'Dosya: Göçün 60. Yılı'

“Yaşananlar, Alman Tarihi ve Kültürel Mirasının Bir Parçası Olarak Kabul Görmeli”

İşçi göçünün öncesinde ve ötesinde var olan Alman-Türk ilişkilerinin oluşturduğu kolektif hafıza sadece şahsi değil ortak hikâyelerden de oluşuyor. Yaşananların kamuoyu tarafından fark edilmesi ve bilinmesi her şeyden önemli olduğu gibi aynı zamanda bu ortak hafızayı güçlendirir.

Fotoğraf: Shutterstock.com

Berlin’e 1980’de gelen Şair Emre Gültekin’in yaptığı ilk iş yeni yaşam yerindeki Türk izlerini aramak ve bulmak olur. “Spree Kıyısında 300 Yıllık Türk Geçmişi” (Alm. “300 Jahre Türken an der Spree”, 1983) isimli kitabının önsözünde, işçi göçünün öncesinde ve ötesinde bir Alman-Türk geleneğinin var olduğunu daha Ankara’da iken öğrendiğini yazar. Ancak ne ziyaret ettiği kütüphanelerde ne de Berlin’de ikamet eden insanlardan bu konu hakkında bir bilgi edinemez. O zamanlar bulduğu her şey ufak tefek izlerden ibarettir: bit pazarlarındaki fotoğraf albümleri, eski gazete ilanları, Osmanlı mezarlarını da barındıran bir Türk mezarlığı, Türk ve Alman bayraklarının birlikte bulunduğu dostluk yüzükleri ve 1917 tarihli bir Türkçe-Almanca konuşma kitabı: “1. Türkçe biliyor musunuz? 2. Henüz o kadar iyi konuşamıyorum ancak kısa sürede Türkçeyi öğreneceğimi ümit ediyorum. Türkçe oldukça zor bir dil. 3. Hayır bayım. Türkçe dünyanın en kolay dilidir.”  

Gültekin’in 1980’ler Berlin’inde karşısına çıkan bu izlerin Alman kimliğinde bir karşılığı vardı. Bunlar 1871’de iki ülke arasında kurulan ve 1945’e kadar devam ettirilen, ancak sonrasında ortak hafızadan silinen Türk-Alman dostluğunun yansımalarından başka bir şey değildi. Ekonomik ve kültürel iş birlikleri, Bağdat Demiryolu, sigara fabrikaları ve Doğu Ekspresi unutulmuştu. Aynı zamanda, silah kardeşliği ve 1918’de Berlin-Kupfergraben’da inşa edilmesi planlanan temsilî cami unutulmuştu. Alman-Osmanlı evlilikleri ve Alman üniversitelerinde sayıları 1930’larda dahi artmaya devam eden Türk öğrenciler de unutulmuştu.

“Alman Kamuoyu Türkleri Öteki, Diğeri Olarak Görüyordu”

Almanya’nın Türk işçileri kabul etmesiyle birlikte Almanya’daki Türklerin sayısı 1961’den itibaren yarım milyon arttı. Eski Osmanlı ve cumhuriyetçi elitlerden farklı olarak bu erkek ve kadınlar çoğunlukla eğitim seviyesi düşük kırsal kesimden geliyorlardı. Bu sebeple de en ağır ve kirli işlerde, hiçbir Almanın çalışmayı kabul etmeyeceği şartlarda çalıştılar. Federal Almanya 1950’li yıllardan itibaren Yunanistan, Yugoslavya, İtalya ve İspanya’dan büyük çaplı işçi göçü almak için didinip durdu. Bunun amacı gayrisafi millî hasılayı yükseltmek ve ekonomide harikalar yaratmak istemesiydi ki bunu işçi göçleriyle başardı. Göçmen işçilerin maaşları ödeniyor, barınma masrafları karşılanıyor, üstüne emeklilik fonuna vergi ve ödenek girişi sağlanıyordu. Fakat yeni gelen göçmen işçiler aşağılanıyor ve ayrımcılığa uğruyorlardı.

Alman kamuoyu Türkleri öteki, diğeri olarak görüyor ve kötü durumlarından ötürü de yine onları sorumlu tutuyordu. Türk kadınlarının özgürleşmedikleri için geri kalmış oldukları, erkeklerin ise azgın oldukları ve dinlerinin de tehlikeli olduğu söylentileri tüm ülkede yayılıyordu. Komşular apartmana yayılan yabancı yemek kokularından rahatsız oluyor ve avludan yükselen ayak seslerinden şikâyet ediyordu. Berlin’de ilk ikamet ettiğim yer olan kadınlar yurduna erkek Türk postacısının girmesi yasaktı. Bu tip aşağılayıcı ön yargıları körükleyenler, Almanların arkadaşlık kurduğu elit Türk imajını unutturarak, düşük işlerde sömürülecek alt sosyal gruplara mensup Türk imajını öne çıkarmaya çalışıyordu. Zira II. Dünya Savaşı sırasında Alman endüstri ve tarımının büyük bir bölümünün dayandığı zorunlu işleri birilerinin yapması gerekiyordu. Tarihçi Ulrich Herbert, Avrupalı 8 milyon insanın savaş bitene kadar nasıl en ağır işlerde çalışmak zorunda bırakıldığını ve bu sırada insan onuruna aykırı bir muameleye maruz kaldığını; 1950’li yıllarda gerçekleşen iş göçünün bu boşluğu nasıl doldurduğunu 1986 yılındaki çalışmasında anlatır.  İş gücü anlaşmaları imzalandıktan sonra milyonlarca göçmen işçi tıbbi kontrollerden geçirilir ve kirli işlere sürülür.  Bu anlaşmaların “yanlış ve haksız” olduğuna dair Alman kamuoyunda yerleşik bir duygu ya da kanaat ise maalesef yoktur.

Biz Kimiz?

Her grup ortak geçmişini bugününe “uyacak” şekilde yorumlar. “Biz kimiz?” sorusuna verilen cevabın arkasında kabul görmüş bir bilgi yığını vardır ve bu yığının içinde mevcut duruma uygun hâle getirilmiş kolektif duygular, bastırılmış gerçekler ve gerekçelendirmeler bulunur. Unutulanlar İsviçre peynirindeki delikler kadar çok ve büyüktür. Siyasi iradeyi temsil eden çoğunluğun olumlu kendilik düşüncesi ile tamamen zıt tecrübelere sahip azınlığın hafızası bir araya geldiğinde ortalık savaş alanına döner. Sömürge geçmişine sahip tüm Avrupa ülkelerinde bu durum yaşanır. Alman toplumunun kendilik imajı Holokost ve kurbanların torunları ile kırılmıştır. Bunun bir sonucu olarak da daha önceden inkâr edilen pek çok şey yeniden bilinç üstüne çıkmıştır. Ancak aynı zaman diliminde milyonlarca göçmen işçiye nasıl davranıldığına dair hatıralar bir kenara atıldı.

Kolektif Hafıza

Yanlış anlamaları önlemek için: Kölelik, zorunlu işçilik ve göçmen işçiliği aynı şey değildir. Yine de bunların arasında derece farkı olduğunu ve bu farkların sürekli değiştiğini unutmamak gerekir. Ancak maruz kalınan haksızlığın kolektif hafızada yer bulması için verilen mücadele her üç durumda da paralel şekilde ilerler ve çoğunlukla da olağanüstü asimetrik güç ilişkilerini yansıtır. Benzer bir durumu şu anda Amerika Birleşmiş Devletlerindeki “Black Lives Matter” (Tr. “Siyahilerin Yaşamları da Değerlidir”) tartışmalarında ya da kölelik geçmişi konusundaki suskunluğunu kırmak isteyen Hollanda’da görebiliriz. Türk kökenli pek çok Alman, Türkiye-Almanya İşgücü Anlaşması’nın yıl dönümü olan 30 Ekim tarihinde Almanya’ya ilk gelen göçmen işçilerin yaşam hikâyelerini anmak ve acılarının ortak hafızaya kaydedilmesini isteyecektir. Peki bunu nasıl başarabiliriz? 2000’lerin başından itibaren Hollanda bu konuyla ilgilenen pek çok aktiviste ve protestoya ev sahipliği yaptı. Ayrıca uzmanlar tarafından konuyla ilgili çeşitli yayınlar hazırlandı ve basıldı. Ancak kölelik geçmişi kamuoyu tarafından önemsizleştirildi ve uzak geçmiş olarak görüldü. Amsterdam Belediye Başkanı 1 Temmuz 2021 tarihinde şehrinin köle ticaretindeki rolü nedeniyle özür dilediğinde, ticaret ruhuna sahip cesur Hollandalıların çok sevdikleri kendilik imajlarında çatlaklar meydana geldi.

İşgücü Anlaşması kapsamında Almanya’ya gelen kadınların, erkeklerin ve çocukların tarihini yeniden yazmak yaşam hikâyelerini tüm yönleriyle bir araya getirmek demektir. Sadece şahsi değil ortak hikâyeler de önemlidir ve önemsenmelidir. Futbol, kültür ya da cami dernek yönetimleri önemli doküman, fotoğraf ve vaazları arşivlemeleri için cesaretlendirilmelidir. Yaşananların kamuoyu tarafından fark edilmesi ve bilinmesi her şeyden önemli olup bunların Alman tarihi ve kültürel mirasının bir parçası olarak kabul görmesi amaçlanmalıdır. Bu mirası görünür kılmak ve korumak için her şeyden önce güvenilir ve etkili kaynaklara ihtiyacımız var.

 

Dipnotlar

Emre, Gültekin. 300 Jahre Türken an der Spree (Köln 1983), S. 5-6.

Nemeth, J. Türkisch-Deutsches Gesprächsbuch (Berlin/Leipzig 1917), S. 1. Türkçe bilirmizimiz? 2. Hénüz laike véshilé konuşamajorum, lakín kysà bir müddet içinde türkçeji öjrenezejimí ümíd edérim. Türkçe gajet güç bir lisándyr. 3. Hájr eféndim; kabà türkçe dünjanyn én koláj lisándyr.

Herbert, Ulrich. Geschichte der Ausländerbeschäftigung in Deutschland 1880 bis 1980. Saisonarbeiter. Zwangsarbeiter. Gastarbeiter (Bonn 1986), S. 177.

Herbert, S. 178.

Brandon, Pepijn, Guno Jones, Nancy Jouwe und Matthias van Rossum (Hg.). De Slavernij in Oost en West. Het Amsterdams Onderzoek (Amsterdam 2020), Önsöz.

 

Dr. Gerdien Jonker

Doktorasını 1993’te Groningen Üniversitesi’nde Mezopotamya’nın Kolektif Hafızası isimli çalışması ile tamamlayan Dr. Gerdien Jonker, Nürnberg-Erlangen’da bulunan Friedrich-Alexander Üniversitesi’nin Avrupa’da İslam ve Hukuk Merkezi (EZIRE) bünyesinde Müslüman göçünde kolektif hafıza çalışmaları yapmaktadır.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#1

*Tüm alanları doldurunuz

  • Gerdien Jonker über deutsch-türkisches Verhältnis und gemeinsame Geschichtsschreibung › EZIRE
    2021-09-09 19:25:37

    […] Beitrag kann hier abgerufen […]

Son Yüklenenler