'Anatomi'

İki Kutuplu Dünya Düzeninin Doğuşu ve Bitişi: Soğuk Savaş Nedir?

Bundan 80 yıl önce toplanan Potsdam Konferansı'nda çizilen sınırlar, yalnızca Almanya’yı değil dünyayı da ikiye böldü. Soğuk Savaş da bu yarılmanın adı oldu. Potsdam Konferansı'nın yıl dönümünde bu uzun süreli çatışmayı yeniden hatırlıyoruz: Soğuk Savaş nedir?

Fotoğraf: National Museum of the U.S. Navy.

20. yüzyılın ikinci yarısını şekillendiren en önemli küresel rekabetlerden biri olan Soğuk Savaş, yalnızca iki süper gücün -Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB)- politik, askeri, ekonomik ve ideolojik mücadelesiyle sınırlı kalmamış, aynı zamanda dünyanın dört bir yanında etkileri hissedilen bir sistem çatışması olmuştur. 1945 yılında II. Dünya Savaşı’nın sona ermesinden sonra başlayan bu dönem, 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılışı ve 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla sona erdi. Ancak etkileri, şekillendirdiği uluslararası sistem, güvenlik anlayışı ve ittifak blokları hâlâ günümüzde hissedilmektedir.

Potsdam Konferansı’nın Sınırlarını Çizdiği İki Kutuplu Yeni Dünya

II. Dünya Savaşı’nın hemen ardından, 17 Temmuz–2 Ağustos 1945’te ABD, Birleşik Krallık ve Sovyetler Birliği liderlerinin katılımıyla düzenlenen Potsdam Konferansı ile savaş sonrası dünyanın düzenlenmiştir. Almanya’nın askerden arındırılması, Nazi ideolojisinin tasfiyesi, dört işgal bölgesine ayrılması ve savaş tazminatlarının belirlenmesi gibi kararlar bu konferansta alınmıştır. Ayrıca Polonya’nın sınırları yeniden çizilmiş ve Japonya’ya koşulsuz teslim çağrısı yapılmıştır. Ancak konferans, Batı ile Sovyetler arasındaki derin görüş ayrılıklarını da gün yüzüne çıkarmış; böylece Soğuk Savaş’ın zeminini hazırlayan ilk diplomatik kırılmalardan biri olmuştur.

Soğuk Savaş, adından da anlaşılacağı üzere “sıcak” bir savaş, yani doğrudan askerî çatışma değil, dolaylı yollarla sürdürülen bir güç mücadelesiydi. Taraflar doğrudan silahlı çatışmaya girmese de ancak dünyanın farklı bölgelerinde vekâlet savaşları (İng. proxy wars), casusluk faaliyetleri, ideolojik propaganda ve silahlanma yarışıyla karşı karşıya geldiler.

Bu dönem, II. Dünya Savaşı sonrasında Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyetler Birliği ve onların müttefikleri arasında gelişen açık ama sınırlı bir rekabet dönemidir. Bu mücadele siyasal, ekonomik ve propaganda alanlarında yürütülmüş; silaha ise sınırlı ölçüde başvurulmuştur. “Soğuk Savaş” terimi ilk kez İngiliz yazar George Orwell tarafından 1945’te yayımlanan “Siz ve Atom Bombası” (İng. You and the Atomic Bomb) isimli makalede kullanılmıştır. Orwell bu terimi, “birkaç saniyede milyonlarca insanı yok edebilecek silahlara sahip iki ya da üç korkunç süper-devlet” arasında yaşanacak bir nükleer çıkmazı tanımlamak için öngörmüştür. Amerika Birleşik Devletleri’nde ise bu kavram ilk kez finansçı ve başkanlık danışmanı Bernard Baruch tarafından 1947 yılında Güney Carolina Eyalet Meclisinde yaptığı bir konuşmada kullanılmış ve popüler hâle gelmiştir.

İki Kutuplu Dünyanın Doğuşu ve Bloklar Arasındaki İdeolojik Çatışma

II. Dünya Savaşı’nın sonunda Nazi Almanyası yenilmiş, ancak zaferi paylaşan güçler arasında yeni bir rekabet başlamıştı. ABD ve SSCB, Hitler karşıtı ittifakta yer almış olsalar da savaş sonrası ortaya çıkan jeopolitik boşluk, bu iki ülkeyi karşı karşıya getirdi. Her iki taraf da farklı dünya tasavvurlarına sahipti: ABD kapitalist liberal demokrasiyi savunuyordu. SSCB ise Marksist-Leninist ideoloji doğrultusunda sosyalist bir dünya düzeni hedefliyordu. Bu ideolojik fark, yalnızca sistem tercihinden ibaret değildi. Her iki taraf da kendi ideolojisinin “evrensel” olduğunu ve tüm dünyaya ihraç edilmesi gerektiğini düşünüyordu. Bu da beraberinde küresel bir nüfuz mücadelesini getirdi.

1947 yılında ABD’nin “Truman Doktrini” ile Sovyet yayılmacılığına karşı koyacağını ilan etmesi, Soğuk Savaş’ın resmen başladığı döneme işaret eder. Aynı yıl Marshall Planı ile Batı Avrupa’nın ekonomik olarak desteklenmesi de Sovyetler tarafından kuşatma olarak yorumlandı.

Avrupa, bu dönemde ikiye bölündü. Batı Bloku tarafında ise, ABD öncülüğünde NATO çatısı altında bir araya gelen liberal-demokrat ülkeler yer alırken Doğu Bloku’nu Sovyet etkisindeki sosyalist ülkeler, özellikle Varşova Paktı ile kurumsallaşan yapı oluşturmaktaydı.Bu bölünmenin sembolü ise 1961 yılında inşa edilen Berlin Duvarı oldu. Almanya’nın doğusu Sovyetler Birliği’nin, batısı ise ABD, İngiltere ve Fransa’nın kontrolündeydi. Berlin Duvarı, sadece Almanya’yı değil, dünyayı da bölen ideolojik sınırın fiziksel yansımasıydı. İngiltere Başbakanı Winston Churchill’in 1946’daki bir konuşmasında bu yarılmayı tanımlamak ve Doğu Bloku ülkerini eleştirmek için kullandığı “Demir Perde” terimi yaygınlık kazanmış ve Soğuk Savaş döneminin sembolik terimlerinden birine dönüşmüştür.

Soğuk Savaş Dönemindeki Krizler ve Vekâlet Savaşları: “Dehşet Dengesi”

Soğuk Savaş yalnızca askerî hamlelerle değil, istihbarat savaşı ve ideolojik propaganda yoluyla da sürdürüldü. CIA (ABD) ve KGB (SSCB) gibi istihbarat örgütleri dünya çapında faaliyet gösterdi. Medya, sinema, eğitim sistemleri ve kültürel faaliyetler, ideolojik savaşın önemli alanları hâline geldi. Özellikle 1950’lerden itibaren ABD’nin “özgür dünya” anlatısı ile SSCB’nin “emperyalist baskılara karşı halkların kurtuluşu” söylemi, hem iç kamuoylarını hem de Üçüncü Dünya ülkelerini etkilemek üzere kurgulandı. Soğuk Savaş döneminde taraflar doğrudan savaşmaktan kaçındı, ancak kendi çıkarlarını savunmak için dünyanın farklı yerlerinde dolaylı çatışmalara girdiler. Bu çatışmalar genellikle gelişmekte olan ülkelerde gerçekleşti ve binlerce insanın ölümüne neden oldu.

Soğuk Savaş boyunca birçok ülkede taraflar kendi çıkarları doğrultusunda hareket eden aktörleri destekledi: Kore, Vietnam ve Afganistan gibi ülkeler bu vekalet savaşlarının sahası oldu. Bu savaşlar sadece bölgesel etkiler doğurmadı, aynı zamanda süper güçlerin hem ekonomik hem de siyasi gücünü aşındırdı. Soğuk Savaş’ın ilk yıllarında Doğu Bloku’nun bir parçası olarak konumlanan Çin Halk Cumhuriyeti, 1950’lerin sonlarından itibaren Sovyetler’den uzaklaşmaya başladı. Stalin sonrası dönemde başlayan ideolojik ayrışma, 1970’ler itibarıyla -ABD’nin yaptığı Çin açılımının da katkısıyla- stratejik bir ayrılığa doğru ilerledi. Bu ayrışma, sosyalist dünyanın da kendi içinde yekpare olmadığını ortaya koydu ve Batı Bloku adına görece bir avantaj sağladı.

ABD ve SSCB’nin gibi nükleer güç kapasitesi yüksek iki kutbun doğrudan bir çatışmaya girmemesi ise ancak “dehşet dengesi” (İng. Mutual Assured Destruction) ile mümkün oldu. Dehşet dengesi, ABD ile Sovyetler Birliği arasında gelişen ve nükleer silahların karşılıklı caydırıcılığına dayanan bir güvenlik stratejisiydi. Bu doktrine göre, iki taraf da birbirini tamamen yok edecek düzeyde nükleer silahlara sahipse, taraflardan birinin saldırıya geçmesi, her iki tarafın da yok olmasıyla sonuçlanır. Bu nedenle hiçbir taraf nükleer savaşı başlatmaya cesaret edemez. Denge, doğrudan bir barışa değil, karşılıklı korkuya dayanıyordu. Bu durum, nükleer silahların bir tehdit ve caydırıcılık unsuru hâline gelmesine yol açmıştır. Dehşet dengesi sayesinde ABD ve Sovyetler Birliği doğrudan bir savaşa girmemiş, ancak dünya uzun yıllar nükleer felaket korkusuyla yaşamıştır.

Bu denge yanlış alarmlar, teknik hatalar ya da insan faktörü sonucu oluşabilecek hatalar gibi kırılganlıklara sahip olduğu için geri dönülemez bir yıkıma yol açabilme potansiyeli hep vardı. Nitekim tarihin belli anlarında bu dengenin kırılganlıkları göz önüne çıkmıştır. Soğuk Savaş’ın sıcak bir çatışmaya dönüşme riskinin en yüksek olduğu tarihi an muhtemelen Küba açıklarında yaşanan krizdir. 1962 yılında yaşanan Küba Füze Krizi, Soğuk Savaş’ın en tehlikeli anlarından biriydi. SSCB’nin Küba’ya nükleer füze yerleştirmesi üzerine ABD’nin verdiği sert tepki, dünyayı nükleer bir savaşın eşiğine getirdi. Bu kriz, tarafların aslında doğrudan çatışmayı ne kadar tehlikeli gördüğünü ve uzlaşmanın mümkün olduğunu gösterdi. Aynı zamanda iki süper güç arasında bir doğrudan iletişim hattı  kurulmasına neden oldu.

1962 Küba Krizi’nin ardından ABD ve Sovyetler Birliği doğrudan bir nükleer savaş riskinin ne kadar yıkıcı olabileceğini görerek gerilimi düşürmeye yöneldi. Bu süreçte “barış içinde bir arada yaşama” (ing. peaceful coexistence) adı verilen bir dönem başladı. Bu politika, iki süper gücün ideolojik farklılıklarını koruyarak doğrudan savaştan kaçınmasını öngörüyordu; ancak vekâlet savaşları ve silahlanma yarışı devam etti.

Sovyetler Birliği’nin Dağılışı ve Soğuk Savaş’ın Mirası

1980’li yılların sonlarına gelindiğinde Sovyetler Birliği ekonomik olarak zayıflamıştı. Doğu Bloku’ndaki çözülmenin ilk sinyalleri Polonya’da belirdi. Lech Wałęsa öncülüğündeki “Dayanışma” (Solidarność) adlı sendika hareketi, Sovyet etkisindeki rejime karşı sivil direnişi örgütleyerek büyük bir antikomünist dalgayı başlattı. Bu antikomünist protesto dalgasına Polonya menşeli Katolik Kilisesi lideri Papa II. John Paul da dahil oldu. Bu gelişme, Berlin Duvarı’nın 1989’da yıkılmasından önce sistemin içeriden sarsıldığının önemli bir göstergesiydi. Mihail Gorbaçov’un uyguladığı kamu yönetiminde Glasnost (açıklık) ve iktisadi idarede Perestroyka (yeniden yapılanma) politikaları reform beklentisi yaratmış ancak sistemi ayakta tutmaya yetmemişti. 1989 yılında Berlin Duvarı’nın yıkılması, Doğu Almanya’nın çöküşünü ve sembolik olarak da Soğuk Savaş’ın sonunu temsil etti. 1991 yılında ise Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği resmen dağıldı ve böylece Soğuk Savaş sona erdi.

Soğuk Savaş, yalnızca geçmişte kalmış bir dönem değil, günümüz uluslararası sisteminin temel taşlarını belirleyen bir süreç oldu. NATO ve BM gibi uluslararası örgütlerin güçlenmesi, nükleer silahların denetimi, istihbaratın merkezi rolü, siber güvenlik endişeleri ve büyük güç rekabeti gibi birçok mesele, bu dönemin mirasıdır. Bugün Çin ile ABD arasında yeniden şekillenen küresel rekabet ya da Rusya’nın Ukrayna politikası gibi gelişmeler, Soğuk Savaş sonrası dönemde de kutuplaşmanın ve güç mücadelesinin bitmediğini göstermektedir. Dolayısıyla Soğuk Savaş, yalnızca tarihte kalmış bir dönem değil; günümüz dünyasını anlamak için hâlâ geçerli olan bir referans çerçevesidir.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler