'Dosya: "Avrupa'da Düğün"'

Geleneklerin Eşiğinde: Avrupa’da Karma Düğünler

Türkler arasında “düğün” denildiğinde, akla önce Türkçe konuşan iki kişinin evlenmesi gelir. Farklı kültürden biriyle evlenmek ise “normal”in dışına çıkmak olarak görülür. Peki Avrupa’da karma düğünler aileler tarafından nasıl karşılanıyor? Farklı kültürlerden insanlarla evlenen dört kişiyle düğünleri hakkında konuştuk.

Küreselleşmeyle birlikte insanlar ve kültürler arası hareketlilik ve iletişim daha kolay hâle geldi. İnsanlar küçük ve dışa kapalı köylerde yaşamıyorlar. Artık evlilikler de köy, şehir ve ülke sınırlarını aşıyor. Ulusaşırı bir topluluk olan Avrupa’daki Türkiye kökenliler arasında da karma evlilikler oldukça yaygın.  

“Kültürel Farklılıklar Hem Zorluk, Hem Avantaj”

Türkiye’nin iki farklı şehrinden insanın evliliğinde bile geleneklerin iki tarafı da zorlayabileceğini göz önünde bulundurursak, tamamen farklı bir etnisiteden biriyle evlenirken bu kültürel farklılık mutlaka fark ediliyor. Almanya’nın Frankfurt şehrinde yaşayan Erzurumlu Muhammed (30), Mısırlı eşi Zeyneb’le (25) düğününü şöyle anlatıyor: “Bizim düğünümüzü hem farklı hem de güzel kılan şey iki tarafın da geleneklerinin uygulanmasıydı. Ailelerimiz âdetleri uyguladılar, ama bizim mutluluğumuzu da ön plana aldılar.” 

Örnek olarak dinî nikahın onlarda aile arasında küçük bir merasimle olduğunu, karşı tarafta ise camide ve herkesin huzurunda yapıldığını anlatıyor. “Buna benzer kültürel farklılıklar vardı, ama niyet çok önemli. İki taraf da yapıcı oldu ve her zaman bir orta yol bulundu.” Eşlerin ikisinin de Müslüman olmasının âdetlerin benzeşmesine yol açtığını söyleyen Muhammed, düğün hazırlığının üç ay sürdüğünü, bazı hazırlıkların ise yetişmediğini söylüyor.

“İletişim Kurmak Sadece Dille Olmaz”

Düğün, çok büyük bir organizasyon. Bu organizasyonu planlarken ailelerin doğru bir iletişim kurabilmesi ise elzem. Aynı dili konuşan aileler arasında bile düğün arifesinde iletişimsizliklerin yaşandığı düşünüldüğünde, karma evliliklerde bu durum soru işareti. Muhammed ve eşi de ailelerin anlaşıp anlaşmayacaklarını, hangi dilde nasıl konuşacaklarını düşünmüşler. “Ailelerimiz beklediğimizden iyi anlaştılar. Almanca, Türkçe, Arapça – ortaya karışık bir şekilde konuştuk. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadık. İletişim kurmanın ve anlaşmanın sadece dil ile mümkün olmadığını yaşayarak gördük.” İki aile için de önemli olanın dinî hassasiyet olduğunu anlatan Muhammed, kültür farklılığının konu edilmediğini vurguluyor. 

“Düğünümüz camide olduğu için tipik bir Türk düğünü olmadı.” diyen Muhammed, eşinin yaşadığı şehirde de küçük bir merasim düzenlendiğini anlatıyor. “Orada iki tarafın da geleneklerinden parçalar vardı. Camide yapılan düğünde Kur’an-ı Kerim, ilahi, kaside, dua, sohbet, takı töreni ve yemek oldu. Ailem için önemli olan mümkün olan herkesi davet etmekti. Eşimin tarafı için önemli olan dinî nikah töreni ve Türkçenin yanı sıra Arapça da bir konuşmanın olmasıydı. Benim için özellikle önemli olan takı merasiminin açıktan yapılmamasıydı. Herkesin isteği karşılandı.”

“İnsanlar Diğer Kültürleri Merak Ediyor”

Küresel iletişim ağı sayesinde bugün insanlar neredeyse her kültür hakkında bilgi sahibi oluyor. Bu tanışıklık, karma evlilikleri de normalleştiriyor. Essen’de yaşayan ve bilgisayar teknolojileri alanında çalışan Adem’e göre karma evliliklere tepkiler de artık eskiye oranla azalmış durumda: “Eski nesilden hâlâ karşı olanlar vardır. Ama bence bu tarz tutuculukları aştık. Diğer kültürlerin tanınmasıyla artık karma evlilikler daha normal karşılanıyor.” 

35 yaşındaki Adem, üniversite eğitimi için geldiği Almanya’da dil kursunda Tayvan kökenli Yen-Hsin (38) ile tanışmış. Türkiye’de yaşayan ailesine evlilik niyetini açtığında, ailesi önce okulunun bitmesi gerektiğini söylemiş. Mesleğe atılmasıyla birlikte Yen-Hsin’i ailesiyle tanıştırmış. “Annem ve babam eşimin Tayvan kökenli olmasını olumlu karşıladılar.” şeklinde tepkilerini anlatan Adem, bu konuda zorluk yaşamadığını anlatıyor. “Çevrem ve akrabalarım da merak ediyorlardı. Eşim herhangi bir dine mensup değildi ve bu vesileyle Müslüman oldu, ailesi ise bunu olumlu karşıladı.”

“Dil Farklı, Memleket Uzak”

İki tarafın aileleri köken ülkelerinde yaşadığından dolayı, aileler ancak düğünde tanışıp bir araya gelebilmişler. Adem, kendi anne-babası Türkçe, eşinin ailesi ise Çince ve Tayvanca konuştukları için anlaşmakta doğal olarak zorluklar olduğunu açıklıyor: “Aileler düğünde bir hafta kadar birlikte kaldılar. Konuşabilecekleri kimse yoktu, o yüzden eşimin ailesi zorluk çekti. İşaret diliyle anlaşmaya çalıştılar. Biz yanlarında olduğumuz için yardımcı olduk.” 

Adem, çiftlerden birinin karşı tarafın dilini öğrenmesi konusunda bir beklenti olduğunu söylüyor. “Genelde eşimin Türkçe öğrenmesi gerektiğini söyleyenler oldu. Ama eşim Türkçe öğrenmedi, ben de Çince öğrenmedim. Neticede ikimiz de Almanya’da yaşıyor ve Almanca anlaşıyoruz. Eşimin ülkesinde veya Türkiye’de yaşasaydık, tabii ki o dili öğrenirdik.” 

Tayvan ile Türkiye arasındaki uçuş aralıksız 12 saat sürüyor. İki ülkenin birbirine uzak olması düğünde bazı zorluklara sebep olmuş. Adem’in ailesi Tayvan’daki nişana katılamazken, Yen-Hsin’in ailesinden de Trabzon’daki düğüne sadece üç kişi gelebilmiş.

“Düğünümüzde Yerel Gelenekleri Tanıttık”

Adem ile Yen-Hsin’in düğünü; Essen, Trabzon ve Tayvan arasındaki bir düğün hareketliliğinin kesişim noktası. Söz ve nişan için Tayvan’a giden ve eşinin ailesiyle tanışan Adem, nişanın 80 kişiyle ufak çaplı bir düğün şeklinde Tayvan kültürüne göre yapıldığını anlatıyor. Nişana Yen-Hsin’nin akrabaları katılırken mesafe nedeniyle Adem’in ailesi ve arkadaşları katılamamış. 

Düğün ve nikah ise iki gün arayla Trabzon’da olmuş. 300 kişinin katıldığı düğüne Yen-Hsin’in anne-babası ve ağabeyi Tavyan’dan gelmişler. “Bohça gibi abartısız ufak hazırlıklar toplam bir hafta kadar sürdü. Kına gecesi yapıldı, makyaj ve fotoğraf çekimleri oldu. Türk kültürüne göre yapılan kemençe, horon ekibi, semazenler ve Kuran-ı Kerim okunmasıyla yerel bir düğün yaptık. Düğünde aslında bir yanıyla eşimin ailesine kültürümüzü tanıtma imkânı bulduk. Semazen gösterisini merak ettikleri için bir gösteri ayarladık.” 

Tayvan ile Türkiye arasında kültür olarak çok benzerliklerin olduğunu söyleyen Adem, başlık parası ve takı takma töreninin Tayvan’da da uygulandığını anlatırken, kızın annesine altın verildiğini, bunun daha çok sembolik olduğunu söylüyor.

Karma düğünün en olumlu yanı Adem’e göre farklı kültürlere yönelik ön yargıların yok olması. “Kimsenin beklemediği şey kültürlerimizin eşimle birbirine çok benzemesi idi. Anne ve babam şaşırmışlardı. Asya kültürünün oturma kalkma adabı Batı kültüründen çok daha farklı ve Türk kültürüne çok benziyor. Bu yönüyle karma evlilikler, insanların bu dünyada sadece kendi kültürlerinin biricik olmadığını gösteren şeyler bence.” 

“Biz Evlenemeyiz, Sen Alman’sın”

Laz kökenli Rabia (29) ve eşi Jonas (30), Aachen’da aynı üniversitede okurken tanışıp evlendiler. Rabia ile Jonas’ın evliliği, farklı kültürden evliliklerin her zaman olumlu karşılanmadığının bir örneği. “Evliliğimiz ikimizin çevresi tarafından da biraz garipsendi. Her iki ailede de karma bir evliliğin şimdiye dek olmaması, belki bizim düğünümüze has bir zorluktu.”

Prusya-Alman kökenli bir aileden gelen Jonas, ilk tanıştıklarında Rabia’ya İslam hakkında sorular soruyormuş. Sonrasını Rabia şöyle anlatıyor: “İlk tanıştığımızda Jonas merakla İslam’ı öğrenmeye çalışıyordu. Ben kendisine yakındaki bir camiye gidebileceğini, orada daha güzel cevaplar alabileceğini söyledim. Düzenli camiye gidip oradan arkadaşlar edindi.”

Bir süre sonra Jonas, Rabia’yı arayıp onunla evlenmek istediğini söylediğinde Rabia Müslümanlığı kabul etmesine rağmen Jonas’a “Hayır olmaz, sen Almansın.” demiş. “Aslında böyle düşünmüyordum, ama aramızdaki kültürel farklılığın bir uyumsuzluk doğuracağını düşünerek istemdışı böyle söylemiştim.” diyor Rabia. Bunun üstüne Jonas, Rabia’nın babasına gidip kızıyla evlenmek istediğini söylemiş ve “Kızınız Alman olduğum için onunla evlenemeyeceğimi söyledi, bu doğru mu?” diye sormuş. Bir kaç hafta süren tanışma sonrasında Jonas Rabia’yı istemeye gitmiş. “Jonas takım giyinmiş, çiçek, çikolata yaptırmış, yüzük almıştı. Bunların hiçbirini ona ben söylememiştim, hepsini kendisi araştırmıştı.”

“Damat Gözüyle Bakınca Biraz Garipsediler”

Jonas, Rabia’nın babasında iyi bir itibar bırakmış. Efendi, açık sözlü, samimi ve güler yüzlü olduğu için kendini sevdirmiş. “Damat gözüyle bakınca biraz garipsediler ve başta şüpheyle yaklaştılar. Ama nihayetinde iyi karşıladılar.” diyen Rabia, iki ailenin tamamen zıt olmasına rağmen, iki tarafın da bu durumu hoşgörü ile karşıladığını anlatıyor. “Aileler anlaşmakta zorluk çekmeden bir araya gelip Almanca sohbet ettiler. Ama derin konulara girildiğinde, bazen ailemin alttan aldığı konular oluyordu. Bazı şeyler Türk kültüründe ayıplanır veya ‘görgüsüzlük’ olarak algılanır. Alman kültüründe ise beğenilmeyen şeyler açıkça söylenir. Yine de kimsenin kalbi kırılmadan düğün sürecini atlattık.” 

Rabia ve ailesi Almanya’da yaşadığı için düğün sürecinde zorluk çekmemişler, fakat Jonas’ın ailesi için düğün süreci tam bir şok olmuş: “Eşimin ailesi için bazı yenilikler vardı. İslami tutumumuz eşimin ailesi için yeniydi. Türkleri tanımıyorlardı. Tutumları çok olumlu değildi ve bunu açıkça söylüyorlardı. Namaz kılmanın zaman kaybı olduğu, düğüne herkesi çağırmanın gereksiz olduğu gibi düşünceleri vardı. Fakat bütün bu endişe ve asılsız düşünceleri boşa çıkarttık.”

“Çocuğunuza Alman İsmi Koyun”

Karma evliliklerde çiftlerin uyumunun yanında, ailelerin bakışı da büyük rol oynuyor. Rabia ötekileştirmeye dayalı tavırlara bir örnek veriyor: “Kayınpederim, çocuğumuza Alman ismi verirsek Müslüman olduğunun anlaşılmayacağını ve böylece çocuğun Almanya’da zorluk çekmeyeceğini söyledi. Bu tarz şeyleri tersleyici şekilde ya da beni kırmak amacıyla söylemiyorlar; gerçekten böyle inandıkları için söylüyorlar. Fakat yine de bunlar, mevcut önyargıların dışavurumu oluyor.” 

Jonas kendi isteğiyle Türkçe dersi görmüş. Babası ise bunun zaman kaybı olduğunu, boşuna efor sarf ettiğini, öğrenecekse, İş İngilizcesi gibi yararlı şeyler öğrenmesini tavsiye etmiş. Jonas’ın annesi ilk başta oğlunun Müslüman olduğuna inanamamış. Ona hoşgörülü bir eğitim verdiğini ve her zaman seçme hakkını bıraktığını öne sürerek, Müslümanlığı seçtiğine şaşırıyormuş: “Jonas’ın böyle bir değişim yaşaması hepsini çok şaşırtmıştı.”

“Düğün Şenliği Değil, Düğün Yemeği”

Türkiye’deki akrabaların damadı tanıması için nişanı Türkiye’de yaptıklarını anlatan Rabia, bohça gibi hazırlıkların fazla olmadığını anlatıyor. Rabia, kız istemeyi, anne-babayı saydığını göstermesi açısından önemsediğini ve birçok geleneği uyguladıklarını, Türkiye’den alışveriş yapıldığını söylüyor. “Kına yakılmasını istemiyordum, Türk olmayan kayınvalidem kınayı sorduğu için kına yakıldı. Hatta avcumu zorla açmaya çalıştı ve altın koydu.” şeklinde klasik bir şekilde yaptığı kına gecesini anlatıyor.

Rabia’nın düğün günü için bazı istekleri olmuş. Nikahın, dünyanın ilk havarayı olan meşhur Wuppertal asma treninde gerçekleşmesi, yeşil bir elbise giymek, düğündeki en pahalı şeyin sadece yüzüğü olması bu istekler arasındaymış. Ayrıca, kesinlikle anonslu takı töreninin olmaması, Kur’an-ı Kerim okunması, düğünde konuşma yapılması da diğer istekleriymiş. “Kayınbabam çok güzel bir konuşma yaptı. Hem benim, hem eşimin sevdiklerinin yanımızda olması yeterliydi.”

Düğün, resmi ve dinî nikahla aynı günde olmuş. “Bu süreç Jonas için çok heyecan vericiydi. Kuralları ve uygulamaları dikkatle takip etti.” diyen Rabia, düğün günü kız evinde buluşulduğunu anlatıyor. Resmî nikah, Rabia’nın hayal ettiği gibi Wuppertal’ın meşhur asma treninde olmuş. Arabalarına Alman geleneği “Blechdose” denilen tenekeler bağlanmış, “yeni evli” diye kalpler yapıştırılmış ve çiçek atma olmuş. “Bu tarz şeyler benim için önemsizdi, ama yapmış olmak için yaptım.” diyor.

Düğün ise Duisburg Merkez Camii’nde olmuş. “Görünüş olarak daha büyük diye ve belki hayatında ilk defa camiye girecek eşimin ailesine güzel bir anı bırakmak için bu camiyi seçtik. Jonas’ın ailesinden 12 kişi geldi. Fotoğraf çekimi olmadı; sahnede değil, yuvarlak masalardan birinde oturduk. Eşimin ailesi düğünde alkol içmek istediği için küçük bir ihtilaf oldu, ama düğünümüzde alkol yoktu.” 

Dinî nikah ise düğün yemeğinden sonra, caminin içerisinde olmuş. Rabia bu durumu şöyle anlatıyor: “Eşimin ailesi dualar okunurken ve imam nikah kıyarken çok şaşkınlardı.” Jonas’ın geniş bir çevresinin olmadığını anlatan Rabia, altı kardeşi olan kayınvalidesinin sadece bir kardeşiyle görüştüğünü söylüyor. Düğünden sonra arayan dayısı, “Orada çok fazla başörtülü vardı, bundan böyle sizinle görüşmeyeceğiz.” diyerek yeğeni Jonas’a sırt çevirmiş. Jonas’ın, Türkler hakkında ırkçı ifadeler kullanan yakın bir arkadaşı da, düğünden sonra Jonas’la iletişimi kesmiş. 

“Karma Kısmının Ön Plana Çıkması Irkçı Bir Boyut Alıyor”

Rabia, düğününün “karma” oluşunun ön plana çıkmasının ırkçı bir boyut aldığı görüşünde. Kültürlerarası etkileşimin normal olduğu, kültürlerin “kapalı ve ayrı” alanlara hapsedilmediği günümüzde bu vurgu oldukça önemli. Düğününün klasik bir “Türk düğünü” olmadığını söyleyen Rabia şöyle anlatıyor: “Düğünümüze katılan bazı Almanlar, ‘Demek Türk düğünü böyle oluyor’ dediğinde, ‘Biz Türk-Alman düğünü değil, Müslüman düğünü yaptık’ dedik.” 

Benzer bir bakış açısını Köln’de yaşayan ve Tunuslu Sam ile evlenen Kübra da anlatıyor: “Bizim düğünümüz Türk-Tunus düğünü değildi, Kübra ile Sam’in düğünüydü. Bana göre her şey normaldi. Başkaları şaşırmasa, bir ‘Tunuslu’ ile evlendiğimi fark etmezdim bile.”

Evliliğini kültürlerarası bir evlilik olarak görmediğini belirten Kübra, eşiyle uzun süredir tanıştıklarını ve aynı yerde büyüdüklerini anlatıyor. “Evliliğimizin, ‘Almanya’da iki Müslüman evlendi’ şeklinde algılanması gerek.”

“Fikir Ayrılıkları Türk-Tunuslu Arasında Değil, Nesiller Arasında”

Kübra, kendisinin Türk olmasının eşinin ailesinde hiçbir şekilde konu edilmediğini, kendi ailesinde ise ilk başta bazı aile bireylerinin bunu mesele yaptığını anlatıyor. Fakat ailesi Sam’le tanıştığında, düşünceler hemen değişmiş. Tek zorluk kayınvalidesinin çok iyi Almanca bilmemesi olmuş. 

Arada doğal olarak fikir ayrılıklarının olduğunu anlatan Kübra, durumu şöyle anlatıyor: “Eşimin tarafı bu fikir ayrılıklarına hiç karışmadılar. Bu fikir ayrılıklarının ‘Türk-Tunus’ kültürü arasında değil; daha çok ‘Almanya’da doğmuş ve burada sosyalleşmiş gençler’ ile ‘geleneklere bağlı olanlar’ arasında olduğunu söyleyebilirim. Ne eşim çok geleneklerini biliyor, ne de ben. O yüzden daha çok ikimiz, benim ailemle fikir ayrılığına düştük.”

“Klasik Düğün İstemedik”

Kübra ve Sam düğün öncesinde kız isteme ya da tuzlu kahve fasılları yapmamışlar. Söz kesilmiş ve kına yapılmış. Kübra’nın kınası Türk usulü olmuş, kayınvalidesinin getirdiği Tunus kıyafetini giymiş. Eşi salona gelmemiş, sadece bayanlar arasında bir eğlence olmuş. Düğün günü kız alındıktan sonra düğünün yapıldığı Köln’e yakın küçük ve eski bir kaleye gidilmiş. 120 kişilik düğünde Kur’an okunmuş, konuşmalar yapılmış ve Afgan yöresine has yemekler dağıtılmış. Kübra o günü şöyle anlatıyor: “Düğünümüz biraz bizi temsil ediyor. Kur’an-ı Kerim okunması bizim için önemliydi. Düğün esnasında Türk müziği çalmadı. Ama bu kasti değildi, müzik ayarlayan arkadaşın Türk olmamasıyla ilgiliydi.”

Kübra, düğününü “klasik”, yani 500’ün üzerinde kişi ve takı merasimiyle yapmak istememiş. Annesi büyük bir salon düğünü istese de Kübra’nın isteğini kabul etmiş. “Eşim de benim gibi düşünüyordu. Bu yüzden düğünümüzü istediğimiz gibi yapabildik. İkimizin de baştan beri kafamızda bir düğün vardı çünkü.”

Rabia’nın tecrübesine göre “Türk düğünü”, sahnesi, gelin masası olan, kumaş kaplamalı sandalyeli büyük bir salonda yapılan düğünler: “Yemek, masada leblebi, klasik takı merasimi ve abartılı beyaz gelinlik: Benim için klasik bir Türk düğünü bu demek.” Adem ise davul zurna ve elektro bağlama eşliğinde pistte oynayanlarla Almanya’da geceye kadar süren salon düğünlerini örnek olarak gösteriyor.

Her hâlükârda, kültürlerarası oluşun artık geçerli norm olduğu bir çağda “karma düğün”ler, aynı zamanda gelenekleri, tabuları ve sınırları aşarak bir eşiği aşmış oluyorlar. Bu eşik aşıldığında karma düğünler kültürlerin sergilendiği ve bir araya geldiği bir sahneye dönüşüyor. Tüm bunların, bundan 20 yıl önceye kıyasla çok daha normal karşılandığı ise bir gerçek.

Kübra Zorlu

Duisburg-Essen Üniversitesi’nde Medya Bilimleri alanında yüksek lisans eğitimini tamamlayan Zorlu, Perspektif yayın kurulu üyesidir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler