Dosya: "Kesin Dönüş Mümkün mü?

“Geri Dönüş Miti, Göç Eden İnsanların Hayatında Mütemmim Bir Cüz Gibidir”

Diaspora Türk, 2008’den bu yana Avrupa ve Türkiye arasındaki göç hareketliliğinin ve özellikle ilk nesillerin yaşanmışlıklarını kayıt altına alıyor. Gönüllülük esasıyla çalışan grubun çalışmalarının arka planını ve “geri dönüş” duygusunun önemini Diaspora Türk’ün kurucusu Gökhan Duman’la konuştuk.

Diaspora Türk, Avrupa’daki Türkiye kökenlilerin hafızasını tutan belki en önemli aktörlerden birisi. Bu nedenle sizinle “geri dönüş/kesin dönüş” konusunu konuşmayı anlamlı buluyorum. İlk nesil göçmenlerin geri dönüş hikâyelerini sıkça dinleyen biri olarak “kesin dönüş” konusunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Göç deneyimi kendi içerisinde geri dönüş nosyonunu zaten barındırır. Kendi kültürümüzde metaforik olarak “eşikten dışarı” adımınızı attığınız andan itibaren de bu var olan bir şeydir. Yani arkada bırakılan “ev” geri dönülecek olandır, asıl yurttur. Bir tahayyül ya da nosyon dahi olsa “geri dönüş” fikri hep vardır. Avrupa tecrübemizde de geri dönüş hayali, 1961’den bu yana hep göçle birlikte gelişti ve ilerledi. Göç eden insanlar, bavullarının içerisinde yalnızca kıyafetlerini getirmedi. Kültürlerini, müziği, alışkanlıklarını, hayallerini de getirdi. İşte bunlardan bir tanesi de geri dönüş hayaliydi. Bizim yıllar önce görüştüğümüz emekli bir işçimiz şöyle diyordu: “Geri dönemeyeceğimi anlayınca memleketten bir fidan ve biraz toprak getirdim. Onu Berlin’de bir parka diktim. Şimdi onun gölgesinde yaşlanıyorum.”

Belki bu tahayyül ve özlem hissi fazla metaforik gelebilir ama teorik olarak da “diaspora” kavramı bu şekilde kurgulanmıştır. William Safran ve Robin Cohen’in modern diaspora çalışmalarına baktığımızda “anavatana geri dönüş fikrinin varlığı” modern diasporaların karakteristik özelliklerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Hayali ya da gerçek manada bir anavatan ve ona geri dönüş fikrinden bahsediliyor.

Geri dönüş miti, göç eden insanların hayatında mütemmim cüz gibi bir şey. İlk nesil işçilerle ilgili geçmişte hem Alman İstatistik Ofisi hem de Türkiye’de Devlet Planlama Teşkilatı’nın yaptığı araştırmalarda işçilere şunu soruyorlar: “Neden Almanya’ya işçi olarak gittiniz? Temel motivasyonunuz neydi?” Burada yüzde 58 oranında “gelir yetersizliği” ilk cevap olarak çıkıyor. Bir diğerinde de yüzde 67 oranında “birikim yapma” motivasyonu dikkat çekiyor. Kalıcı olmak ve yerleşmek için değil, finansal durumlarını düzeltmek için geldiklerini ifade ediyorlar.
Avrupa’daki diğer misafir işçilerle yapılan araştırmalardan bir tanesinde ise “Ana vatanınıza dönmek istiyor musunuz?” sorusu İspanyollar, İtalyanlar, Portekizliler, Yugoslavlar ve Türklere soruluyor. En fazla dönmek isteyen topluluk Türkler çıkıyor. Hatta ilk nesil işçilerin konu edildiği bir diğer araştırmada, geri dönüş isteği yüzde 91 oranında. Bu sonuçlar bize zaten ilk nesil işçilerde geri dönüş düşüncesinin oldukça baskın olduğunu gösteriyor. Makro bir ifadeyle, “Zaruri nedenlerden dolayı geldim, çalışacağım, birikimimi yaptıktan sonra geri döneceğim.” şeklinde bir algoritma üretilmiş.

Tarihsel olarak ele aldığımızda, göçün ilk anından itibaren her yıl geri dönüşlerin olduğunu görüyoruz. Geri dönüşün olmadığı bir yıl yok. İlk neslin toplu geri dönüşlerinde karşımıza belli başlı dönemler çıkıyor. Örneğin 1974-76 yılları, işçi alımının resmî olarak durdurulduğu, 1973 yılında petrol kriziyle birlikte Alman sanayisinin ciddi şekilde sarsıldığı, binlerce işçinin işten çıkarıldığı yıllar… Geri dönüş trendi ilk olarak bu dönemde pik yapmış. Bu yıllarda 150 bin işçi geri dönmüş. İkinci olarak da Alman devletinin para yardımı gibi nicel teklifler sunduğu 80’li yıllarda yükselmiş. 1982-1984 yıllarında 400 bin insanın Türkiye’ye kesin dönüş yaptığı görülüyor. 83-84’te zaten geri dönüşü teşvik yasası çıkartılıyor ve Almanya resmî olarak yabancı sayısını azaltma iradesini ortaya koyuyor. Bunlar esasında toplu göçler ve sosyolojik olarak irdelenmeye hâlâ muhtaçlar.

O yıllarda TÜRK-İŞ’in, “Bu insanlar neden dönüyorlar?” başlıklı bir araştırması var. Geri dönüşteki asıl motivasyonun Almanlardan teşvik parası almak olmadığını ortaya koyan bir araştırma bu. İşsiz dahi olsalar ortalama 2 yıl boyunca sosyal yardımlarla kendilerini geçindirmeleri mümkünken bunca insan neden dönüş yoluna koyuldu şeklinde bir önermesi var. Geri dönüşü teşvik yasası kapsamında Alman devletinden 10.500 mark para alanların sayısı yalnızca 14 binken, geri dönenlerin toplam sayısı yüz binli rakamlarla ifade ediliyor. O hâlde bu insanların büyük bir kısmı başka bir amaç uğruna döndüler diyebiliriz. Bir düşünelim: İşi var, evi kurmuş, çocuklar okula gidiyor, zor olan süreçler geçilmiş. Kısacası gurbete görece alışılmış. İşsizlik, horlanma, ayrımcılık, ırkçılık… Nedenlerin arasında bunların hepsini sayabiliriz. Fakat bana sorarsanız hepsinden önce zihinlerinde taşıdıkları o tahayyülü gerçekleştirmek için döndüler. İşçi ailelerinin anlatılarından yola çıkarsak bunu açıkça görmek mümkün. Eşikten çıkarken varmak istedikleri noktaya öyle ya da böyle ulaştıklarını varsaydıkları için geri dönüyorlardı. Ama eksik ama fazla. Bu insanlar günün sonunda “ev”e dönmek istiyorlardı.

Peki yeni nesillerde durum nasıl? Geri dönüş hayalinin bir aile mirasıyla bugüne kadar aktarıldığını söylemek mümkün mü?

Bana sorarsanız öyle. 2019 yılında Türkiye’den Almanya’ya gelenlerin sayısı Alman İstatistik Ofisinin rakamlarına göre 40 bin, dönenlerin sayısı 24 bin. 2021 yılında Almanya’dan Türkiye’ye dönenlerin sayısı 25 bin, 2022 yılında 30 bin. Yani zaten esasında her yıl 20 bin, 30 bin gibi sayılarla devinim içerisinde olan bir süreçten bahsediyoruz. Son yıllardaki geri dönüş nedenleriyle ilgili pek çok sebep ortaya konulabilir.

Açıkçası 70’li yıllarda Alman İstatistik Ofisi ile Devlet Planlama Teşkilatının yaptığı araştırmaların şimdi de geniş kitleler hâlinde yapılmasını isterdim. Geçen yıl dönen 30 bin insanın tamamına ulaşmak mümkün olmasa da anlamlı bir örneklemle bazı sonuçlar ortaya çıkabilir. Niye döndüklerini az çok kestirebiliriz diye düşünüyorum. Mesela yeni eklenen motivasyonlardan birinin Türkiye’nin bazı sektörlerde profesyoneller için sunduğu imkânlar olduğunu görüyoruz. Nereden biliyoruz bunu? Onların anlattıkları kişisel hikâyelerinden tabii ki. Ama genele yönelik bir veriye ulaşmak için hâlâ araştırma eksiği var. Sonuç her nasıl olursa olsun ben yine de geçmişten miras kalan o geri dönüş tahayyülünün denklemin içerisinde olacağını düşünüyorum. Nesiller ve çağ değişse de insan için ev evdir. Herbert Grönemeyer’in söylediği gibi “Ev bir yer değil, ev bir duygudur.”

60 yıl çok da kısa bir süre değil. Bu kadar uzun bir sürede geri dönüş hissi nasıl bu kadar canlı kalabildi?

Zaten başından beri geri dönmek üzere gelen ilk nesil, kendi yaşam tuğlalarını da dönüş hayaliyle örüyor. Bu tuğlalarla şekillenmiş bir evin içerisinde geri dönüş hayalinin olmaması, sonraki nesillere bunun aktarılmaması pek olası değil. “Memlekete dönünce kullanırız” diye kutularında saklanan eşyaların olduğu bir evi düşünün. Ya da her an kapıp gidecekmiş gibi salondaki vitrinin üzerinde duran bavulların gölgesinde yaşadığınızı hayal edin… Duvarda memlekete ait imgeler, takvim yaprakları arasında haziran ayına duyulan özlem ve dua… Evde konuşulan Türkçe. Sürekli bir memleket gündemi. Böyle bir yerde doğup büyüdüğünüzde geri dönüş nosyonu temel bir kod gibi size aktarılıyor.

Biz anavatanla ilişkileri, bağları, geri dönüşü her zaman canlı tutan bir toplumuz. Yani belki şimdiki nesilde ilk nesilde olduğu kadar geri dönüş fikri canlı olmayabilir ama anavatan ile olan bağlara baktığınızda bence bu kısım eskiye nazaran daha canlı. Artan gidiş-gelişler, sık iletişim imkânları, kültürel öğelerin varlığı, aktarımı ve günlük hayatın içerisindeki kullanımı çok daha görünür.

“Göçmenlik Hayatın Belli Bir Noktasında Başlayıp Biten Bir Durum Değil”

Türk toplumu ve diasporasının göçe bakışı nasıl? Geri dönüş fikrini acaba göçmen olarak geçen yılları telafi etme isteği mi canlı tutuyor?

Göçmenlik bir yazgı. İstediğiniz zaman değiştirilebilen bir olgu değil. “Alamancı” derler hani Anadolu’da, bir kere o yola çıktıysanız artık adınız hep öyle anılır. Alamancı’nın çocukları, Alamancı’nın evi… Böyle sürer gider. Size bir kimlik biçilir aslında. Göç ettiğiniz toplumun yabancısı, kendi toplumunuzun ise Alamancısı olduğunuz bir kimlik bu.

Geri dönüşler hep oluyor ama acaba nasıl bir ortamda vuku buluyor? Ne geri dönenler bırakıp geldikleri ortamı aynı bulabiliyor, ne de onları uğurlayan Türkiye’deki tanıdıkları, yolcu ettikleri insanları eskisi gibi görüyor. Her şeyden evvel ağır şartlarda, fabrikalarda, madenlerde uzun yıllar çalışarak dönen -memleket hasreti ve aile olmak gibi unsurları yaşatmaya çalışmanın manevi yüküyle de yorulmuş- insanlar tabii ki eskisi gibi olamıyor. Bir kısmının üzerinden buldozer geçmişti desek yeridir. Yaşadıkları bu fiziki ve manevi yorgunluk ister istemez onları değiştirip dönüştürüyor. Üzerine bir de onlara biçilen “yabancı” ve “Alamancı” kimliği binince göçmenlik bir yazgı hâline geliyor.

Misafir işçilik ya da göçmenlik hayatın belli bir noktasında başlayıp biten bir durum değil. Hayatınız boyunca sizinle hareket edecek, her zaman karşınıza çıkacak bir gerçeklik bu. Bulunduğunuz mekân da yaşadığınız şehir de bunu size her zaman hatırlatır. Bu kadar içsel kodları olan bir yolculukta geri dönüş fikrinin bu kadar canlı olması, bu kadar hayatımızın içinde olması da çok doğaldır.

Burak Nuri Gücin

Galatasaray Üniversitesi’nde Sosyoloji programından mezun olan Burak Gücin, sonrasında Heidelberg Üniversitesi’nde Kültürel Çalışmalar alanında yüksek lisansını tamamlamıştır. Gücin, Perspektif redaksiyon ekibinin üyesidir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler