'DOSYA: "Makbul Mültecinin Peşinde'

“Çünkü Onlar…” – Avrupa’nın Mülteci Hiyerarşisi İmtihanı

Ukrayna’dan Avrupa ülkelerine yaşanan mülteci hareketleri sonrasında Avrupa ülkelerinde genel anlamda kucaklayıcı bir tavır görüldü. Kaçınılmaz olarak bu tavır, diğer savaş bölgelerinden gelen mültecilere gösterilen tavırla karşılaştırıldı. Göttingen Üniversitesi’nin Kültür Antropolojisi/Avrupa Etnolojisi Enstitüsü’nde göç sonrası toplumların problemleri alanında uzman olan Prof. Dr. Sabine Hess ile bu durumu konuştuk.

Prof. Dr. Sabine Hess

Ukrayna’daki savaş ve sebep olduğu mülteci hareketi sonrasında, Ukrayna’dan gelen mültecilere gösterilen tutumla güneyden gelen mültecilere gösterilen tutum arasında net bir ayrım olduğu görüldü. Bu tutumun temel dinamikleri nelerdir ve bir tür mülteci “hiyerarşisinden” bahsedilebilir mi?

Ukrayna’dan gerçekleşen kaçış hareketinin güneyden gerçekleşen kaçış hareketine kıyasla, özellikle de 2015 ve 2016 yıllarında Suriyeli mülteciler yine Rus bombalarından kaçarken oluşan iltica hareketine ilişkin tartışmalara bakıldığında, birbirinden çok farklı ele alındığı ve tartışıldığı ilk haftalarda bile açıkça görüldü. 2015-2016 yıllarında kamuoyunun görüşü çok hızlı bir şekilde değişti ve bu gelen kişilerin gerçek mülteci olup olmadığı ve gerçekten mülteci statüsünü hak edip etmedikleri tartışıldı. Bunun yanı sıra, çok hızlı bir şekilde insanları tam mülteci korumasından yoksun bırakan yasal reformlar da yapıldı. Örneğin, büyükçe gruplar sığınma prosedürünün tamamı boyunca büyük kamplara yerleştirildi.

Buna karşın günümüzdeki mülteci hareketine bakış olumluydu ve bu durum, açık bir hiyerarşiyi ortaya koyan ırkçı terimlerle ifade edildi: “Çünkü onlar beyaz, çünkü onlar Avrupalı ve bu nedenle kültürel olarak bize çok yakınlar.” Esasında bu güneyden gelen mültecilerin bize yabancı oldukları, bizden farklı oldukları, kültürel açıdan bizimle uyuşmadıkları iddiasını taşıyor. Siyasi olarak da çok farklı bir muamele gördüler. Bu anlamda söylemek istediğim, her mülteciye iyi bir muameleyi layık görmediğim değil; aksine bu defa Ukrayna’dan gelen mültecilerin uzun ve tatsız iltica prosedürlerinden geçmek zorunda kalmamaları, bu süreçleri yaşamak zorunda kalmamış olmaları ve bu sayede örneğin toplu kamplara yerleştirilmemiş olmalarından dolayı çok mutluyduk.

Ayrıca, yakın zamana kadar Ukraynalıların sadece ucuz iş gücü veya hasat işçisi olarak algılandığını ve bu muameleyi gördüğünü de unutmamalıyız. Bugüne kadar gelinen süreçte Ukraynalıların tam anlamıyla Avrupalı görüldüğünü söylemek güç.

AB üye ülkeleri ilk kez, Ukrayna’dan gelen mültecileri korumak için Kitlesel Göç Yönergesi’ni (2001/55/AT Yönergesi) etkinleştirdi. Fakat bu yönerge 2015 yılında Suriye’den gelen kitlesel mülteci akını sırasında etkinleştirilmemişti. Buna ek olarak, okuldan mezun olamayan Ukraynalı öğrenciler yine de üniversiteye gidebilecekler. Ulusal ve Avrupa düzeyindeki siyasi önlemler, Ukrayna’dan gelen mültecilerin kabulü ile Suriye’den gelen mültecilerin kabulünde nasıl bir farklılık gösteriyor?

İltica sistemi özellikle 2015’ten bu yana ciddi biçimde kötüleşti. Daha büyükçe gruplar için toplanma kamplarında daha uzun süreli kalışlar planlanıyor, hatta bu durum bazıları için iltica prosedürlerinin tamamı için planlanıyor ki bu süre iki yıldan fazla olabiliyor. Ayrıca bu kişiler ikamet zorunluluğuna tabi, dolayısıyla hareket özgürlükleri yok. Bunlar için Sığınmacı Yardım Yasası geçerli, bu da azaltılan sağlık hizmetleri anlamına geliyor. Toplu konaklama kamplarında okula devam etme imkânı genellikle öngörülmez veya bunu elde etmek için mücadele edilmesi gerekir. Bu kişilere sunulan sosyal yardım oldukça kısıtlıdır ve bazen de tek sahip oldukları şey kamplarda sunulan yiyeceklerdir.

Buna karşılık, Kitlesel Göç Yönergesi hareket özgürlüğü anlamına gelir, yani insanlar arkadaşlarına ve akrabalarına gidebilirler. Destek ve bağlantılar bulmayı umdukları yere gidebilirler, nerede yaşayacaklarını özgürce seçebilirler, taksim merkezlerinde kalacakları ve ülke geneline dağıtılacakları o kısa süre haricinde büyük konaklama yerlerine ya da kamplara gitmek zorunda değiller. Ayrıca kendilerine hemen çalışma hakkı tanınmış ve eğitim sistemine entegrasyonlarının nasıl organize edileceği, Ukraynalı öğretmenlerin işe alınması ve Ukraynalı sınıfların faaliyete geçirilmesine yönelik konular hemen alınmıştı. Çocukları karşılamaya ve entegre etmeye yönelik istek hemen mevcuttu. Ayrıca Ukraynalı mültecilerin tam sosyal yardımdan yararlanmalarına yönelik bir tartışma da yürütülüyor. Ben bunu memnuniyetle karşılarım, fakat aynı zamanda diğer tüm mülteciler için de memnuniyetle karşılarım.

Peki bu yönerge 2015 yılında neden fiilen etkinleştirilmedi?

O zamanlar sunulan gerekçe, mülteci hareketlerinin çok karmaşık olduğu, güzergâhlardan kimlerin geldiğinin bilinmediği ve gerçekten herkesin savaş mültecisi olarak kabul edilip edilemeyeceğinin belirsiz olduğu idi. Ancak o zamanlar bunun gerçekleşmemiş olmasının muhtemel asıl sebebi gelen bu insanların Avrupa ülkeleri, özellikle de Doğu Avrupa ülkeleri tarafından istenmiyor oluşlarıydı. Üstelik Suriyeli sığınmacılar daha o dönemlerde bile Rus bombalarından, biyolojik ve kimyasal silahlarından kaçıyorlardı. Bu konuda tamamen farklı bir empati anlayışı vardı ve bu nedenle Kitlesel Göç Yönergesi kısa süreli bir tartışma konusu oldu, fakat daha sonra çok hızlı bir şekilde geri çevrildi.

Mültecilerin acımasızca dövüldüğü ve sınırı geçmelerinin engellendiği Polonya-Belarus sınırını da hatırlayalım. Ayrıca Akdeniz’de her gün mülteciler boğuluyor. Avrupa mülteci ve sığınma politikasında insan yaşamının ön planda olmadığı söylenebilir mi? Bu bağlamda hangi etik sorunlar söz konusu?

En geç 1990’lı yıllardan bu yana mülteci politikası aslında mültecileri önleme politikası hâline gelmiştir. 1993 yılında temel sığınma hakkının fiilen kaldırılmasıyla birlikte Almanya, bu değişikliği yapan ilk Avrupa ülkesi olmuştur. Gittikçe daha fazla grubun tam mülteci koruması altına alınmaması için giderek daha fazla kriter üretiliyor. Prosedürler giderek daha karmaşık hâle geliyor, insanlar kamp yaşamına maruz bırakılıyor, giderek daha fazla yasal koruma kaldırılıyor. AB düzeyinde ortak Avrupa sığınma sistemi örneğin toplumsal cinsiyet politikasına ilişkin hukuki iyileştirmeler gibi bazı düzeltmeler gerçekleştirmiş olsa da Avrupa sığınma sistemi 1990’lardan beri savunmacı bir tavırla karakterizedir.

2015’te Avrupa Birliği’nde iki durum netlik kazandı. Bir yanda Avrupa sığınma sistemi o dönemde bile tam olarak çalışmadı, çünkü temel sorunlardan biri olan mültecilerin dağılımı konusu çözülmedi. Öte yandan, 1990’lardan bu yana özellikle Almanya, Dublin Tüzüğü adı verilen sistem aracılığıyla sınır ülkelerine mülteci korumasını devreden bir tecrit politikasında öncü olmuştur. Peki mültecilerin temel yükünü neden bu Güney ve Doğu Avrupa sınır ülkeleri üstlensinler?

Bu sistemin en başından beri nüktesi de buydu. Güney Avrupa ülkelerinin, Dublin sistemini siyasi olarak düşüremeyecek olsalar bile kendileri için bir çıkış yolu buluyor oldukları gitgide netleşti. Bu durum bugüne kadar çözülmüş değil, bu sebeple Avrupa iltica sistemi çok büyük sorunları ihtiva ediyor. Ancak şu anda aslında en şiddetli abluka ülkeleri olan Doğu Avrupa ülkelerinin Ukraynalı mültecilerin kabulünü organize ediyor olmaları tabiri caizse bu sorunları telafi ediyor. Bununla birlikte durumun karıştırılmaması ve kendilerine sonradan “Ukraynalı mültecilerin dağıtımını organize ettik, o yüzden bir dahaki sefere güneyden gelen mültecilerin dağıtımına da katılın.” denmemesi için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar.

Mülteci ve iltica politikası kapsamında askıda olan reformları somut olarak ifade edebilir misiniz? Aslında artık başarısız olduğu görülen Dublin Tüzüğü’ne zaten değinmiştiniz.

Maalesef size bunu detaylı olarak anlatamam. Bir yıl önce “Yeni Göç ve Sığınma Paketi” adı altında bir araya getirilen ve o dönemde çok tartışılan pek çok münferit reform paketi var. Bahsettiğim gibi, bu yeni paktın sonuç olarak gerçekten başarılı olmasının önündeki en önemli tıkanıklık noktalarından biri, çözülmemiş olan dağıtım sorunudur. Ancak bu konuda çözülmemiş daha başka sorunlar da var. Bunlar arasında özellikle hakların ortadan kaldırılması ve iltica prosedürünün komşu ülkelere getirilmesi sorunu da yer alıyor ki Almanya bunun olmasını istediğine dair, diğer bir ifadeyle Hotspot sisteminin genelleştirilmesine yönelik beyanda bulunmuştur. Buna göre, iltica prosedürleri mültecilerin ilk kabul edildikleri ülkelerdeki kamplarda gerçekleştirilecek ve dağıtımları ancak bundan sonra organize edilecektir. Cenevre Mülteci Sözleşmesi kapsamında tam mülteci korumasının sona ermesi anlamına gelen birçok farklı unsur var

1960’ların misafir işçi göçü Alman toplumunda hem olumlu hem de olumsuz birçok iz bıraktı. Ukrayna’dan gelen yeni mülteci hareketinde, özellikle Almanya ve Avrupa için ne gibi yeni deneyimler, fırsatlar ve zorluklar görüyorsunuz?

Daha fazla göç, bu toplumu daha da çoğullaştıracak ve onu fiilî anlamda daha da açık bir toplum hâline getirecektir. Bu durum her şeyden önce Doğu Avrupa ülkeleri için geçerli, çünkü bu ülkeler toplumlarını büyük ölçüde değiştirecek büyük bir göç hareketine kucak açmış durumda. Umuyoruz ki Avrupa ülkeleri, bu mülteci hareketinin Kitlesel Göç Yönergesi uyarınca düzenlenmesinin bürokratik anlamda da çok daha kolay olduğunu ve belki de buradaki örneğin toplu kampların kaldırılması, ikamet zorunluluğunun kaldırılması gibi olumlu unsurların da normal iltica sistemine dâhil edilebileceğini anlarlar. Fakat dürüst olmak gerekirse ben bunun olacağı konusunda pek iyimser değilim.

Enise Yılmaz

Bochum Ruhr Üniversitesi’nde hukuk eğitimi gören Yılmaz, Perspektif’in yayın kurulu üyesidir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler