'Dosya: "Diaspora Medyası"'

Dünyalar Arasındaki Gezginler: Göç Sonrası Toplumlarda “Medyal Göçmenler”

Göçün şekillendirdiği toplumlarda göç kökenlilerin medya tüketim alışkanlıkları büyük değişkenlik gösteriyor. “Medyal göçmenler” kavramı, bu tartışmaya farklı bakış açısı sunabilir.

Fotoğraf: Shutterstock.com

Toplam nüfusun yaklaşık beşte birinin, hatta Frankfurt am Main gibi şehirlerde altı yaş altındaki tüm çocukların yaklaşık yüzde 75’inin göç kökenine sahip olduğu Almanya’da, bu dönüşümün medya kullanımı üzerindeki etkilerine ilişkin sorular medya ve iletişim bilimleri için giderek daha önemli oluyor. Göç sonrası (Almanca tabirle “post-migrantisch”), yani bütünüyle göç deneyimiyle şekillenmiş bir toplumda göç geçmişine sahip olan alıcıların medya kullanım alışkanlıkları da incelemeye değer.

Medya ve göç deneyimi tartışmalarında ihmal edilmemesi gereken bir husus da Almanya’da mevcut olduğu ifade edilen çeşitliliğin maalesef Almanca yayın yapan medya kanallarında yeterince temsil edilmemesi. Göç deneyimi olan çok az insan medya üretiyor ve/veya film ve dizi gibi medya ürünlerinde rol alıyorlar. Ancak bu sorun artık fark ediliyor ve “Yeni Alman Medya Yapımcıları” (NdM) gibi girişimler sayesinde takdir edici örnekler çoğalıyor.

Entegrasyonda Medyanın Rolü

Esasen medyanın kişisel göç deneyimi olan kişiler veya Almanya’da yaşayan diaspora için iki temel işlevi vardı: a) İlgili hedef ülkedeki yaşam ve toplum hakkında bilgi sağlayan bir entegrasyon mercii olarak hizmet sunmak ve aynı zamanda b) Almanya’ya göç veren veya kişisel göç hikâyeleri yoluyla Almanya ile ilintili olan bölgeler için bir vitrin görevi görmek.  İnsanların ana yurtlarına yönelik bu vitrinlerin bugün en belirgin göstergesi, Federal Almanya Cumhuriyeti’nin oturma odalarından Türk, Rus, Arap ve İsrail kanallarını çeken çok sayıdaki uydu çanağıdır.

Ancak Facebook, Instagram ve Twitter gibi dijital medya dönemlerinde artık bir parabolik anten satın almaya bile gerek yok, çünkü bir bilgisayar veya cep telefonu yardımıyla ilgili içeriğe dünyanın herhangi bir bölgesinden doğrudan erişmek artık mümkün. World Wide Web, ne ulusal sınırları tanıyor ne de dil engellerini.

Bu nedenle günümüzde göçmen kökenli insanlar artık genellikle yalnızca etnik medya yoluyla, yani ikamet ettikleri yeni bölgede üretilen medya ve ithal edilen gazeteler yoluyla ana dillerinde içeriklere ulaşabilen önceki nesillerin yaşadığı zorluklarla karşı karşıya kalmıyorlar. Teknik ilerlemeler sayesinde Almanca ve yabancı dillerde yayınlanan medyalar arasında bir eşitlik söz konusu. Bunun yanı sıra sosyal ağlar ile birlikte kitle iletişim araçları ve kişilerarası iletişim arasındaki sınırlar da silikleşiyor.

Diaspora Üyesinin İdeal İmajı

Bu iki durum da göç ve entegrasyonla ilgili medya kullanımı araştırmaları için ilgi çekici. Basitçe ifade etmek gerekirse burada en çok ele alınan soru, farklı diaspora topluluklarındaki farklı profildeki kullanıcıların hangi medyaları kullandığı sorusudur. İnsanlar ana yurtlarının medyasına mı yoksa Almanca konuşulan medyaya mı yönelik bir eğilime sahipler? 

Tam da burada sağ popülistler tarafından sıklıkla beyan edilen medya gettolarının varlığının, diğer bir ifadeyle sadece etnik medya kullanımının, ampirik gerçeklikle uyuşmadığının memnuniyet uyandıran bir gerçeklik olduğunu ekleyelim.

Genelde Almanya’da yaşayan azınlıkların ne kadar çok Alman medyası kullanırlarsa çoğunluk toplumuna o ölçüde entegre olacakları gibi bir kabul söz konusu. Bu alanda yapılan araştırmalarda genellikle kişinin eğitim düzeyi ya da sosyal çevresi de etkili olarak görülür; bunlar ne kadar yüksekse, Almanca medyaya yönelme olasılığı da o kadar yüksektir. Bu sayede dolaylı olarak bir diaspora üyesinin ideal imajı oluşturulur ki bu imaja göre kişi, kendi kültürel kökeninin farkındadır ancak yine de özellikle Alman çoğunluk toplumuna ait olduğunu hisseder ve bunu da Almanca medya kanallarını kullanarak ifade eder. Bu basit anlayış, günümüz hayatının çoğu gerçeği tarafından aslında aşılmış durumdadır çünkü insanlar farklı kültürel aidiyetlere ve kimliklere sahiptir ve medya kullanımı da bu farklı yaşam gerçekliklerinin bireysel bir ifadesidir. Özellikle Instagram veya TikTok gibi dijital hizmetler de bu bireyselleşme eğilimini net biçimde kuvvetlendirmektedir.

“Medyal Göçmenler” Araştırması

İletişim ağları üzerine farklı bir yaklaşımı takip eden ve vurgulanmaya değer bir araştırma, Hepp, Bozdağ ve Düvel’in 2011’de yayınlanan çalışmasıdır. İlgili yazarlar, çeşitli diaspora topluluklarından (Fas, Rus, Türk) üç temel medya kullanım türü oluşturmuştur. Araştırmacılar, kişinin kendi ifade ettiği kültürel kimliğini ve iletişim ağını, tiplerin oluşturulmasına dâhil ederek, ne kadar çok Almanca medya kullanılırsa çoğunluk toplumuna o ölçüde güçlü entegre olunacağı anlamını taşıyan normatif tespitlere sahip diğer araştırmacılara kıyasla asıl konu üzerinde çok daha yoğun bir şekilde çalıştılar.

Hepp ve arkadaşları tarafından tanımlanan üç medya kullanım türü köken yönelimli, etnik yönelimli ve dünya yönelimli medya kullanım türleridir. “Köken yönelimli” tip, ana yurduna yönelik duyduğu güçlü ve kimlik oluşturan bir bağ ile karakterize edilir. Diğer insanlarla kurduğu ağ da büyük ölçüde kendi diasporasının üyelerinden ve ana yurdundan gelen insanlardan oluşur. Bu durum kişinin medya repertuarına da yansır ki buna göre kişi, büyük ölçüde Almanca konuşulmayan medya ürünlerini tüketir ve kendi diasporası ile ana yurduyla iletişimsel ağ kurmaya yönelir. Buna bağlı olarak en zayıf Almanca dil becerileri genellikle bu tiptedir. İkinci tip ise “etnik yönelime sahip” olan ve Hepp ve arkadaşları örnekleminde hem tüm diaspora toplulukları içinde mutlak olarak hem de Türk diasporasıyla ilişkili olarak en yaygın olan türü temsil eder. Bu tür, bir görüşmecinin de ifade ettiği üzere kültürel bir “karışıklık” anlamında “iki dilli” bir kültürle karakterize edilir. Dolayısıyla burada, kişinin ana yurdunun kültürü ile göç ettiği ülkenin kültürünün bir karışımı görülür. Bu durum, her ne kadar hâlâ ana yurtları ve kendi diasporaları tarafından şekillendiriliyor olsalar da bu grupta çoğunluk toplumuna mensup kişilerle olan bağlar bakımından çok daha güçlü bir iki kültürlülük özelliği taşıyan iletişimsel bağlara yansır. Hepp ve arkadaşları yaptıkları çalışmada bu gruptaki medya kullanımına yönelik somut bir örnek olarak, her iki ülke hakkında da güncel bilgilere sahip olmak amacıyla hep bir Alman bir de Türk gazetesi satın alan 44 yaşındaki Türk bir kadından bahsederler. Son tip olarak araştırmada “dünya yönelimli tip”e yer verilmiştir. Bu tip, çeşitli diaspora toplulukları arasında en az yaygın olandır. Bu tipe mensup insanlar, kendilerini memnuniyetle “dünya vatandaşı” olarak tanımlar ve kimliklerini ulus devletlerinin ötesinde konumlandırırlar. İletişim ağları küresel odaklıdır, bu nedenle sayısız bağlantılarıyla iletişim hâlinde kalmak için yoğun bir şekilde sosyal ağları kullanırlar.

Hepp ve arkadaşlarının gerçekleştirdiği çalışmaya göre Türk diasporasının Rus ve Fas diasporasına göre belirleyici bir farkı yoktur. Dikkat çeken unsurlar yalnızca, etnik yönelimli tipte istisnasız çok iyi dil becerilerinin olması ve zaten çok küçük olan dünya yönelimli tip grubunda sadece birkaç Türk’ün yer almasıdır. Bugün bu veriler üç sebepten dolayı dikkatle ele alınmalıdır: Öncelikle çalışma neredeyse on yaşındadır, sonrasında çalışma kapsamında 37’si Türk diasporasından olmak üzere sadece 100 kişiyle görüşülmüştür. Bu nedenle, bu sayılar toplam nüfus hakkında herhangi bir temsilî sonuca ulaşılmasını sağlamaz, aksine sadece genel eğilimleri yansıtır. Üçüncü sebep ise sosyal medyanın giderek daha önemli bir rol oynamasıdır ki bu durum 2011’de ancak kısmen tespit edilmiştir. Bunlara rağmen bu çalışma, farklı diaspora topluluklarında ağ kurmaya yönelik hassas bir araştırma için çok iyi bir örnek teşkil etmektedir. Zira entegrasyonun normatif tanımlarının ötesindeki yaşam gerçeklerini tasvir etmektedir.

Antalya’daki Almanlar Evde Türkçe Mi Konuşuyor?

Geçmişte Alman araştırmalarında baskın olan, yalnızca medyanın dil temelli entegrasyon etkisine odaklanma yaklaşımını reddetmek mümkündür. Dile yönelik bu saplantı, Almanya’daki tartışmanın da bir örneğidir. Yaşanılan yerin diline hâkim olmanın toplumsal katılım için önemli olduğu tartışılmazdır. Ancak araştırmalarda bu unsurun baskınlığı eleştirilmelidir, çünkü çok dillilik, tüm bilimsel çalışmalarda kişinin kendi gelişimi için bir fayda olarak vurgulanır. Daha muhafazakâr yazarların, göç kökenlilerin evlerinde de Almanca konuşmalarına yönelik benzer talepleri, hem Almanya’da yaşayan nüfusun neredeyse dörtte birinin yaşam gerçekliğinin yanlış değerlendirildiğini, hem de vurdumduymazlığı ortaya koymaktadır. Acaba Antalya’daki Türk sahil şeridinde yaşayan sayısız Alman emekli kendi dört duvarı içerisinde sadece Türkçe mi konuşuyor? İspanya’daki Alman göçmenler evde Katalanca ya da Mallorquí mi konuşuyor? Muhtemelen hayır.

Göç kökenine sahip olan tek bir prototip insan yok. Aksine iletişim ağı ve bununla bağlantılı olarak medya kullanımı, çok katmanlı ve bireysel olarak şekillendirilmiş modellerle karakterize edilir. Bu eğilim, artan bireyselleşme nedeniyle muhtemelen daha da kuvvetlenecektir.

Ek olarak, birkaç dilin yan yana var olması dünya tarihinde yeni bir şey değil. Antik Roma’da bile farklı dil topluluklarının kozmopolit çok milletli yapıya eşit şekilde katılabilmesi için aynı gösteriler birkaç dilde düzenlenirdi.

admin

Lisans eğitimini Münster Üniversitesinde Sosyoloji ve Siyaset Bilimi bölümlerinde çift anadal olarak tamamlayan Kandemir, Duisburg-Essen Üniversitesinde sosyoloji yüksek lisans eğitimini sürdürmektedir. Ağırlıklı çalışma alanları göç sosyolojisi ve ulusaşırı Türk toplulukları olan Kandemir Perspektif dergisi editörüdür.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler