Göç Tarihi

Avrupa’daki Göç Müzeleri: Sosyal Hafızayı Mekâna Taşıyan Yapılar

Göç müzeleri, insanın geçmişini, yer değiştirme deneyimlerini ve kat ettiği yolları görünür kılan önemli kültürel mekânlar arasında yer alıyor. Avrupa’nın farklı ülkelerinde bulunan bu müzeler, özellikle “misafir işçi” göçüyle kurdukları tarihsel ve toplumsal bağlar üzerinden göçü istatistiklerin ötesinde bir hafıza alanı olarak ele alıyor.

Avrupa’daki Göç Müzeleri: Sosyal Hafızayı Mekâna Taşıyan Yapılar
Fotoğraf: Shutterstock- PixelBiss

Göç müzeleri, yalnızca göç olgusuna ilgi duyanlar için değil, insanlık tarihinin izlerini ve bireylerin kat ettiği yolları anlamak isteyen herkes için önemli duraklar sunuyor. 1945’ten sonra yoğun işçi göçü bir kıta olan Avrupa’nın farklı ülkelerinde ziyaretçilere açık olan bu müzeler, göçü istatistiklerden ve soyut anlatılardan çıkararak kişisel hikâyeler, nesneler ve mekânlar üzerinden görünür kılıyor.

Özellikle Türkiye’den Avrupa’ya gerçekleşen işçi göçleriyle kurdukları tarihsel ve toplumsal bağlar, bu müzeleri Türkiye’den okur için de anlamlı kılıyor. Bu yazı, göçün çok katmanlı hikâyesini aktaran ve ortak bir hafıza alanı oluşturan müzeleri bir araya getiriyor.

Köln’deki Museum Selma

Kitlesel iş gücü göçü dendiğinde ilk akla gelen Avrupa ülkelerinden biri olan Almanya’da göç tarihinin merkezî adreslerinden biri olmaya hazırlanan Museum Selma, 2029 yılında Köln’de kapılarını açmaya hazırlanıyor. Türkiye kökenli göçmenlerin de dâhil olduğu toplulukların öncülüğünde geliştirilen bu proje, Almanya’nın bir göç ülkesi olarak hem geçmişini hem de bugününü görünür kılmayı amaçlıyor. Eski bir endüstri yapısında hayata geçirilecek müze, 150 bini aşkın nesne ve tanıklığa dayanan koleksiyonuyla kapsayıcı ve akışkan bir anlatı sunmayı hedefliyor.

Yaklaşık 10 bin metrekarelik bir alana yayılacak olan Museum Selma, 44,26 milyon avroluk kamu desteğiyle geliştiriliyor. Müzenin mimari ve sergi tasarımı, sürdürülebilirlik odağıyla Atelier Brückner tarafından üstleniliyor. Museum Selma, yalnızca bir sergi mekânı olarak değil; kentle ve topluluklarla birlikte üreten, özellikle dışlanmış gruplara alan açmayı hedefleyen yaşayan bir buluşma noktası olarak konumlanıyor.

Bu uzun soluklu çalışmanın arkasında, kökleri 1990 yılına uzanan DOMiD (Almanya Göç Dokümantasyon Merkezi ve Müzesi) bulunuyor. Türkiye’den Almanya’ya göçün yeterince belgelenmemesine yönelik bir itiraz olarak kurulan bu girişim, zamanla Almanya’daki tüm göç topluluklarını kapsayan benzersiz bir arşive dönüştü. Museum Selma ile birlikte bu kolektif çaba, Almanya’nın göç hafızasını kalıcı ve kamusal bir mekânda buluşturmayı amaçlıyor.

SELMA Müzesi’nden Almanya’ya gitmek için başvuru yapan Türk “misafir işçiler” hakkındaki bir bölüm. Fotoğraf: Wikimedia Commons.

Rotterdam’daki Fenix Müzesi

Fenix Müzesi, Avrupa’daki göç müzelerinin en yenilerinden ve en iddialılarından biri olarak 2025’te Hollanda’nın Rotterdam kentinde kapılarını ziyaretçilerine açtı. Müze, 1923’te Holland-America Line için inşa edilen ve bir dönem dünyanın en büyük aktarma depolarından biri olan tarihî San Francisco Deposu’nda yer alıyor. Rıhtım boyunca 360 metreye yayılan yapı, kapsamlı bir restorasyon sürecinin ardından çağdaş bir müze mekânına dönüştürüldü.

Müzenin merkezinde, Mimar Ma Yansong’un tasarladığı ve çatıya doğru spiral biçimde yükselen çift sarmallı “Tornado” merdiveni bulunuyor. Bu mimari unsur, yalnızca fiziksel bir yükseliş değil; göç rotalarının ve bireysel yolculukların simgesel bir karşılığı olarak da işlev görüyor.

Sanat, mimari, fotoğraf, yemek ve kişisel anlatılar aracılığıyla Fenix’te göç, soyut bir kavram olmaktan çıkıp duyusal bir deneyime dönüşüyor. Sergilenen bavullar, mektuplar ve videolar arasında dolaşırken, ziyaretçinin kendi hikâyesiyle kesişen izler bulması mümkün. 19. yüzyılın sonunda Çin’e uzanan, ardından Sibirya üzerinden Hollanda’ya geri dönen Willemine’in yolculuğunu anlatan bavul ise bu anlatıların en çarpıcı örneklerinden biri olarak öne çıkıyor.

Müzenin dikkat çeken sergilerinden “The Family of Migrants”, Edward Steichen’in ikonik sergisinden ilhamla göçü farklı dönem ve coğrafyalardan yüzlerce fotoğraf aracılığıyla ele alıyor. Bu görsel arşiv içinde, Hollanda’daki Türk toplumunun sosyal ve kültürel yaşamını belgeleyen İlhan Karaçay’ın fotoğrafları da yer alıyor.

Fotoğraf: Shutterstock- 365 Focus Photography

Paris’teki Ulusal Göç Tarihi Müzesi

Paris’te Porte-Dorée Sarayı’nda yer alan Fransa Ulusal Göç Tarihi Müzesi, Ekim 2007’den bu yana ziyaretçilere açık. 2014 yılında dönemin Cumhurbaşkanı François Hollande tarafından resmî olarak açılan müze, Fransa’da göçe adanmış tek ulusal müze olma özelliğini taşıyor.

19. yüzyıldan günümüze uzanan iki asırlık göç tarihini tarihsel, sanatsal ve antropolojik perspektiflerle ele alan müze; çalışma hayatı, entegrasyon, ayrımcılık ve bireysel yolculuklar gibi başlıkları hem toplumsal hem de kişisel hikâyeler üzerinden aktarıyor. “Güncel Göçler” bölümü ise çağdaş göç tartışmalarını soru-cevap formatında ele alarak yaygın önyargıları sorguluyor.

Sürekli sergilerin yanı sıra konserler, film gösterimleri ve atölyelerle göç konusunu yaşayan bir tartışma alanına dönüştüren müze, ziyaretçiyi yalnızca bilgiyle değil, empatiyle de baş başa bırakmayı amaçlıyor.

Fotoğraf: Shutterstock- EQRoy

Brüksel’deki MigratieMuseumMigration

Yaklaşık 180 farklı milletten insanın bir arada yaşadığı ve Avrupa Birliği’ne başkentlik yapan Brüksel’de MigratieMuseumMigration, kentin kozmopolit yapısını yansıtan önemli duraklardan biri. 2019 yılında açılan müze; misafir işçilerden mültecilere, expatlardan Avrupa Birliği içinde serbest dolaşanlara kadar farklı göç deneyimlerine alan açıyor.

Belçika’ya Türkiye’den başlayan göçün 60. yılı vesilesiyle düzenlenen sergiler, müzede de karşılık buldu. “Misafir işçi” dönemini kişisel hikâyeler, kültürel katkılar ve tanıklıklar üzerinden ele alan bu sergiler, göçü geçici bir ekonomik olgu olmaktan çıkarıp kalıcı bir toplumsal deneyim olarak ele alıyor. Müze, tamamlanmış bir yapıdan ziyade, sürekli büyüyen ve dönüşen bir hafıza alanı olmayı tercih ediyor.

Göç Müzesi Olmayan Avusturya’daki “Misafir İşçi” Sergileri

Avusturya’da henüz tek ve kapsamlı bir “Göç Müzesi” bulunmuyor. Bunun yerine göç tarihi, farklı sergiler, araştırmalar ve sivil girişimler aracılığıyla parçalı ama giderek daha görünür bir şekilde ele alınıyor. Özellikle 1960’lardan itibaren Avusturya’ya gelen misafir işçilerin hikâyeleri bu çalışmaların merkezinde yer alıyor.

2004 yılında Wien Museum ve çeşitli mekânlarda düzenlenen “Gastarbajteri” (Misafir İşçi) sergisi, Yugoslavya ve Türkiye başta olmak üzere Avusturya’ya yönelik işçi göçünü konu alan öncü projelerden biriydi. Sergi, göçü geleneksel anlatıların aksine yukarıdan değil, doğrudan göçmenlerin gözünden aktararak, savaş sonrası Avusturya ekonomisini ayakta tutan işçilerin yaşam hikâyelerini kişisel anlatılarla görünür kıldı.

Bu alandaki en dikkat çekici girişimlerden biri ise Viyana merkezli MUSMIG – Avusturya Göç Müzesi. 2020 yılında sanatçılar ve akademisyenler tarafından başlatılan bu tabandan örgütlenen kolektif, henüz kalıcı bir binaya sahip olmasa da geçici sergiler, kamusal etkinlikler ve bağışlanan nesneler aracılığıyla Avusturya’nın göç hafızasını toplamaya devam ediyor. Volkskundemuseum Wien’de düzenlenen pop-up sergiler, toplumda böyle bir müzeye duyulan ihtiyacın ne denli güçlü olduğunu da ortaya koyuyor. MUSMIG, göç tarihinin yalnızca geçmişe ait olmadığını; bugün de yazılmaya devam eden canlı bir hikâye olduğunu hatırlatıyor.

Portekiz’deki Göç ve Topluluklar Müzesi

Portekiz’de göç, ülke tarihinin tali bir unsuru değil, toplumsal yapıyı şekillendiren temel bir deneyim olarak ele alınıyor. Bu yaklaşımın önemli örneklerinden birinin Göç ve Topluluklar Müzesi (Museum of Emigration and Communities) olduğu söylenebilir. Tek bir binaya bağlı kalmayan çok merkezli yapısıyla dikkat çeken bu müze, kent geneline yayılmış tematik müze çekirdekleri ve tarihî göç-geri dönüş mekânları aracılığıyla müze, göçü yalnızca “gidiş” üzerinden değil; geri dönüş, kültürel etkileşim ve kuşaklar arası hafıza bağlamında ele alıyor.

19. yüzyılda Portekiz’den Brezilya’ya yönelen göç hareketlerinden, 20. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa’ya gerçekleşen işçi göçüne uzanan bu tarih; pasaport kayıtları, kişisel eşyalar, fotoğraflar ve sözlü anlatılar üzerinden görünür kılınıyor. Özellikle Fafe örneğinde olduğu gibi, göçten dönenlerin mimari, sosyal ve kültürel alanda bıraktığı izler, göçün Portekiz’de yalnızca bireysel bir deneyim değil, kamusal hafızayı dönüştüren kolektif bir süreç olduğunu ortaya koyuyor. (P)

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi #0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler