

Batı ve Ukraynalı Mülteciler: Yeni Soğuk Savaş Mülteci Politikalarının Başlangıcı mı?

Ukraynalı mülteci hareketi ile birlikte ortaya çıkan ırkçı çifte standart tartışmaları gündemde olsa da bu tartışmalarda gözden kaçırılan çok önemli jeopolitik bir husus var: devletler bu gibi nüfus hareketlerini siyasi amaçları için araçsallaştırırlar ve bu süreç içerisinde ırk kavramı “biçimlendirilebilir” hâle getirilir.

Fotoğraf: kirill_makarov /Shutterstock.com

Rusya’nın ülkelerini işgalinden kaçan milyonlarca Ukraynalı mülteci Avrupa’da sıcak bir biçimde karşılandı. Evlerini terk etmek zorunda kalan herkes için durumun böyle olduğunu söyleyemeyiz. Bu ender dayanışma örneği Avrupa Birliği’nin (AB) mültecilere karşı tavrı hakkında bir tartışmanın fitilini ateşledi ve ırkçı çifte standartlar konusu gündeme taşındı. Gerçekten de yakın bir zamanda çoğu Avrupa ülkesi gayet endişeliydi. Kıtadaki birçok ülke “Avrupa’nın mülteci krizi” sürecinde Suriyelilere karşı açıktan düşmanca tavır takınmıştı. Ne var ki bu tartışmalarda çok önemli bir husus gözden kaçırılmakta: devletler nüfus hareketlerini siyasi amaçlar için araçsallaştırırlar. ABD ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) arasındaki güç mücadelesi İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde mülteci politikalarının kilit parametresiydi. Ve dünya başka bir Soğuk Savaş’a sürüklenirken, jeopolitik değerlendirmeler ve güç siyaseti devletlerin zorunlu göçe karşı gösterdiği tavırlarda yine belirleyici hâle geliyor. Soğuk Savaş’ın mülteci politikalarında ırk kavramı “biçimlendirilebilir” bir kavrama dönüşür.

Irk meselesi, gelişmekte olan dünyanın 1970’lerde Batı’ya gelen mülteci akımının önemli bir kaynağı hâline gelmesinden beri Batı’nın mülteci politikalarında her zaman mevcut olan bir mesele. Bu mülteci akımı süreciyle çakışan bir önemli gelişme daha var ki o da uluslararası ekonomik büyümenin yavaşlaması ve Avrupa ve ABD’de işsizliğin artması. Belirli bir zaman sonra Batılı devletler ucuz yabancı iş gücüne ihtiyaç duymadılar ve katı göç ve mülteci politikalarını uygulamaya koydular. İşçi göçleri bu dönemden sonra ekonomik güvensizlik kaynağı olarak değerlendirilmeye başlandı ve misafir işçi programlarına son verildi. Mülteciler sadece cömert, refah devletinin fırsatlarına erişebilmek için uluslararası koruma talep eden “gizli ekonomik göçmenler” olarak görülmeye başlandı. Mültecilerin çoğunluğu Küresel Güney’den geldiği için ırk, kültür ve din hususlarındaki görünür farklılıklar bu mültecileri Küresel Kuzey içindeki potansiyel siyasi ve toplumsal tehdit unsurlarına dönüştürmek için kullanıldı. Gelişmekte olan ülkelerden gelen mülteciler, daha en başından itibaren Batı’da “daha az değerli” kimseler olarak muamele gördüler.

Soğuk Savaş’ın Ürettiği “Değerlilik Hiyerarşileri”

Ne var ki, 1970’lerden önce dünyadaki ana “mülteci üreticisi” “Üçüncü Dünya” değil, “İkinci Dünya”ydı, yani SSCB etkisi altındaki ülkelerdi. Komünizme kuvvetli bir muhalefet besleyen ve ezici bir çoğunluğu beyazlardan oluşan bu mülteciler Batı’da gayet iyi bir şekilde karşılandılar. Mesela, İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda birçok Polonya askerinin İngiltere topraklarında kalmasına izin verildi, zira savaş sebebiyle işçi sıkıntısı baş göstermişti. 1945’le 1980’lerin ortası arasında ABD’ye mülteci olarak kabul edilenlerin yüzde 90’ından fazlası komünist ülkelerden kaçanlardı. O zamanlar mültecilerin “sahiciliğine” dair bir tartışma yoktu. Hatta, Soğuk Savaş’ın en şiddetli zamanlarında, 1951’de Mülteci Sözleşmesi’ni yorumlamaya ihtiyaç duyulmadı. Bir Birleşmiş Milletler (BM) Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) yetkilisinin deyişiyle, “eğer bir sığınmacı Doğu’dan gelmişse o kişi net bir biçimde mülteciydi.” Bizim bugün bildiğimiz hâliyle küresel mülteci rejimi İkinci Dünya Savaşı sonrası ürünüdür. Soğuk Savaş sadece -beyaz, komünizm karşıtı- “iyi mülteci” prototipinin yaratılmasına ve böylelikle Batı’da 1970’lerde belirmeye başlayan “değerlilik hiyerarşileri”ne giden yolun açılmasına yardımcı olmadı. Aynı zamanda günümüze kadar mülteci yardımlarını belirleyen kuralları, politikaları ve gerekçelendirmeleri de olağanüstü bir biçimde etkiledi. Soğuk Savaş mülteci rejimi faydacı bir rejimdi, ekonomik ve ideolojik hesaplara bağlıydı, bundan dolayı da jeopolitik çıkarlar ön plandaydı.

ABD ile SSCB arasındaki güç mücadelesi, siyaset ve ekonomi ile beraber silahlanmadan uzay yarışına ve spora varana kadar her alanı etkiledi. Soğuk Savaş mülteci politikalarının kaideye istisna oluşturduğuna inanmak naiflik olur. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) ya da 1951 Mülteci Sözleşmesi gibi uluslararası kurumlar ya da araçlar, ortaya çıktıkları ilk andan itibaren aşırı politize oldular ve tartışma alanı hâline geldiler. Batı’nın bakış açısından “Sovyetler yörüngesinden gelen her mülteci, komünist sistemin başarısızlığını temsil ediyor(du).” Komünist bloktan Batı’ya kaçan her kişi somut bir “kızıl tehdit”in doğurduğu kötülüklerin bir kanıtıydı. Komünist bloktan kaçarak Batı’da mülteci olan herkes güç savaşında ahlaki üstünlüğün ele geçirilmesi için bir fırsattı. Doğu, Batı’nın her icadına karşı olduğu gibi, mülteci politikalarına da şüpheyle ve düşmanlıkla yaklaştı. Mülteci Sözleşmesi’nde yer alan “1 Ocak 1951’den önce meydana gelen olaylar” ifadesi SSCB tarafından Batı’nın “faşist ve antidemokratik rejimler”le ilişkili kişileri koruma çabası olarak yorumlandı. Benzer şekilde sözleşmede mülteci tanımına “işkence/zulüm” ifadesinin eklenmesi de Sovyet siyasi sisteminin ve yönetiminin açıktan bir eleştirisi olarak görüldü. Doğu’nun mülteci politikalarını ele alışı Batı’nınkinden temel anlamda farklıydı: “Kişi sadece faşizmden kaçarak mülteci olabilirdi, SSCB faşist değildi. Bundan dolayı da SSCB’den kaçan ya da geri dönmeyen herkes mülteci değil bir ajan, sabotajcı, hain ya da bir suçluydu.”

Irkın Müzakere Edilebilir Hâle Gelmesi

Zorla yerlerinden edilen göçmenlerin kimlikleri ya da nasıl gösterildikleri mülteci politikaları için hayati öneme sahiptir. Soğuk Savaş döneminin beyaz ve komünizm karşıtı “örnek mülteci” figürünün en iyi örneği Macarlarda cisimleşir. 1956 yılında Stalinci yönetime karşı gerçekleşen Macar Devrimi anında ABD’nin dikkatini çekmişti. Ülkelerinden kaçan Macar “özgürlük savaşçıları”nın mülteci olarak kabul edilmesi ve insani yardım sağlanmasıyla birlikte o zamanki ABD’nin SSCB’ye karşı dış politikasında belirleyici bir köşe taşı olmuştu. Bugün yerlerinden edilen Ukraynalılara olduğu gibi o zaman da neredeyse her Batılı devlet Macarlara iltica imkânı sağlamıştı. Ne var ki Soğuk Savaş döneminde zorla yerlerinden edilen toplulukların hepsi “iyi mülteci” tanımına uymuyordu: ABD’deki Kübalı mülteciler. Kübalı mültecilerin “beyazlıkları”nın ve diğer “arzulanır özellikleri”nin inşa edilmesi gerekmişti. 1950’lerde Castro’nun devriminden kaçan binlerce kişi hemen ABD’nin SSCB’ye karşı güç oyununun bir parçası hâline geldi. ABD’deki Kübalılar beyaz, iyi eğitimli, komünizm karşıtı ve orta-üst sınıf insanlar olarak betimleniyordu: “aynı bizim gibi”. Bu betimlemeler Küba devriminin ilk zamanlarında ülkeden kaçan kişiler için büyük oranda doğru olsa da ABD’ye 1960’larda ve 70’lerde gelmeye devam eden Kübalılar için böyle değildi. Soğuk Savaş mülteci politikalarında ırk müzakere edilebilir bir şeydi.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgali uzun vadede ve Soğuk Savaş sonrasında büyük güçler arasındaki barışın sonunun yaklaşmasında belirleyici bir an. ABD Başkanı Joe Biden bu dönüm noktasındaki asıl gerginliği liberal demokrasilerle otokratik rejimler karşılığı olarak çerçevelendirdi. Bu yeni Soğuk Savaş’ın jeopolitik oyunları geniş çaplı zorla yer değiştirmelere yol açtıkça, büyük güçler arasında yeniden canlanan bu mücadelede mülteci politikaları kilit bir rol oynayacak. Devletler, göçleri kendi iç ve dış politika amaçlarına hizmet etmesi için kullanıyorlar: rakip ideolojinin açıklarını ortaya çıkarmak, uluslararası alanda kendi “imgelerini” geliştirmek, kıymet verdikleri müttefiklerini desteklemek için. Ne var ki dünyamız 70 yıl önceki dünyadan bambaşka bir dünya. Irk kavramının Batı için o zamanlar olduğu kadar “biçimlendirilebilir” olup olmadığını ise yakın zamanda göreceğiz.

Kaynaklar

Barnett, L. (2002), Global governance and the evolution of the international refugee regime, International Journal of Refugee Law, 14 (2 ve 3), s. 238-262.

Current, C. B. (2008), Normalizing Cuban refugees: Representations of whiteness and anti-communism in the USA during the Cold War, Ethnicities, 8 (1), s. 42-66.

Goodwin-Gill, G. S. (2017), ‘The politics of refugee protection’, in Lambert, H. (Ed.) International refugee law, Routledge, s. 145-160.

Loescher, G. and Scanlan, J.A. (1986), Calculated Kindness: Refugees and America’s Half Open Door, 1945 to the Present, New York: The Free Press.

Dr. Dimitris Skleparis

Dr. Dimitris Skleparis, Newcastle Üniversitesi’nde Güvenlik Politikaları bölümünde öğretim görevlisidir. Skleparis, artan güvensizlik ortamında göçün nasıl yönetildiği, algılandığı ve deneyimlendiğiyle ilgili çalışmalar yapmaktadır.
Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler