'Dosya: "Avrupa'da Yoksulluk"'

Yoksulluk Nedir? Mutlak ve Göreli Yoksulluk Ne Demek?

Kimin “yoksul” olduğuna dair bütün ülkeleri ve bütün insanları bağlayan bir kriter olmasa da, yoksulluğun ne olduğunu anlatan birçok tanım var. Yoksulluğu anlamak için “mutlak” ve göreli yoksulluk” kavramlarını incelemekte fayda var.

Fotoğraf: Shutterstock.com | Değişiklikler: Perspektif

Yoksulluk nedir, sorusunu cevaplamadan önce bir sahneyi anımsıyorum: Geçtiğimiz kış önceden sipariş ettiğim ilacı almak için bir akşam vakti eczaneye giderken bir otobüs durağının yanından geçtim. Duraktaki bankta bir adam yatıyordu. Kıyafeti, o esnada eksilerde seyreden hava durumuna hiç de elverişli değildi. Ne yapacağımı bilmez bir hâlde yanından geçtim, eczanedeki işimi hallettim. Dönüş yolunda otobüs durağından geçerken adamın hiç hareket etmediğini fark ettim. Durumundan endişe ederek ona seslendim. Hafifçe uyandı. Bir şeye ihtiyacı olup olmadığını, ona yardım edip edemeyeceğimi sordum. Teşekkür ederek teklifimi reddetti. Vazgeçmedim ve birisini arayabileceğimi, belediyenin soğuk havalarda sunduğu desteklere bakabileceğimi söyledim. Yeniden reddetmesi üzerine ben de eve geçtim.

O gece çok soğuk geçti. Ertesi gün aynı otobüs durağına geri döndüm. Adam gitmişti. Endişeli bir şekilde internete girdim ve dün gece yaşadığım şehirde evsiz birisinin soğuktan donmuş olarak bulunduğuna dair haberleri taradım. Ve böyle bir haber bulamamış olmama sevindim.

Berlin’e giden birisi, kışın en soğuk günlerinde ne kadar çok evsizin başkent sokaklarında, köprülerin altında yaşadığına hayret edecektir. Dünyanın en zenginlerinden biri olan bu ülkede bu tarz açık bir muhtaçlığın nasıl mümkün olabildiği, bu tarz bir yoksulluğa nasıl müsaade edilebildiği ya da bunun nasıl görmezden gelinebildiği şaşırtıcıdır.

Evsizlik, yoksulluğun yalnızca bir sonucu, belki de semptomlarından biridir.

Yoksulluk Nedir?

Almanya gibi zengin ülkelerde yoksulluğun var olamayacağı ve Anayasa’da garanti altına alınan sosyal devlet anlayışının zor durumdaki insanları bütünüyle koruyacağı düşünülür. Bu durumda yoksulluğun tam olarak ne olduğu sorusu üzerine düşünmek anlamlıdır.

Kimin “yoksul” olduğuna dair tartışmasız, bütün ülkeleri ve bütün insanları bağlayan bir kriter yok. Bu tarz bir kriterin bulunmasına imkân da yok, çünkü toplumsal bir fenomen olarak yoksulluk, sosyal ve ekonomik şartların bütününün bir sonucu.

Burada “mutlak yoksulluk” ile “göreli yoksulluk” şeklindeki kavramları ayırmakta ve yoksulluğu bu açıdan anlamaya çalışmakta fayda var: “Mutlak yoksulluk”, kişinin gıda, barınma, kıyafet, tıbbi bakım gibi en temel maddi-fizikî ihtiyaçlarının karşılanamamasıyla ortaya çıkan yoksulluk biçimidir. Buna karşın “göreli yoksulluk” ise, kişinin içinde yaşadığı toplumun hayat standardına kıyasla kendi muhtaçlık durumunu tarif eden bir yoksulluk biçimidir. Bu tanıma dayanarak göreli olarak yoksul olan kişi, yaşadığı toplumda tabii ve “normal” olarak geçerli olan hayat standardına sahip olmayan, bu standardın altında gelir ya da varlığa sahip olan kişidir.

Almanya’da mutlak yoksulluk çok baskın olmasa da bu yoksulluk biçiminin, yani yiyecek yemek, barınma imkânı, giyinecek kıyafet ya da tıbbi bakım bulamayan insanların da Almanya’da var olduğu gerçeği çoğu zaman gözden kaçıyor. Bilhassa evsizlik fenomeni ya da Tafel isimli aşevlerinden gıda yardımına mecbur olanların sayısı (1,65 milyon) Almanya’da da en temel ihtiyaçlarını karşılamak konusunda ciddi sıkıntılar çeken insanların olduğunu bize gösteriyor. Diğer Avrupa ülkeleri için de benzer bir durumun söz konusu olduğu söylenebilir. Avrupa belki de “yoksulluk” denildiğinde akla gelen ilk kıtalardan birisi olmadığı için ana akım kamuoyu yoksulluğu sadece belirli coğrafyalara hapsediyor gibi. Sanki yoksulluk sadece koyu ten rengine sahip, kuraklıktan boğulan ve kıtlık çeken coğrafyaların kaderiymiş gibi davranılıyor. Oysa refah devleti idealleri ya da eşitsizliği ortadan kaldırmak amacıyla on yıllara yayılan sosyal politikaların gücü, dünya üzerinde yoksulluğu yerle bir etmeye hâlâ muktedir değil. Ve tam da bu nedenle “Avrupa” da “yoksulluk” kelimesiyle bir arada kullanılabilecek bir coğrafya.

Bunun dışında çok daha yaygın olan ama pek de görünmeyen “göreli yoksulluk”, insanların toplumsal yaşama katılımını büyük oranda kısıtlıyor ya da engelliyor. Buna göre Almanya’da toplumun ortalama net geliri olan 1.176 avrodan yüzde 60 oranında daha az gelire sahip olan kişiler “göreli yoksul” olarak değerlendirilebilir. Bu şartlar içerisindeki insanlar sıklıkla bu yoksulluğun içerisine doğmakta, başka şartları tanımamakta ve genelde de yoksulluğun yaygın olduğu şehir ve ilçelerde yaşamaktadırlar. Bu durum, bu kişilerin durumunun diğerleri için daha az görünür olmasını sağlar. Bu kişiler beklenildiği gibi pejmürde kıyafetlerle dolaşmazlar ya da açlıktan bir deri bir kemik kalmış değillerdir. Dış görünüşleri “normal”dir. Buradaki yoksulluk ancak bu kişiler alışveriş yapmak zorunda kaldığında kendisini gösterir. Bu yoksulluk kıyafet dolaplarında, okul için hazırlanan beslenme çantalarında veya sosyal aktivitelerde görünür olur.

Buradaki yoksulluk, maddi muhtaçlık durumundan çok daha fazlasıdır. Bu insanların sosyal açıdan ayıplanması travmatik yaşanmışlıklar doğurur. Özellikle de çocukların “yanlış” ya da “ucuz” kıyafetler giydikleri için (örneğin kışın okula terlik ya da yazlık kıyafetlerle geldiklerinde) akran zorbalığına maruz kalmaları buna bir örnektir.

Zenginle Fakir Arasındaki Makas Açılıyor

Göreli yoksulluğu “sosyolojik bir konsept” olarak görüp çok da önemsemeyen sesler de mevcut. Zira özellikle “göreli yoksulluk” ve doğurduğu sorunlardan bahsederken aslında toplumda kaynakların eşitsiz dağılımına dikkat çekmiş ve bu kaynakların daha adil bir şekilde dağılımı talebiyle de ortaya çıkmış oluyoruz. Özellikle pandemiyle geçirdiğimiz yıllar, kaynakların eşit dağılımıyla ilgili talepleri daha da güçlü kıldı.

Federal hükûmetin 2021 yılında kabine tarafından kararlaştırdığı ve her dört yılda bir yayınlanması planlanan “Fakir Zengin Almanya” başlıklı rapor, ülkedeki yoksulluğa dair önemli veriler sunuyor. 500 sayfalık bu kapsamlı raporun verilerine göre Almanya’da herkesin sıkça tekrarladığı “yoksulla zengin arasındaki makas” -bilhassa pandemi gibi kriz zamanlarında- giderek açılıyor.

Almanya’da zengin ve “süper zengin” insanların oranı son yıllarda giderek arttı. Aynı şekilde yoksulların oranı da giderek artıyor. Bununla eş zamanlı olarak da ortalama gelir giderek azalıyor. Toplumun en zengin yüzde 50’si, ülkedeki bütün mal varlığının yüzde 99,5’ini elinde tutuyor. Yüzde 3,8’i ise çok yüksek bir net gelire sahip.

Bütün bunlar Almanya’da kaynakların eşit dağılmadığını bize gösteriyor. Bu eşitsizlik, eski Şansölye Angela Merkel döneminde, yani geçtiğimiz 16 yılda açık bir şekilde büyüdü. Bunun muhtemel nedenlerinden birisi, 2005 yılında yürürlüğe giren sosyal reformlardı (Hartz IV). 1995 yılında işsiz olan insanların yüzde 15’i yoksulluk içerisindeyken, 2005 yılında bu sayı yüzde 35’e, 2015 yılında ise her 3 kişiden 2’sine kadar yükseldi.

Yoksulluk toplumsal barış ve birliktelik için bir zehirdir ve siyasi sonuçları vardır. Geliri ne kadar azsa kişinin siyasal angajmanı da o oranda azılır ve böylece seçimlere katılım da düşer. Buna ek olarak “sosyal açıdan yükselme” hayali de yoksul insan ve çocukları için genelde gerçekleşemez, zira düşük gelirli iş sektöründe yükselme imkânları oldukça azdır.

Yoksulluk kendisini yeniden üreten bir sistemdir. Kaynakların adil bir şekilde dağılımı siyaset ve toplumsal tartışmalarda merkezî bir konu olmadığı müddetçe yoksulluk var olmaya ve güçlenmeye devam edecek. Ve kaynakların eşit dağılımı gündeme gelmediği sürece birileri gazetelerde donmuş evsiz haberleri okurken, biz yoksulluğun semptomlarından ve bu semptomlarla mücadele imkânlarından bahsetmeye devam edeceğiz.

Enise Yılmaz

Bochum Ruhr Üniversitesi’nde hukuk eğitimi gören Yılmaz, Perspektif’in yayın kurulu üyesidir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler