Kapıkule’yi Geçince Kurallara Uyma Zorunluluğu Bitiyor mu?
Yabancı plakalı araç, gösterişli sürüş, kırmızı ışık ihlali… Yurt dışında kurallara harfiyen uyan Türkler, Türkiye’ye gelince gerçekten değişiyor mu? "Gurbetçiler"e yönelik “kuralsızlık” ithamı ne kadar gerçek, ne kadarı önyargı? "Kurulu Düzen" serisi için sosyal medya, klişeler ve göçmenlik deneyimi arasında sıkışan bu tartışmayı mercek altına alıyoruz.

Avrupa’da yaşayan Türk toplumunun, yurt dışındaki kurallara uyum gösterirken Türkiye’ye geldiklerinde kurallara uymadıkları yönünde yaygın bir algı bulunuyor. Bu eleştiriler, çoğunlukla trafik kuralları, kamu düzeni ve sosyal normlara uyum gibi alanlarda yoğunlaşıyor ve özellikle yaz aylarında Türkiye’ye gelişlerin artmasıyla sosyal medyada ve günlük sohbetlerde sıklıkla dile getiriliyor. Bu bakış açısına göre gurbetçiler yurt dışında kurallara riayet ederken, Türkiye’ye geldiklerinde bu disiplini -hızlıca- terk ediyor. Peki gerçekten böyle mi, yurt dışından Türkiye’ye gelenler, kurallara uymayı Kapıkule’den geçtikten sonra bırakıyor mu?
Göçmenlik Hâli ve Buna Dair Önyargılar
Kurallara uymak, bireysel bir tercih olduğu kadar, sosyal ve kurumsal çevreyle de yakından ilintilidir demek yanlış olmaz. Bir ülkedeki sıkı denetim mekanizmaları, yalnızca yerel halkın değil göçmenlerin de kurallara uymasını zorunlu kılarken, daha esnek denetim ortamının olduğu bir diğer ülkede, kurallar daha fazla ihlal edilebiliyor. En azından bu algı toplumda hâkim oluyor. Bu nedenle, yerel topluluğa sonradan eklenen göçmenlerin davranışları, topluluğa özgü bir sorun olmaktan ziyade, yerel koşulların da bir yansımasıdır diyebiliriz.
Öte yandan göçmen kökenli insanların göç ettikleri toplumun kurallarına tam olarak uyum sağlayamadıkları yönünde genelde bir ön kabul de var. Özellikle Avrupa’da göçmen topluluklara yönelik önyargılar oldukça yaygın. Çoğunlukla kabul edilir ki Almanya, kurallara uyma konusunda sıkı bir toplumsal yapıya sahip. Bu konuda Alman disiplini ve bürokrasisi epey meşhur. Alman toplumunda geleneksel olarak “belirsizlikten kaçınma” kültürü hâkim; bu da kuralların net olduğu ve denetimin sıkı olduğu bir toplumsal düzeni yansıtıyor. Örneğin, Eurostat verilerine göre Almanya’da kırmızı ışıkta geçme oranı, Avrupa ortalamasının oldukça altında. Hâl böyle olunca kurallara uymayanlar ışık hızıyla bir kalıba sokulabiliyor. Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra Almanya’ya gelen Polonyalı göçmenler, 1990’lı yıllarda “kuralsız” ve “düzensiz” olarak etiketlenmişti. Fransa’da ise Kuzey Afrikalı göçmenlere yönelik “kuralsız” algısı, özellikle banliyölerdeki sosyal huzursuzluklarla ilişkilendiriliyor. Ancak, Fransız sosyolog Loïc Wacquant, bu algının, devletin sosyal entegrasyon politikalarındaki başarısızlıklarını örtmek için kullanıldığını savunuyor. Wacquant’a göre, toplumsal normlara uyum sağlamak için yeterli destek sağlanamadığında, göçmenler, dışlayıcı söylemlerin hedefi hâline geliyor. 2018’de yapılan bir Eurobarometer araştırması, Avrupa’daki göçmenlerin suç oranlarının yerli nüfusa kıyasla daha düşük olduğunu gösteriyor. Federal İstatistik Ofisi (Destatis) 2023 verilerine göre Almanya’da göçmen kökenlilerin yoğun olduğu eyaletlerde trafik kazası oranlarında belirgin bir artış gözlenmemesi, uyumun genel olarak yüksek olduğunu düşündürüyor. Dahası, 2021 tarihli Mediendienst Integration raporuna göre, Almanya’da polis teşkilatında çalışan göçmen kökenli memurların sayısı 2009’dan bu yana üç kat artmış durumda. Berlin’de polislerin yüzde 33,1’i göçmen kökenli ve bu yüksek oran, göçmen kökenlilerin sosyal kurallara uyumunun yanı sıra topluma katkı sağlama isteğini yansıtıyor. Bu veriler, göçmenlere yönelik kurallara uymama algısının, gerçek verilerden çok toplumsal dışlama mekanizmalarından ve önyargılardan beslendiğini ortaya koyuyor.
Kurallara Riayet Coğrafyaya Göre Değişir mi?
Gelelim “gurbetçiler” için ana vatan konumundaki Türkiye’ye…. 2022 tarihli Trafik Güvenliği Raporu’nda, Türkiye’deki trafik kazalarının yüzde 80’inin kural ihlallerinden kaynaklandığı ifade ediliyor. Emniyet Genel Müdürlüğünün 2023 yılına ait trafik istatistiklerine göre, Türkiye’de yılda yaklaşık 1,2 milyon trafik cezası kesiliyor. Bu cezaların dağılımına bakıldığında, hız ihlali, kırmızı ışık ihlali ve emniyet kemeri takmama gibi yaygın ihlallerin büyük kısmı yerel sürücülere ait.
İstatistiklere bakıldığında Türkiye’deki trafik kuralı ihlallerinin daha yüksek bir orana sahip olduğu anlaşılıyor. Almanya’da 2022’de 100 bin sürücü başına yaklaşık 2500 trafik cezası kesilirken, Türkiye’de bu oran 100 bin sürücü başına 3800 civarında. Bu istatistiklerin yalnızca gurbetçilere ait olmadığı aşikar. Peki “gurbetçiler” ile ilgili negatif algının sebepleri neler? Avrupa’dan gelen Türklerin trafik kazalarına veya kural ihlallerine olan katkısını ölçen spesifik bir araştırma ve istatistik bulunmuyor. Bu nedenle, mevcut eleştiriler, genellemeci bir söylemin parçası olarak ya da sosyal medya etkisiyle değerlendirilebilir. Yine de bu algının sebeplerini irdelemek son zamanlarda artan eleştirilerin nedenlerini anlamaya yardımcı olabilir.
Özellikle yaz aylarında, gurbetçilerin “lüks araçlarıyla” trafik kurallarını ihlal ettiği yönündeki içerikler viral hâle geliyor. Ancak bu içerikler, genellikle bağlamsız ve seçici bir şekilde sunuluyor. Sosyolog Eric Maigret, sosyal medyanın toplumsal olayları basitleştirme ve dramatize etme eğiliminde olduğunu belirtiyor. Dijital platformlar, bireylerin toplumsal algıları hızlıca şekillendirebiliyor, ancak bunu yaparken yüzeysellikten kaçamıyor. Örneğin, yabancı plakalı bir araca ait trafik kuralı ihlali videosu, milyonlarca izlenme alırken, benzer davranışta bulunan yerel sürücünün aksine, “gurbetçi” kimliği üzerinden ötekileştiriliyor ve kuralsızlığından gösteriş meraklısı olduğuna varıncaya dek pek çok basmakalıp unvan üzerine boca ediliyor. Dijital platformlar, gurbetçilere yönelik önyargıları güçlendiren bir araç olarak işlev görüyor.
Elbette ki Avrupalı Türkler de bilerek ya da bilmeyerek kural ihlali yapabilir. Hatta, Türkiye’ye tatil için gelenlerin geçici bir “özgürlük” hissi yaşaması, kurallara daha az bağlı davranmalarına neden olabilir. Bu, psikolojide “tatil paradoksu” olarak bilinen bir durumla açıklanıyor: İnsanlar, günlük rutinlerinden uzaklaştıklarında, normlara uyma eğilimleri azalabilir. Ancak söz konusu durum onların davranışlarının daha fazla mercek altına alınmasına neden oluyor. Bir anda oklar üzerlerine çevriliyor. Yazın Türkiye’de trafik ihlali yapan “gurbetçi” bir sürücüyü, yurt dışında yaşadığı şehrin Belediye Başkanlığına ve çalıştığı iş yerine kadar şikayet etmenin ve bunu bir kampanyaya dönüştürmenin arkasında elbette ki yalnızca trafik kurallarına olan yüksek sadakat duygusu yatmıyor. “Gurbetçiler”e yönelik bu algı, Avrupa’daki diğer diaspora toplulukları için de kısmen geçerli. Amerika ve Avustralya’daki Yunan toplulukları, anavatanlarına döndüklerinde benzer eleştirilere maruz kalıyor. Benzer şekilde, Güney Amerika’daki İtalyan kökenli topluluklar, İtalya’ya döndüklerinde yerel normlara uymamakla suçlanıyor.
Diasporik Bir Kader Olarak “Kuralsızlık” ile Suçlanmak
Hem yaşadıkları ülkede hem de ana vatan gördükleri köken ülkelerinde “kuralsız” olmak gibi çeşitli ithamlarla karşı kaşıya kalmak diasporaların kaderi mi? Ev sahibi toplum, diasporayı entegrasyon eksikliğiyle suçlarken, anavatanları ise kültürel otantisitesini yitirmekle itham edebiliyor. Bu çifte etiketleme, diasporaların sürekli bir müzakere ve yeniden konumlanma sürecinde olmasına neden oluyor.
“Kuralsız” ithamı, aynı zamanda güç dinamikleriyle de ilişkili. Michel Foucault’nun söylem ve güç analizleri, normların kimin tarafından ve nasıl tanımlandığını sorguluyor. Ev sahibi toplumlarda, diasporalar genellikle baskın kültüre ya da Almanya’da sıklıkla tartışılan “Leitkultur” yani “öncü kültüre” uymaları bekleniyor. Uymadıkları takdirde, “kuralsız” ya da “uyumsuz” olarak tanımlanıyorlar. Benzer şekilde, anavatanlar, diasporaları kendi güncel meselelerine ve tartışmalarına uygun davranmamakla suçlayabiliyor. Sosyal ve toplumsal meselelerde bir tarafın söylemine karşı çıkmaları hâlinde “sadakatsiz” ya da “sorumsuz” olarak görülebiliyorlar. Bu da diasporaların sürekli bir gözetim ve disiplin altına alınma durumuna karşı savunmasız olduklarını gösteriyor.
Karikatüre İndirgeme ve “Vur Abalıya!” Tepkiselliği Sürecek mi?
Görünen o ki “gurbetçiler” ile ilgili eleştiriler bu yaz da devam edecek. Bu yazıyı yazarken sosyal medyada “Gurbetçi gençler ve Türk gençler” başlığında yayınlanmış binlerce içerik bunun habercisi gibi. Sosyal medya, diasporayı bir karikatüre indirgiyor. Bu içerikler, bir anda viral oluyor, binlerce beğeni topluyor, fakat bunu yaparken diasporanın, tarihini, emeğini, hikâyesini ve mücadelesini de değersizleştiriyor. Ve bu durum ne yazık ki, önyargıları körüklüyor.
Bu süreç, yalnızca bireysel önyargıları değil, aynı zamanda toplumsal stereotipleri de pekiştiriyor; gurbetçilerin Türkiye’de “kuralsız” ya da “yabancılaşmış” bir profil sergilediği algısı, bu dijital anlatının bir yan ürünü olarak kristalleşiyor. Sosyal medya ve kullanıcıları, Türkiye’de bu algının yerleşmesinde maalesef oldukça etkin; tıpkı sosyal psikolojinin önde gelen isimlerinden Solomon Asch’in meşhur “uyum” deneyinde, bireylerin, çoğunluğun yanlış yargısına uyarak kendi gerçeklik algılarını terk etmesi gibi, viral içeriklerin cazibesine kapılarak toplumsal empatiyi askıya alıyorlar. Öyle olunca “Vur Abalıya!” demek kolay oluyor.