DOSYA: “Müslümanların Toplumsal Engellerle İmtihanı”

Müslüman Toplumlarda Engellilik: Kader mi İhmal mi?

Hayatın gerçek olgularından biri olan engellilik sadece psikolojik, sosyolojik, tıbbi ve ekonomik değil; aynı zamanda dinî yönleri de olan çok boyutlu bir meseledir. Bu yönüyle engellilik İslam akaidi ve kelam ilminin hem konusu hem de problemleriyle yakından ilgilidir.

Fotoğraf: MEMBERHS / Shutterstock.com

Engelli birey sayısı bakımından karşılaştırıldığında, gelişmiş ülkeler ile birçok İslam ülkesinin de içinde olduğu gelişmekte olan ve geri kalmış ülkelerdeki engellilik oranlarında dikkat çekici farklılıklar olduğu görülmektedir. Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) 2011 verilerine göre, gelişmiş ülkelerde nüfusun yüzde 10’u engelli iken bu oran Türkiye’de yüzde 12,29; Ürdün’de yüzde 12,6; İran’da yüzde 18,5; Kırgızistan’da yüzde 20,2 ve Endonezya’da yüzde 21,3’tür.

Her toplumda engellilerin önemli bir oranını “yapısal engellilik” olarak da ifade edebileceğimiz gruptaki kişiler oluşturmaktadır. Yaşanan çağdaki imkânlar çerçevesinde yapılması gerekenler yapıldıktan sonra karşılaşılan, doğuştan veya sonradan ortaya çıkan ancak sebebi bilinemeyen yapısal engellilik insanı aşan bir durumdur. Bu tür engellilik elbette Allah’ın takdiri/tekvini, kader sonucu ortaya çıkan bir durumdur. Din psikolojisi alanında yapılan çalışmalarda engelliliği kabullenme ve bu durumla başa çıkmada kader inancının kişiye önemli kolaylıklar sağladığı bildirilmektedir. İslam âlimleri bu tür engelliliğin hikmetleri konusunda mantıklı, kendi içerisinde tutarlı çok geniş yorumlar yapmışlardır.2

Yapısal engellilik dışında insan kusurlarından kaynaklanan engellilik durumu da vardır ki, yukarıda verilen çoğunluk toplumu Müslümanlardan oluşan ülkelerdeki yüksek engellilik oranlarının bununla alakalı olabileceği tahmin edilmektedir. Gelişmiş ülkelere nazaran bu ülkelerde daha yüksek seyreden engellilik oranlarının ortaya çıkmasının arkasında farklı İslam coğrafyalarında uzun süreden beri var olan tedbirsizlik ve rasyonellikten uzak, kültürle iç içe geçmiş inanç ve uygulamaların olduğu görülmektedir. Bu düşünce ve uygulamaların pek çok İslam toplumunda fatalist veya insanın özne ve özgürlüğünü yok sayan, yazgıcı kader ve insanın sorumluluklarını Allah’a havale eden tevekkül inancı ile meşrulaştırıldığını görüyoruz. Bu da olayın kadere bağlanarak faturanın kader aracılığı ile Allah’a yüklenmesi anlamına geliyor. Ancak yapılan araştırmalar gösteriyor ki, insandan kaynaklanan hatalar bertaraf edildiği ve sosyoekonomik şartlar iyileştirildiği takdirde hastalık ve engellilik gibi olumsuz durumların önlenmesi ve yaşam standardının yükseltilmesinde önemli başarılar elde edilmektedir.

İslam toplumlarındaki engelli oranlarının düşürülebilmesi için din âlimlerine ve eğitimcilere düşen öncelikli görev tembelliği, tedbirsizliği, kuralsızlığı teşvik eden; dolayısıyla pek çok insanın engelli olmasına yol açan çarpık kader ve tevekkül anlayışlarıyla mücadele etmektir. Çünkü engelliliğe yol açan yukarıdaki sebeplerin önemli bir kısmı doğru bir kader ve tevekkül inancı ile giderilebilecek türdendir. Kur’an ve sahih sünnete bütüncül bakıldığında çok kolay bir şekilde görülebilecek kader inancı çalışmaya, üretmeye, tedbir almaya, kurallara uymaya, planlı ve programlı bir hayata yöneltir. Çünkü Allah Teâlâ insan fizyolojisi ve psikolojisi de dâhil olmak üzere her şeyi yerli yerince bir ölçüye göre yaratmıştır. O hâlde insan bunun farkında olmalı, kendisi de bu yapıya uyum sağlayacak bir hayat tarzını seçmelidir.

Yazgıcı Kader Algısı

Bu hedefe ulaşmak için öncelikle kader ve kaza inancını iki farklı kategoride değerlendirmek gerekir. Bunlardan birincisi Allah’ın tekvinî iradesinin gereği olarak insanın fizyolojisi de dâhil olmak üzere fiziki âlemde işleyen kaderdir. Allah’ın bu kaderinde kesinlik ve değişmezlik söz konusudur.3  Bütün varoluşlar, varlığın yapısına yerleştirilen bu kanunlara göre varlık alanına çıkarlar. Allah’ın fiilleri dediğimiz, herkes ve her şey için geçerli olan ve varlığın işleyişinde ortaya çıkan yokluk-varlık, ölüm-hayat, hastalık-sağlık, yapısal engellilik gibi varlık ve yaşam ilkeleri, daha insan yaratılmadan Allah’ın bilgisine konu olur. İlahî iradenin arzusu, insanın fıtratıyla dış dünyanın fıtratı arasında bir uyum olmasıdır. Doğru kararların verilebilmesi, bu iki alan arasında bir örtüşmenin varlığıyla mümkün hâle gelir.4 Buraya kadar söylediklerimiz kaderin birinci veçhesini oluşturmaktadır. İnsan bu yapıyı kavradığı ve gereğini yaptığı oranda insandan kaynaklanan engellilik de dâhil olmak üzere varlığı tanıma, anlama ve onlardan yararlanmada ve karşılaştığı problemleri aşmada başarılı olacaktır.

Kaderin ikinci veçhesi ise Allah’ın sınırlı da olsa irade güç ve kudret verdiği farklı seçenekler söz konusu olduğunda tercihte bulunabilen varlıklarda işleyen teşriî iradesiyle ilgili kaderidir. İnsanın sınırlı iradesi ve kudreti, Allah’ın sınırsız ilim, irade ve kudret sıfatlarının içerisinde olsa da Allah halife olarak yarattığı insana bu yetenekleri vermiş ve rızasına uygun olarak kullanma sözü alarak özgürce kullanmasını dilemiştir. İşte insan böyle bir konumda yaratıldığı için yapıp ettiklerinden sorumlu tutulmuştur. Böyle olmakla birlikte pek çok felsefi düşüncede ve dinlerde olduğu gibi İslam düşüncesinde de insanın özgürlüğünü ve sorumluluğunu göz ardı eden, Allah’ın ilim sıfatını tenzih etme adına yazgıcı/cebriyyeci kader anlayışını savunanlar hiç eksik olmamıştır.

“Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın.”5 ayeti ve benzer içerikteki pek çok ayet yazgıcı kader anlayışına sahip olanlar tarafından kendi görüşlerini desteklemek için delil olarak sunulmaktadır. Hâlbuki ayette geçtiği şekliyle kitapta belirlenen, insanın iradi fiilleri ve davranışları değildir. İmam Mâturîdî’ye göre eğer insanlar yaratılmadan önce onunla ilgili her şey bir kitapta yazılıdır denirse, bu insan için her şeyin belirlenmiş olduğu anlamına gelir ki, insanın iradesi, özgürlüğü ve sorumluluğu devreden çıkmış olur. İnsan yaşarken o musibet meydana gelmeden önce bir kitapta olması demek, o olayın bir kanuna göre meydana gelmesi demektir.6  Ayetteki “kitap”, varlığın ve hayatın kanununu ifade eder. Ayetteki önce zarfı, insan doğmadan önce değil, olay meydana gelmeden önce şeklinde anlaşılırsa, kader fikrine değil ilahî yasa fikrine ulaşılır. Hz. Ömer’in Şam valisi Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ın daveti üzerine çıktığı Şam yolculuğunda şehre girmeden önce kendisine şehirde veba salgının olduğu bildirilmesi sonrasında şehre girmekten vazgeçmesi, Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ın “Yâ Ömer! Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun.” sorusuna “Evet, Allah’ın bir kaderinden yine başka bir kaderine kaçıyoruz.” demesi, kader anlayışına nasıl bakmamız gerektiğine dair önemli bir ipucu veriyor.7

Çarpık Tevekkül Anlayışı ve Tedbirsizlik

Bazı çevrelerde yazgıcı kader yorumu tevekkül terimiyle irtibatlandırılmış; tembellik, hazırla yetinme ve yeterince ve zamanında tedbir almama hakiki olarak Allah’a tevekkül etme olarak değerlendirilmiştir. Bu kader ve tevekkül anlayışının yaygın olduğu Müslüman toplumlarda Allah’ın insan bedeninde ve fiziki âlemde koyduğu yasalar ve sebep-sonuç ilişkisi yok sayılmaktadır. Hâlbuki Kur’an ve sahih sünnette tevekkül, mümin bir kulun işinde sonuca ulaşana kadar kendine yüklenen bütün görevleri yaptıktan sonra işin sonucunu Allah’a bırakması, Onun yaratacağı neticeyi güven ve rıza ile karşılaması anlamında kullanılmaktadır.

Yazgıcı kader ve tevekkül anlayışı sonucunda illet-ma’lul, yani sebep-sonuç ilişkisinin yok sayılması tedbir alma duyarlılığını zayıflatır. İbn Rüşd, kökleri cahiliye dönemine uzanan fakat Eş’arî düşüncede tekrar canlanan nedensellik karşıtı anlayışı reddetmektedir. Ona göre etkin sebepler konusunda kafası karışık olup da işi karıştıranların ve illetin (sebep) ma’lul (sonuç) ile alakasını idrak edemeyenlerin bu konuda bilmediklerini araştırmaları veya fen ilimleri öğrenmeleri gerekir. Çünkü bu, doğru olan bilimsel metodu belirleyen izah tarzıdır. Akıl sebepleri araştırma tabiatıyla donatılmıştır, varlıklar arasında ilişkileri ve bağları açıklama amacıyla nedenselliği yok saydığımızda, aklın görevi ne olacaktır? Esasen nedenleri reddeden kimse, aslında aklı da reddetmiş olur.9

Gelişmiş ülkelere baktığımızda bir konuda derinlemesine fizibilite çalışmaları yapıp kapsamlı bir plan ortaya koyduklarında o plana aynen uyduklarını, yetersizlikler söz konusu olduğunda planı yeniden gözden geçirip yeni bir plan ile aksaklıkları gidererek başta belirlenen sonuca ulaşana dek hamle üzerine hamle yaptıklarını görüyoruz. Genelleme yapmamakla birlikte, İslam dünyasında yapılan işlerde belli bir mesafe aldıktan sonra olumsuzluklar yaşanmaya başlandığında yeni bir plan yapıp devam etmek yerine “Ben gerekeni yaptım, nasip bu kadarmış, takdiri-i ilahî ne ise o olur.” denerek işin maksadına ulaşmadan yarıda bırakıldığı görülmektedir.10 Bu durumda yanlış kader ve tevekkül inancına sahip olan Müslümanlar Allah’a ibadet edip Onun koyduğu yasaları keşfederek karşılaştıkları problemleri çözmek yerine, doğrudan Allah tarafından o problemin çözülmesini istemektedirler. Gelişmiş ülkelerde ise dinî duyarlılık oldukça azalmış olmasına rağmen Allah’ın varlığa koyduğu yasaları keşfettikleri oranda problemlerini çözdüklerini, bu durumun engelli sayısını da olumlu yönde etkilediğini görüyoruz.

İslam toplumlarında engelli sayılarının düşürülebilmesi için özellikle din eğitimcilerinin, özel eğitimcilerin ve engelli çocuk sahibi ebeveynlerin doğru kader inancına sahip olmaları son derece önemlidir. Özellikle özel eğitimde hedefe ulaşılabilmesi için bu alanda rol ve sorumlulukları olan kişilerin yazgıcı bir kader inancına sahip olmamaları gerekiyor. Zira, böyle bir kader inancına sahip olan kişinin zihninde engelli bireyin kaderinde ne varsa o gerçekleşecektir. Kendisinin göstereceği çabanın bir faydası olmayacaktır. Hâlbuki engellinin eğitimi ile meşgul olmak diğer bireylere göre daha çok çaba gerektirmektedir.

Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz: Engellilik öncelikle engellinin ve ailesinin sınavı olmakla birlikte bütün toplumun sınavı olarak bilinmelidir. Dolayısıyla, engelliliğe yol açan nedenlerin giderilmesi ve mevcut engelli bireylerin hayata bağlanmasını sağlayacak tedbirler konusunda resmî kurumların yanı sıra her insanın elinden geleni yapması elzemdir. Müslüman toplumlarda çokça rastlanan tedbirsizlik ve ihmal kaynaklı engelliliğin azaltılması noktasında ise din eğitimcilerinin doğru kader ve tevekkül anlayışını topluma aktarması büyük önem arz ediyor.

Dipnotlar

[1] Türkiyede’ki engellilik durumu için bkz. Devlet İstatistik Enstitüsü, Türkiye Özürlüler Araştırması 2002, DİE, (Ankara, 2009), 25.

[2] Bkz. Murtaza Mutahharî, Adl-i İlahî, Çev. Hüseyin Hatemi, Kevser Yayınları, İstanbul, 2005; İbrahim Coşkun, İlahî Adalet ve Engelli Bireyler, Kitap Dünyası, İstanbul, 2016.

[3] Bkz. Ahzâb suresi, 33:62; Fâtır suresi, 35:43; Fetih suresi, 48:23.

[4] Şaban Ali Düzgün, “Kader’i farklı kategoriler içinde okumanın imkânı”, Kelam araştırmaları dergisi, 11/2, (2013), 7.

[5] Hadîd suresi, 57:22.

[6] Ebu Mansur Muhammed b. Muhammed el-Mâtüridî, Te’vilatu Ehli’s-Sünne, thk: Fatıma Yusuf el-Hıyamî, (Beyrut: Müessesetu’r-Rislale, 2004/1425), 5/50.

[7] Buharî, Tıb, 30; Müslim, Selam, 98.

[8] Rağıb Isfehanî, el-Müfredat fi Ğaribi’l-Kur’an, Beyrut 1422/2001, s. 546

[9] İbn Rüşd, TehâfütüTehâfüt, Tahk. Süleyman Dünya, Daru’l-Mearif, 1. Baskı, Kahire, 1963, s. 777.

[10] Bu konudaki zihniyet farkının detaylarını incelemek için bkz. Said, Cevdet, Oku Kerem Sahibi Rabbinin Adı İle, Çev. Abdullah Kahraman, Pınar Yayınları, İstanbul, s. 60

Prof. Dr. İbrahim Coşkun

Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde öğretim üyesi olan Prof. Dr. İbrahim Coşkun’un ağırlıklı çalışma alanlarını ateizm, akıl-vahiy ilişkisi, güncel akaid ve kelam problemleri oluşturmaktadır.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler