'Dosya: "Ulusaşırıcılık"'

Ulusaşırılık, Çokkültürcülük ve Dönüşen Kamusal Alan

Çokkültürcülük tartışmalarının temelinde kamusal alanın varlığı oldukça önemli bir yer işgal ediyor (Karim 2008). Modern devletlerin olmazsa olmaz kurucu dinamiği olan ulusçuluk üzerinden inşa edilen kamusal alan, politik ve toplumsal dinamiğin temellerini oluşturuyor.

Çokkültürcülük tartışmalarının temelinde kamusal alanın varlığı oldukça önemli bir yer işgal ediyor (Karim 2008). Modern devletlerin olmazsa olmaz kurucu dinamiği olan ulusçuluk ve ulusal sınırlar üzerinden inşa edilen kamusal alan, politik ve toplumsal dinamiğin temellerini oluşturuyor.

Ulus devletler, Fransız Devrimi ve Aydınlanma ilkeleri ile şekillenen kurucu zamanla değişime ve kırılmalara uğramıştır. Avrupa coğrafyası için zikredilen bu başat unsurların yol açtığı değişimlerin ve özellikle Sanayi Devriminin getirdiği yeni ekonomik bakış açısının köylülükten işçiliğe, kırsaldan kente doğru akış içerisinde olan toplumun mobilizasyonunda oldukça önemli bir etkisi olmuştur. Bu sosyolojik ve ekonomik dönüşümün nihai karşılığı Avrupa’daki ulus devletlerin hem karakterlerini hem de bu karakterlerin esas yansıması olan kamusal alanların inşa sürecini kolaylaştırmış olmasıdır.

Kamusal alan inşa sürecinde Avrupa ulus devletlerinin aslını oluşturan vatandaşın temsil şekli ve kabiliyetlerinin devlet ve toplumsal yaşantı düzleminde aktörlerini tamamlayan esas “Vatandaşlık Yasaları”dır (Bohle & Greskovits 2007). Almanya’nın 1913’te “İmparatorluk ve Vatandaşlık Yasası” ile kan bağı üzerinden deklare ettiği vatandaşlık hakkı, ulus devletin yönelimlerini ve ajandasını belirlemesi bakımından oldukça önemli bir tasarı olarak karşımıza çıkar (Well 2001). Öte yandan, Nazizm ve Faşizm gibi totaliter rejimlerin çökmesi ve liberalizmin hukuki, ekonomik ve toplumsal olarak yeniden keşfi ile homojen kamusal alan algısı değişmeye başlamıştır (Mazower, 2008).

Göç Hareketliliği ve Vatandaşlık Tanımı

Avrupa’nın 1960’lardan itibaren aldığı işçi göçleri ve Avrupa Birliği’nin genişleme politikaları büyüyen ve kabuk değiştiren önemli bir nüfusun Avrupa içinde kalmasına neden olmuş, zaten teoride homojen olan toplumların hızlı bir şekilde farklılıklarına, daha doğru bir tespitle “farkındalıkların farkına varılması”na yol açmıştır. Bu farkındalığın, hızlı bir bürokratik düzenleme ile aşılabilecek veya birliğin liberal ilerlemeci karakterinin kısa zamanda üye ülkelerin anayasal karakterini değiştirebilecek bir ilerlemecilikle aşıldığını söylemek oldukça güçtür. Avrupa ekonomik ve politik hayatının merkezindeki devlet olan Almanya için bile salt kan bağına bağlı vatandaşlık ilkesinin (Alm. “Reichs und Staatsangehörigkeitsgesetz”) Prusya geçmişine dayanan ruhu ancak 1999 yılında değiştirilebilmiştir.

1990’lı yılların hızlı siyasal çözülmelerini içeren ve geniş bir coğrafyayı etkileyen Demir Perde’nin yıkılması ile Avrupa içi göçler tekrar canlanmış ve bu durum Avrupa ülkelerindeki vatandaşlık ve göçmenlik politikalarının yeniden değerlendirilmesine yol açan süreçleri kolaylaştırmıştır. 90’lardan itibaren Avrupa ulus devlet yapısı çokkültürcülük yapısına göre şekillendirilerek kamusal alan ve nüfusu oluşturan kurucu unsur dışındaki grupların, azınlıkların, cemiyetlerin de görünürlüğü ulus devlet ve kamusal alan sınırları içerisinde yeniden kurulmaya çalışılmıştır.

Kimliğin Kültüre İndirgenmesi

Avrupa kamusal alanının çokkültürcülük ile uygun yapılanması, azınlık grupların kültürel anlamda görünürlüğünü arttırmak açısından yararlı olsa da, esasen bu grupların kimliklerini depolitize edip, onları salt bir kültür öznesi hâline getirerek kamusal alandaki varlıklarına izin verilmektedir. Avrupa veya Avrupalılık kimliğinin kamusal alanda bir özerklik içinde korunarak, diğer grupların siyasetten arındırılmış salt kültür üzerinden yansıtılmaları bu yeni Avrupalılığın bir bütünsellikten uzak kalmasına neden olmuştur. Bu bağlamda ne normatif, idealize edilmiş vatandaşlık tanımları, ne de kimliğin kültürel alana indirgenmiş hâli uygun bir vatandaşlık durumu ve tanımını temsil etmektedir.

Göçmen kimlikleri için kullanılan “mozaik” gibi söylemler, farklılıkların sosyal, siyasal ve ekonomik alanda tanınmasına tehdit oluşturmaktadır. Zira farklılık zaten doğal olandır. Mühim olan bu farklılıkları tanıyarak eşitlik, adalet ve özgürlük gibi temel ilkelere dayalı sağlıklı bir yaşam ve birliktelik alanı kurabilmektir.

Göçmenlerin kamusal alanda görünürlükleri ve toplumdaki diğer bireyler tarafından tanınır olmaları toplumu oluşturan bireyler arasında sağlıklı bir ilişki kurulması açısından önemlidir. Bu süreçte göçmenlerin sahip oldukları kültürel farklılıkları korumaları gayet doğaldır. Bu farklılıkların bir sorun olarak algılanması durumu çoğunlukla ön yargılar ve bilinmeyene dair gelişen korkudan ileri gelmektedir. Zira bir şeyi tanımamak, ona dair olumsuz ve kurgusal düşünceler üretmeye yol açmaktadır. Halbuki yapılması gereken karşılıklı kurulacak sağlıklı iletişim yöntemiyle tarafların birbirini tanıması, anlamaya çalışması, karşılıklı istek ve beklentileri açık ve net şekilde ifade etmesi ve bu şekilde saygı çerçevesinde sağlıklı ve olumlu ilişkiler kurulmasıdır.

Kamusal Alanda Farklılıkların Eşitliği

Çokkültürcülük politikalarının girdiği bu çıkmazda Avrupa’nın heterojen yapısının siyasal temsiliyet ve eşit yurttaşlık noktasında devamı için politik dönüşümden öte sosyal ve ekonomik dönüşümler de beraberinde gündeme gelmelidir. Çokkültürcülük politikaları, siyasal temsil konusunda problematik bir olgu olmaya başlamıştır. Günümüz çokkültürcülüğünün siyasal temsiliyetten yoksun yapısı özellikle göçmen gruplar düzeyinde sinir uçlarını harekete geçirmektedir.

Kamusal alanın, farklılıkların eşitliğine dayalı örgütlenebileceği bir Avrupa, kıtanın siyasal çalkantılarına çokkültürcülük politikalarından daha fazla katkı sağlayacak bir zemine sahiptir. Avrupa’nın iç göçler, 1960 sonrası yoğunlaşan Türk işçi göçü ve özellikle Suriye krizinden sonra yoğunlaşan Orta Doğu ve Asya kaynaklı göçlerin temasından kendini azledecek doğal bariyerleri bulunmamaktadır.

Göç ve farklılıklar Avrupa’nın madem ki bir gerçeğidir; o hâlde kamusal alanın da bu gerçekliğe göre dizayn edilmesi, farkındalıkların sadece bir kültürel olgu olmadığının kabul edilmesi gerekmektedir. Kültürel çoğulculuğun farkındalıkları kamusal alana taşıyacak mobilizasyondan yoksun yapısı, farklılıkların eşitliğine bağlı daha kapsayıcı bir temsil kabiliyetini ve kamusal alanı mümkün kılabilir.

– Karim, K. H. “Press, Public Sphere, and Pluralism: Multiculturalism Debates in Canadian English-Language Newspapers.” Canadian Ethnic Studies, vol. 40 no. 1, 2008, Project MUSE, doi:10.1353/ces.0.0074
– Mazower, M. “Karanlık Kıta Avrupa’nın 20. Yüzyılı”.İstanbul Bilgi Üniversitesi. 2008. s.211-247
– Bohle, D., & Greskovits, B. (2007). Neoliberalism, embedded neoliberalism and neocorporatism: Towards transnational capitalism in Central-Eastern Europe. West European Politics, 30(3), 443-466.
– Weil, P. (2001). Access to citizenship: a comparison of twenty-five nationality laws. Citizenship today: Global perspectives and practices, 17, 17-35.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler