Ülkesinin Varlık Sebebini Sorgulayan Belçika Başbakanı
Partisinin önerdiği "konfederalizm" modeline rağmen Flaman bağımsızlığı idealinden tamamen vazgeçmeden federal hükûmeti yönetmeye çalışan Başbakan Bart De Wever'ın bağımsızlık günü kutlamalarında "Yaşasın Belçika!" demeyi reddetmesi, 200. yılına yaklaşan ülkenin karmaşık problemlerini yeniden gündeme getirdi.

21 Temmuz’da Belçika Krallığı, bağımsızlığını kazandığı tarih olan Ulusal Gün adlı bayramını kutladı. Ancak 2025 başından beri ülkeyi yöneten Başbakan Bart De Wever için bu gün, kutlamaktan ziyade bir ikilem anlamına geliyordu. Kutlamalar sırasında gazeteciler tarafından “Yaşasın Belçika!” demesi teklif edilen De Wever, bu ifadeyi kullanmayı reddetti. Flaman milliyetçisi kimliğiyle tanınan De Wever için bu tutum şaşırtıcı değildi; zira o, Belçika’nın varlığını ve meşruiyeti sorgulayan bir siyasi çizgide yer alıyor.
Birkaç yıl önce yaptığı açıklamada “Belçikalı olmaktansa Güneyli bir Hollandalı olarak ölmeyi tercih ederim,” diyen De Wever, başbakan olduktan sonra da Belçika’nın 1831 yılında Hollanda’dan ayrılmasını “başımıza gelen en büyük felaket” sözleriyle tanımlamıştı. Bu sözler, sadece De Wever’in kişisel görüşü değil; aynı zamanda Belçika’daki Flaman ayrılıkçılığına dayalı daha geniş bir siyasi hareketin parçası.
6 Farklı Hükûmete Sahip Belçika’nın Karmaşık İdari Sistemi
Belçika, tarihsel, kültürel ve dilsel ayrışmalarla şekillenmiş karmaşık bir federal yapıya sahip. Ülke, kuzeyde çoğunlukla Hollandaca konuşulan Flandre Bölgesi, güneyde Fransızca konuşulan Valon Bölgesi ve iki dilli başkent Brüksel olmak üzere üç ana bölgeden oluşuyor. Nüfusu az bir Alman bölgesi de bulunuyor. Bununla birlikte, Belçika’da işler yalnızca coğrafi olarak değil, aynı zamanda dil topluluklarına göre de bölünmüş durumda: Fransızca, Hollandaca ve Almanca konuşan üç farklı “topluluk” da sağlık, eğitim ve kültür gibi alanlardan sorumlu.
Bu yapı, toplamda altı farklı hükûmet ve parlamentoya sahip. Bu kadar karmaşık bir sistemin varlığı, sık sık siyasi tıkanıklıklara yol açıyor ve bu durum ayrılıkçılar tarafından eleştirilerin merkezinde yer alıyor.
Flaman Ayrılıkçılığından Belçika Başbakanlığına Bart De Wever
Bart De Wever, Yeni Flaman İttifakı (N-VA) adlı partinin lideri. 2000’li yılların başında marjinal bir hareket olarak görülen N-VA, De Wever’in liderliğinde ülkenin en güçlü siyasi aktörlerinden biri hâline geldi. Parti, ilk olarak Flaman bağımsızlığını savunan tek konulu bir oluşumken, zamanla farklı konularda politika önerileri de geliştiren, daha geniş bir muhafazakâr politik yelpazeye yayıldı.
2010 yılında “Belçika, Avrupa’nın hasta adamıdır,” diyen De Wever ise, ilerleyen yıllarda radikal ayrılıkçı söylemlerini yumuşatıp, “konfederalizm” adı altında daha esnek bir yaklaşımı benimsedi. Önerilen bu modele göre, bölgeler kendi politikalarının çoğunu kendileri yönetirken, sadece sınırlı sayıda yetki merkezi düzeyde paylaşılacak.
Yine de De Wever’in Flaman milliyetçiliğine olan duygusal bağlılığını sürdürüyor. Parti programında Flamanların bağımsızlığı artık doğrudan savunulmuyor olsa da, liderin Hollanda’yla birleşme fikrine destek veren açıklamaları, bu idealinin hâlâ canlı olduğunu gösteriyor.
Belçika’daki Ekonomik ve Siyasal Ayrışmalar
Flaman ayrılıkçılığının temel dayanaklarından biri ekonomik eşitsizlik. Belçika’nın daha zengin olan Flaman Bölgesi, federal bütçeye net katkı sağlayan bir konumda. Fransızca konuşan nüfusun yaşadığı Valon Bölgesi ise daha düşük ekonomik performansı ve yüksek işsizlik oranı nedeniyle bütçeden daha fazla pay alıyor. De Wever, bu durumu geçmişte “bağımlıya verilen uyuşturucu” benzetmesiyle eleştirmişti.
Ayrılıkçı hareketin kökleri ise sadece iktisadi kalkınmadaki bölgesel farklılıklar değil; kültürel ve tarihsel. 1830’da başlayıp 1831’de biten Belçika Devrimi sonrası kurulan yeni devlette, Fransızca konuşan elitler, Hollandaca konuşan çoğunluk üzerinde uzun süre etkili olmuştu. Bu durum, Flaman hareketinin önce kültürel, ardından da siyasal bir talepler zinciri oluşturmasına neden oldu. Özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında, Flaman kentlerinin ekonomik yükselişiyle birlikte milliyetçilik daha da güç kazandı.
AB Merkezi Brüksel’in Ülkenin Birliğindeki Rolü
Tüm bu iç siyasi karmaşaya rağmen Belçika, Avrupa’nın uluslararası siyasetinde çok önemli bir role sahip. Brüksel, Avrupa Birliği’nin fiili başkenti konumunda. Bu statü, Belçika’ya sadece prestij kazandırmakla kalmıyor, aynı zamanda ciddi ekonomik faydalar da sağlıyor. 2016 yılında Visit Brussels tarafından yapılan bir araştırmaya göre, Brüksel’de 20 Avrupa Birliği kuruluşu, 42 hükümetler arası organizasyon ve 300’e yakın bölgesel ve yerel temsilcilik bulunuyor. Bu yapıların faaliyetleri yılda 80 binden fazla istihdam yaratırken, yaklaşık 5 milyar euroluk ekonomik katkı sağlıyor.
Daha da önemlisi, Belçika’nın bu “tarafsız zemin” rolü, tarihsel bir dönüşümün sembolü. Zira yüzyıllar boyunca Avrupa’nın savaş alanı olan Belçika; Oudenaarde, Ramilies, Waterloo, Ypres ve Bastogne gibi büyük çatışmalara sahne olmuştu. Bu nedenle, bugün kıtanın diplomatik merkezi haline gelmesi büyük bir kazanım. Ancak bu rolü sürdürebilmek için ülkenin iç bütünlüğünü koruması şart.
Kimi uzmanlara göre, Belçika’nın parçalanması durumunda Brüksel’in bu özel statüsünü kaybetmesi, sadece ülkenin değil, Avrupa bütünleşmesinin de yara almasına neden olabilir.
Günümüzde Flaman Ayrılıkçılığı: N-VA ve Vlaams Belang
Bugün Flaman milliyetçiliği iki ana parti tarafından temsil ediliyor: De Wever’in partisi N-VA ve aşırı sağcı Vlaams Belang (Flaman Çıkarı). 2004’te kurulan Vlaams Belang, kapatılan Vlaams Blok’un ardılı olarak, açıkça bağımsızlık yanlısı bir tutum benimsiyor. Ancak ırkçı söylemleri nedeniyle diğer partiler tarafından uygulanan cordon sanitaire (siyasi tecrit) yüzünden hükûmet dışı bırakılıyor. Fakat 2024’teki yerel seçimlerin ardından Vlaams Belang’ın bazı belediyelerde koalisyon ortağı hâline gelmesi nedeniyle söz konusun tecritin artık zayıfladığı ifade ediliyor.
Haziran 2024’teki seçimlerde, iki parti toplamda yüzde 47 oranında oy alarak Flaman Bölgesi’nde önemli bir güç elde etti. Ancak bu oran, bağımsızlığa doğrudan destek anlamına gelmiyor. Zira ön seçim anketlerine göre seçmenlerin öncelikleri göç ve ekonomi olurken, yalnızca yüzde 4’ü devlet yapısının değiştirilmesini en önemli mesele olarak görüyordu.
2024 seçimlerinden sonra, N-VA’nın hem federal yasama organında hem de Flaman Bölgesi’ndeki parlamentoda birinci parti olmasıyla birlikte, De Wever liderliğinde federal bir koalisyon hükûmeti kurulması kaçınılmaz hâle geldi. 200 günü aşan müzakereler sonunda 2025’te kurulan hükümette, De Wever başbakanlık koltuğuna oturdu. Böylece Belçika tarihinde ilk kez bir Flaman ayrılıkçısı başbakan oldu.
Ancak bu, ülkenin bölünmesinin eli kulağında olduğu anlamına gelmiyor. Koalisyon protokolünde öne çıkan reformlar daha çok ekonomik alanlara odaklanıyor: vergi, emeklilik sistemi ve iş gücü piyasası gibi konular gündemde. Devlet yapısında öngörülen en somut değişiklik ise sadece Senato’nun kaldırılması.
200. Yılına Yaklaşan Ülkeyi Neler Bekliyor?
Bart De Wever’in başbakanlığı, Belçika Devrimi’nin 200. yıl dönümüne doğru ilerlerken büyük bir sembol taşıyor. Ülkeyi kurumsal olarak bir arada tutmaya çalışan bir sistemin başında, o sistemi sorgulayan bir figürün bulunması, Belçika siyasetinin çelişkilerle dolu doğasını yansıtıyor.
Her ne kadar yakın vadede Belçika’nın dağılması ya da Flaman Bölgesi’nin ülkeden ayrılması olası görünmese de, ayrılıkçı hareketin siyasal ağırlığı giderek artıyor. Ve De Wever’in önünde zor bir görev var: Ya inandığı ideali törpüleyecek, ya da Belçika’nın kurumsal geleceğini tehlikeye atacak. Ancak şimdilik, Belçika’nın bütünlüğü, hem ülkenin iç siyasi dengeleri hem de Avrupa’daki uluslararası rolü açısından korunması gereken bir yapı olarak öne çıkıyor. (P)