İsmail Ertuğ: “Siyasal Katılım Bilincini ve Buralı Olmak Hissini Çocuklarımıza Aktarmalıyız”
Avrupa Parlamentosunda Sosyalistler ve Demokratlar İlerici İttifakı Grubunun üyesi olarak 14 sene milletvekilliği yapan İsmail Ertuğ ile Avrupa Seçimlerini ve aşırı sağı konuştuk.
Avrupa Parlamentosu Seçimlerine geçtiğimiz yıllarda katılım oranı oldukça düşüktü, 2019 yılında katılımda bir artış trendi oldu. Bu seçimlerde durum nasıl olur sizce?
Avrupa Birliği, daha doğrusu Avrupa dünya içerisindeki konumu itibariyle önem arz ediyor. Buna rağmen ilginin neden yıllarca düştüğü ve ardından 2019’da yavaşça yükselmeye başladığı konusunun eğitim ve yetiştirilme tarzı ile ilişkisi olduğunu düşünüyorum. Bir de AB’nin yaşadığı krizlerin etkisi var. 2008-2009’dan itibaren başlayan finansal krizin Avrupa’ya etkileri ile bazı AB devletlerinin yaşadığı mali problemler Avrupa dayanışması ile çözülebildi. Böylece insanlar için Avrupa’nın ne kadar önemli olduğuna dair bir farkındalık oluştu.
O zaman bazı ülkeler çok sıkıntılı durumdaydı. Yunanistan, İrlanda, Portekiz gibi ülkelere AB destek vermek durumunda kaldı. Bunu insanların gördüğünü düşünüyorum ben. Onun dışında “göç krizi” dediğimiz 2015-2016 yıllarındaki kriz var. Suriye İç Savaşıyla başlayan göç akınları hep AB düzeyinde ele alındı. Dolayısıyla bu iki krizin ve yeni nesillerin eğitim yolu ile Avrupa siyasetine daha ilgili yetişmesinin seçimlerdeki katılım oranını yükselttiğini düşünüyorum.
Onun dışında dünya çapında bir pandemi yaşadık. Maalesef savaşlar var. Bunlar da göz önünde bulundurulduğunda şahsi olarak bu seçimlerde katılımın daha da yüksek olacağı kanaatindeyim. Özellikle aşırı sağcıların, ırkçıların, İslam düşmanı, Yahudi düşmanı siyaset izleyenlerin yükselişini gözlemliyoruz. Bu yüzden bugün artık katılım eskisinden daha önemli. Katılım ne kadar çok olursa demokrasi için o kadar iyi. Ancak katılım düşerse sağ güçlerin de oy oranlarının daha yüksek olacağını söyleyebiliriz. Çünkü kemikleşmiş ve sandıkta her zaman aktif olan, aşırı sağ destekçisi bir kitle var.
Bu seçimlerde gençlerin aktif olarak sandığa gideceğini düşünüyorum. Ayrıca AB’de bu son 5 sene içerisinde “Green Deal” dediğimiz “Yeşil Mutabakat” ile ciddi kanunlaştırma hamleleri oldu. Bu durumu herkes günlük hayatında hissetmeye başladı. Dolayısıyla benim fikrim, bu seçimlere daha yüksek bir katılım olacağı doğrultusunda.
Göç konusu AB seçmenleri için en kaygı verici konulardan birisi. AB’nin göç politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu kaygının hâlâ bir numarada yer almasını pek hayra alamet görmüyorum. Genelde göçün kaygıyla karşılandığı durumlarda insanlar korkuyla motive oluyorlar. Aşırı sağ da onlara çok basit ve sert tedbirler vaad ederek cevaplar sunuyor. Göç konusu çok hassas bir mesele. İnsancıl bir şekilde yaklaşmak gerekiyor, ancak çok naif bir şekilde yaklaştığınız zaman size de zarar verebiliyor.
Avrupa Parlamentosu Seçimleri öncesinde bu konuda kaygıların fazla olmasında medyanın büyük bir rolü olduğunu düşünüyorum. Medyanın, genel itibariyle popülist ve sağ oluşumların güçlenmesinde bilerek veya bilmeyerek ciddi katkıları var. Genelde aşırı sağcılar dünyanın her yerinde aynı stratejiyi takip ediyorlar. Öncelikle topluma bir şekilde nüfuz etmeye çalışıyorlar. Sosyal politikalar üzerinden gidiyor ve medyada iyi görünmek için kendilerine platform arıyorlar. Medyanın ilgisini üzerlerinde tutmak için de bu popülist tartışmalara giriyorlar. Avusturya’daki FPÖ’nün son 30 yıl içerisinde bu stratejilerle toplumda kurumsallaştığını görüyoruz. Hollanda’da aynı şekilde Wilders’in Özgürlük Partisi, Almanya’da AfD örneği… Ben bu tehlikenin iyi kavrandığını düşünmüyorum. Burada demokrasi kendisini kollamak ve güçlü tutmak zorunda.
Göç kökenli Avrupalıların AB siyasetine ilgisini yeterli buluyor musunuz? Hem seçmen olarak hem de aday olmak açısından sizce yeterli düzeyde bir ilgi mevcut mu?
Ben yeterli olmadığı görüşündeyim. Avrupa’nın göç kökenliler için çok önem arz etmediğini görüyorum. Bunun sebeplerini irdelediğimizde şunu görüyoruz: Avrupa Birliğinin kendilerinin günlük hayatına etki etmediğini düşünüyorlar. Avrupa Birliği içerisinde duygusal konulara değinilmediği sürece bir toplumsal seferberlik ortaya çıkmıyor. Ancak duygusal konular insanları seçimlere katılmaları yönünde motive edebiliyor. Çünkü o zaman doğrudan bağ kurabiliyorlar.
Bu meselenin bir de entegrasyon yönü var. Avrupa ülkelerinde zaten AP seçimlerine katılım oranları düşük olduğu için göç kökenliler de kendi içinde yaşadıkları topluma uyum sağlayıp yeterince önemsemiyorlar. Ancak şöyle de bir gerçek var: Entegrasyon oranı düştükçe Avrupa Seçimlerine ilgi daha da düşüyor. Çünkü iki katmanlı bir süreç var. Göç kökenli birisi önce içinde yaşadığı topluma entegre oluyor, sonra da Avrupalı kimliğine…
Bir de aileden ve kültürden gelen bazı durumlar var. Kişi burada, buralı olduğunu hissetmediği sürece babaların, dedelerin memleketine daha fazla önem vermeye başlıyor. Burada bize düşen görev, bu siyasal katılım bilincini ve buralı olmak hissini çocuklarımıza aktarabilmek.
Özellikle Türkiye kökenli insanlar için geçerli olan bir sebep de Türkiye’nin AB üyeliğine adaylık sürecinin kesintiye uğraması olabilir. Uzun zamandır Türkiye’yle alakalı pozitif bir gelişme olmadığından dolayı da katılım azalmış olabilir. 2004 seçimlerini hatırlıyorum mesela, o zaman Avrupa genişlemesi konusunda Türkiye çok ümit vaat ediyordu. Türkiye kökenli seçmenler arasında Avrupa Seçimleri de daha önemli hâle gelmişti. Tabii üzerinden 20 yıl geçti ve konjonktür değişti.
Bu etkenlerin hiçbirinin bir özür olmadığını, oy hakkı olan tüm seçmenlerin Avrupa Parlamentosu Seçimlerine katılması gerektiğini ekleyelim.
Aşırı sağdan bahsettiniz. Sizce bu seçimlerin ardından Avrupa Parlamentosu nasıl görünecek?
Anketlere göre aşırı sağ güçlenecek gibi duruyor. Ancak dünyada olan bitenleri de göz önünde bulundurmak gerek. Örneğin Gazze’de süren bir katliam var. Ben doğrudan siyasete ilgi duymayan seçmenlerin genelde oy verecekleri partiye seçimden önceki son haftalarda karar verdiklerini düşünüyorum. Bu yüzden sıcak seçim dönemi içerisinde dünyada olan bitenlere de bakmakta fayda var.
Diğer yandan Avrupa Birliği içerisinde de ciddi reformlar gerekiyor. Avrupa Parlamentosu Seçimleri aslında 27 ülkenin kendi sistemine göre uyguladığı seçimler. Bu seçimlerin bazı yapısal sıkıntıları var. Avrupa çapında listeler yok mesela. Diller farklı, kültürler farklı, medyalar farklı… Şu an ortalama bir Alman’a sorsak Fransa’da olan bitene dair yeterince bilgisi yoktur. Fransa’dakine Almanya’yı sorsak bilemez. Avrupai bir aidiyet, bir kimlik olmadığı için bu seçimler her ülkede o ülkenin ulusal bağlamında gerçekleşiyor. Bu aslında ciddi bir sorun.
Bir de şunu söylemek gerek: Avrupa Birliğine yetki aktarımı artmadığı ve Konsey’deki bakanlar hâlâ kendi ülkelerinin bakanları olup Avrupa’yı değil, kendi ülkelerini öncelediği sürece bu durumun değişeceğini pek düşünmüyorum.
Avrupa siyasetinde benden eski olanlardan hep, 1979’da ilk genel oyla AP seçimleri yapıldığında Avrupa entegrasyonuna bakışın bugüne kıyasla çok farklı olduğunu duydum. O yıllarda Avrupa projesinin daha önemli görüldüğünü anlatıyorlar. Avrupa projesinin kurucu babaları bu projenin bisiklete binmek gibi olduğunu söylerler. Yani bindiğiniz sürece hep pedal çevirmek durumundasınız. Pedalı çevirmeyi bıraktığınız zaman devrilirsiniz. Avrupa Birliğinin devamlı gelişmesi gerekiyor. Ben son 20-25 yılda AB’nin yeterince gelişmediği kanaatindeyim.
AP’nin genel oyla seçildiği ilk dönemlerde en fazla sandalye merkez solda iken zamanla merkez sağın birinci grup hâline geldiği ve öyle kaldığı görülüyor. Avrupa Parlamentosunda solun etki alanının daraldığını düşünüyor musunuz?
Evet, iyi bir soru. Bu soruyu biz de kendimize çok sorduk, soruyoruz. Gerçekten de solun etki alanı daraldı. Bunun nedeni toplumların değişmesi olabilir, insanların rahata alışması olabilir. Refaha eriştikten sonra devrimciliğin bir yenilik olmadığını düşünüyor olabilirler. Küreselleşmenin sonuçlarından birisi olabilir. Sermayenin her gün daha fazla zenginlere doğru kaydığını, sosyal hayatta sıkıntılar yaşandığını göz önünde bulundurursak, sosyal demokrat ilericilerin ve merkez solun toplumun isteklerine yeterince cevap veremediğini de görebiliriz.
Bir de tabii ki iklim değişikliği var. İklim değişikliğine cevap vermek durumundasınız. Çevreyi en çok kirletenler büyük sermaye sahipleri. Onların elinde istihdam gibi bir joker var. Bu gruplar siyasete baskı kurabiliyor. “Yeşil dönüşümü sağlarsam bu kadar kişiyi işten çıkarmak zorunda kalırım.” diyor mesela. Siyasetçiler de bu grupların sağladığı istihdamı göz ardı etme lüksüne sahip değiller. Bu siyasetin sonucunda bazı maliyetler halkların üzerine bindiriliyor.
Çevre krizinde asıl büyük suçlular büyük endüstri grupları. Vatandaş çevre koruması için kendi üzerine yüklenen maliyeti gördüğü zaman faturayı birisine kesmek istiyor. Sosyal demokratlara “30 yıl iktidarda ne yaptınız?” diye soruyor. Aşırı sağ popülist partiler de tam burada devreye giriyor. Bu sürecin kaybedenlerine basit cevaplar sunuyor ve böylece kitlelerini büyütüyorlar.
Siz Avrupa Parlamentosunda 14 yıl milletvekili olarak görev yaptınız. Geriye dönüp baktığınızda aklınızda neler kaldı?
Avrupa Birliği içerisinde görev yapmak bir ayrıcalık. Ben 2009’da başladığımda 33 yaşındaydım, çok gençtim. AP’de çok şey öğrendim, hayatıma ciddi katkı sağladı. AP’de olduğum üç dönemde de ulaştırma konularını çalıştım. Şu an özel sektörde yaptığım yöneticilik görevimde de bu konuda danışmanlık veriyorum ve dolayısıyla Avrupa Parlamentosu ve AB’yi takip etmek durumundayım.
14 sene vekillik hayatım boyunca işimi iyi yapmaya çalıştım. AP’de olmak her zaman bir imtiyazdı. Çünkü oraya seçilerek geliyorsunuz, insanlar size güveniyor ve sizi seçiyor. Ulaştırma alanında Trans European Networks ve Mobility Package gibi en önemli kanunlara imza attığımı düşünüyorum. Bunlar bana elbette çok şey kattı. AP’deki görevime dair en az özlediğim şey uzun Strazburg-Brüksel yolculukları. Yine de AP’de görev yapabildiğim için müteşekkirim.