Dosya: "Toplumsal Bir Sorun: Aile İçi Şiddet"

Şiddet, Mağdurun Değil Toplumun İmtihanıdır

Şiddet, aileye girdiğinde tahribatı çok daha fazla olmaktadır. Peki “Müslüman için yaşam bir imtihandır. Aile içi şiddet, bu imtihanın bir parçasıdır.” söylemi dinî ve toplumsal açıdan doğru mu?

Fotoğraf: Shutterstock.com

Pandemi ile artan mesafeler, sanal dünyanın etkisi ile gerçeklikten kopuk zihinler ve başkasının sıkıntısına, acısına tamamen duyarsızlaşan bireysellikle yenidünya hayli zorlu bir süreç koyuyor önümüze. Artık mücadele edilecek kötülük daha fazla. Üstelik bu mücadelede inananlar daha da yalnız. Her koyunun kendi bacağından asılacağını düşünenler toplumsal ve bireysel düzlemde de sadece kendine odaklı yaşıyor. Bakışlarını kendine çevirenler başkalarının da bakışlarına talip. Sadece beğenilmek, “like” almak, hayran olunmak ve izlenmek istiyor. Oysa bir vücudun azaları gibi birbirinden etkilenecek, birbirini etkileyecek ve birbirine kayıtsız kalmayacak nitelikte yaratıldık.

Modern dünyada yeni kötülük biçimleri yanında Hz. Âdem’den bu yana var olmuş bir kötülük şekli olan şiddet de maalesef varlığını devam ettiriyor. Habil ve Kabil ile başlayan, tarih boyunca devam eden şiddet bugün de var. Savaşların, soykırımların, cinayetlerin ve tüm acımasız davranışların dayanağı ve kaynağı olan şiddet bu sebeple tüm ilahî dinlerde yasaklanan, bir canı korumak zorunda olunmadıkça izin verilmeyen bir davranış biçimidir. Çünkü şiddet insanlar arasındaki tüm iyi duyguları yok etmek ve Yüce Allah’ın yarattıklarına zarar verip onların varoluşunu engellemektir. Kerim Kitap Kur’ân-ı Kerîm’de tam da bundan dolayı bir cana kıymak tüm insanlığı öldürmeye, bir canı kurtarma ise tüm insanlığı yaşatmaya denk kabul edilir.1 

Şiddet Aileye Girdiğinde

Şiddet aileye girdiğinde tahribatı çok daha fazla olmaktadır. Zira kişinin kendisini en çok güvende hissedeceği yer evi, yanlarında en rahat edeceği kimseler ise aile fertleridir. Aile evi sığınak; eş ve çocuklar ise yüce Allah’ın emanettir. Zira yuva kurulurken kadın ve erkeğin arasındaki sevgiyi var eden yüce Allah’tır. Kur’ân-ı azîmuşşânda bu şöyle haber verilir: “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de Allah’ın (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.”2 Âyet-i kerîmede yuvanın huzuru tesis etmek üzere kurulduğu, dostluk da içeren bir sevgi ve merhamete dayanmasının da bunun gereği olduğu vurgusu dikkat çekmektedir. Üstelik Allah’ın varlığına delil kabul edilecek denli dokunulmaz ve kıymetli bir sevgidir bu. Karı kocanın aralarına girmekten kaçınmak, varsa anlaşmazlıkları düzeltmeye gayret etmek ve muhabbetlerinin artmasına vesile olmak da bundan sebep yakınlara, akrabalara bir vazife kabul edilmektedir.

Diğer yandan nikâh akdi ile kurulan aile kadın ve erkeğin misakına yani söze dayanmaktadır. Üstelik bu söz Allah’a verilmiş bir söz olup Kur’an’da peygamberlerin nübüvvet görevi için Allah’a verdikleri söz için de aynı kelimenin kullanıldığı görülmektedir. Anlaşılan odur ki, kadın ve erkeğin nikâh ile verdikleri söz, nübüvvet vazifesini yüklenen nebilerin sözü gibi ağırdır ve mesuliyet gerektirir. Nikâh bağı devam ettiği müddetçe helali, mahremi, muhteremi olan eşine güzel muamele etmek de bu sözün, misakın gereğidir. Allah Resülü (s.a.v.) “Sizin en hayırlınız, ailesine karşı en hayırlı olanınızdır. Ben de aileme karşı en hayırlı olanınızım.”3 hadisi ile bize bu mesuliyetimizi hatırlatmakta, böylelikle güzel sünnetlerinden birini daha öğretmektedir.

Önemli bir diğer husus da karı koca arasındaki nikâh bağı koptuğunda dahi mesuliyetin bütünüyle bitmemesidir. Öyle ki yüce Allah, erkek kullarına boşanma durumunda da dikkatli olmalarını şöyle emretmektedir: “Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme sürelerini bitirdikleri zaman, ya onları iyilikle tutun yahut iyilikle bırakın. Haklarına tecavüz edip zarar vermek için onları tutmayın. Bunu kim yaparsa kendine zulmetmiş olur. Sakın Allah’ın ayetlerini eğlenceye almayın. Allah’ın üzerinizdeki nimetini, size öğüt vermek için indirdiği Kitab’ı ve hikmeti hatırlayın. Allah’a karşı gelmekten sakının ve bilin ki Allah her şeyi hakkıyla bilendir.”4 İslam’ın gerek kutsal kitabı gerek en güzel örnek Peygamberi ile böylesine ehemmiyet verdiği ailede katı kalpliliğin, incitmenin, kabalığın ve tüm bunların adı olan şiddetin varlığına tahammül göstermeyecek olması çok açıktır. Zira aileye şiddet girdiğinde Allah’ın lütfu ve varlığının delili olan meveddet, muhabbet, merhamet, huzur ve sükûn ailede artık kalamayacaktır.

Şiddetin aileye girdiğinde çeşitlendiği de görülmektedir. Sadece fiziksel değil psikolojik, ekonomik şiddet türleri de ailedeki yakın ilişkiler sebebiyle söz konusu olabilmektedir. Fiziksel şiddet vurma, hırpalama, itme, tokat atma gibi davranışları içermekte iken psikolojik şiddet bağırma, hakaret etme, aşağılama, tehdit etme, başkalarının yanında küçük düşürme vb. davranışlar içermektedir. Ekonomik şiddet de gelirine el koyma, çalışmaya zorlama ya da çalışmanın engellenmesi ve ihtiyaçlarının giderilmemesi şeklinde tezahür edebilmektedir.

Şiddet, Aileye Mahremiyetini Kaybettirir

Mahremiyet, “helal olmayan, yasaklanan şey” anlamındaki mahrem kelimesinden gelmekte, açıklanması uygun olmayan kişisel gizlilik, saygı gösterilmesi lazım gelen özel alan anlamında kullanılmaktadır. Aile, mahremiyeti korunması icap eden en önemli değer olarak karşımızda durmaktadır. Çünkü aile kişiye ait en özel alan olmakta, buna ilaveten saygı duyulmayı da gerektirmektedir. Ancak şiddetin hüküm sürdüğü bir aile ocağı artık ihtiram yani hürmet gerektiren yapısını kaybedecek, mahrem alan olmaktan da çıkacaktır. Bir diğer ifadeyle şiddetin kol gezdiği bir ev, yuva olma hüviyetini de kaybetmiştir. Zira bir evi yuva yapan, onu mahrem alan hâline getiren, dış dünyaya karşı kadını ve erkeği koruyan niteliği o yuvadaki güven, huzur ve sevgidir. Bu sebeple güvenin kalmadığı, huzur ve sevginin yerini nefret ve korkunun aldığı bir ev artık İslam’ın öngördüğü hane değildir.

Diğer yandan aile içi şiddeti aileye ait özel bir konu gibi kabul etmek de mümkün değildir. Zira aile içi şiddet şekli ve boyutu ne olursa olsun toplumu etkilemekte, toplumsal problemlere de neden olmaktadır. Bu sebeple aile içinde yaşansa da şiddet sadece aileyi ilgilendiren, toplumun duyarsız kalabileceği bir konu değildir. Toplum ailedeki şiddete duyarsız olmamalı ve bu zulme sessiz kalmamalıdır. Komşusu açken tok yatmaktan hicap eden Müslüman, komşusunda gözyaşı, acı ve şiddet varken buna nasıl duyarsız kalabilecektir?

Toplumsal İmtihan

Şiddet, ailede çoğu zaman çocuğa, kadına, yaşlıya, varsa engelliye, bir başka ifadeyle güçsüze ve zayıfa yönelik gerçekleşmektedir. Mazlumun ve mağdurun güçsüz olduğu böylesi durumlarda ise zulümle mücadele, toplumun tamamına düşen bir görev olmaktadır. Bu sebeple şiddetin ailedeki varlığını yok etmeye, hiç olmazsa azaltmaya çalışmak toplumsal olduğu gibi bireysel bir vazifedir de.

Şiddetten haberdar olduğunda; gördüğünde, duyduğunda, fark ettiğinde kayıtsız kalmamak, mazlumdan yana durmak, şiddete haklılık ya da sebep aramak yerine ailenin sağlıklı şekilde devamını önceleyerek hareket etmek ilk olarak gösterilecek bireysel tutumlardandır. Şiddete uğrayan mağdurun ise içinde bulunduğu durumu imtihanı görerek kabullenmesi değil, değiştirmek için gayret etmesi, gerektiğinde yardım istemesi gerekmektedir. Kocası tarafından dövülen Ümmü Cemil bnt. Abdillah’ın durumu haber vermek için Hz. Peygamber’e gidişi bu noktada önemli bir örnektir. Allah Resulü’nün aile içindeki bu şiddeti kabul edilebilir bir mesele görmeyerek Ümmü Cemil’in kocasını çağırması ve evliliğin bitmesi yönünde onu yönlendirdiği de bilinmektedir.5 Görülmektedir ki Allah Resulü (s.a.v.) merhametsizliğe, kabalığa, katı kalpliliğe ve şiddete rıza göstermemiştir. Kendi hayatında Hz. Âişe validemizin ifadesiyle: “Hz. Peygamber eliyle ne bir kadına, ne bir köleye asla vurmamıştır.”6 Öyle ya o, âlemlere rahmet olarak gönderilen merhamet peygamberidir.

Bir vücudun azaları gibi birbirine bağlı Müslümanların da bir kötülük gördüklerinde nasıl bir tutum izlemeleri gerektiğini Rahmet Peygamberi şöyle ifade buyurur: “İçinizden biri bir kötülük görürse onu eliyle, buna gücü yetmezse diliyle değiştirsin; buna da gücü yetmezse kalbiyle ona buğzetsin. Bu imanın en asgari gereğidir.”7 Zira insan içinde yaşadığı toplumdaki kötülükler, zulüm ve haksızlıklarla mücadele ettiğinde ancak Allah katındaki kulluk görevini de bihakkın ifa edebilecektir.

Dipnotlar

  1. Bkz. Mâide suresi, 5:32
  2. Rûm suresi, 30:21
  3. Tirmizî, Menâkıb, 63
  4. Bakara suresi, 2:231
  5. İbn Hacer, el-isâbe, IV, 420
  6. Ebû Dâvûd, Es-Sunen, Edeb, 4785; Müslim Fezâil, 79 (2328)
  7. Müslim, İman, 78

Dr. Fatma Bayraktar Karahan

Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesinde Öğretim Üyesi olan Dr. Fatma Bayraktar Karahan, birçok kurumda dinî danışman ve rehber olarak görev aldı. Karahan’ın kadın, aile ve kader üzerine eserleri bulunmaktadır.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler