'Dosya: "Avrupa'da Müslümanlar ve Depresyon"'

Göçmenlerin Psikolojik Rahatsızlıkları ve Tedavi İmkânları

Avrupa’da yaşayan göçmenlerin, göçmen kökenlilerin ve mültecilerin sayısı son yıllarda gittikçe artıyor. Bu grupların muzdarip olduğu psikolojik rahatsızlıklar ise çoğunluk toplumunkinden ayrışıyor ve farklı yayılımlar gösteriyor. O rahatsızlıkların tanımı ve tedavi imkânları.

@ Shutterstock.com değişiklikler: Perspektif

2015 yılında Avrupa’ya ve özellikle Almanya’ya göç eden Suriyeli mültecilerle birlikte psikoterapistler ve psikiyatrlar dikkatlerini travmatik olaylar yaşayan bu kesime yöneltti. Böylelikle onların psikolojik ihtiyaçlarına dikkat çeken bir akım oluştu. Bu akım sayesinde mültecilerin yanı sıra göçmenlerin ve göç kökenlilerin de psikolojik durumlarını ve ihtiyaçlarını araştırma imkânı ortaya çıktı. 

Literatürde göçmen, mülteci ve yerli gibi kavramların arasında psikolojik açıdan farklılıklar mevcut ve bu farklılıklar göç tecrübesi ile ilişkilendiriliyor. Belirli bir ülkeye uyum sağlamış olan kişilerin sosyokültürel ortamı farklı olan bir ülkeye göç etmesi onlar için “stresör”  olarak adlandırılan bir stres kaynağı. Bu stresin oluşumunda göçün kendisi, arka planı ve göç edilen ülkeye adapte olma süreci etkin oluyor. Psikolojik rahatsızlıklar şu üç grupta farklı oranlarda bulunuyor: Göçmenler, göçmen kökenliler ve mülteci veya yasa dışı göç edenler.

Genel olarak göçmenlerin ve göçmen kökenlilerin çoğunluk toplumuna kıyasla daha fazla psikolojik rahatsızlık yaşadığı söylenemez. Fakat daha farklı rahatsızlıklar yaşadıkları ve belirli hastalıkların kendilerinde daha yüksek oranda bulunduğu söylenebilir. Daha yüksek oranda seyreden hastalıklar arasında depresyon, anksiyete bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğu ve somatizasyon bozuklukları yer alıyor.

Mülteci ve yasa dışı göçmenlerde ise hem genel olarak psikolojik rahatsızlıkların oranı yüksek hem de belirli hastalıklar daha yüksek oranda görülüyor. Bu hastalıkların arasında en önemli olanı travma sonrası stres bozukluğu. 

Peki depresyon, anksiyete bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğu ve somatizasyon bozuklukları nelerdir? Kişiler ne zaman bu hastalığa yakalanmış olurlar? Bu hastalıkların risk faktörleri ve tedavi imkânları nelerdir? Yakından bakalım.

Depresyon

Depresyon popüler kültürde çoğu kez üzüntü duygusuna indirgense de kişiye depresyon teşhisinin konulabilmesi için farklı kriterlerin mevcut olması gerekir. Bu kriterler arasında insanın çok fazla veya az uyuması ve yemesi, önceden zevk ve haz aldığı şeylerden artık zevk ve haz alamaması, enerji kaybı, kendini değersiz ve suçlu hissetmesi, genel bir odaklanma güçlüğü ve tekrarlayan ölüm veya intihar düşüncelerinden bazılarının olması gerekir. Bu ana belirtiler kişide iki haftadan uzun bir süre görüldüğünde kişinin bir psikoloğa veya psikiyatra görünmesi tavsiye edilir. 

Depresyonu tetikleyen risk faktörleri arasında yalnızlık, psikolojik veya sosyal güçlükler, ailevi sorunlar ve değişken hayat ritmi yer alır. Bu faktörler incelendiğinde göçmenler arasındaki depresyonun yaygınlığının nedeni daha iyi anlaşılabilir. Göç eden bir insan sahip olduğu bireysel ilişkileri geride bırakır, destek alma imkânı azalır ve kendisini sosyal alanda birçok yeni zorlukla mücadele etmek mecburiyetinde bulur. Yeni bir kültüre adapte olmak, yeni bir dil öğrenmek, yeni bir iş ve hayat kurma mecburiyeti insan psikolojisini olumsuz etkileyen faktörler arasındadır. Göçmenlerin sosyoekonomik statüsünün düşük olması da onların daha ağır işler yapmasına, daha sık vardiyalı çalışmalarına ve sonucunda ailelerini daha az görmelerine sebep olur ve bu durum önemli bir risk faktörüdür. Ayrıca kişinin göç ettiği ülkede dinine, ırkına veya herhangi başka bir özelliğine karşı düşmanca bir tutumla karşılaşması da depresyonu tetikleyebilecek faktörlerden biridir. Günümüz Avrupa’sında yükselen İslamofobinin de buna olan etkisini küçümsememek gerekir.

Depresyon terapisinde en önemli unsur ise hastanın hayatına tekrar aktivite getirmek ve olumsuz düşünce tarzlarını değiştirmektir. Hem psikoterapi hem ilaç desteği bu gibi durumlarda depresyon semptomlarının hafiflemesine yardımcı olabilir. Depresyon ilk ortaya çıktığında vakit kaybetmeden ve hastalık kronikleşmeden bir psikoloğa görünülmesi elzemdir. Süregelen epizotlar ve depresif geçen yıllar iyileşme imkânını azaltır. 

Anksiyete Bozuklukları 

Anksiyete bozuklukları birçok hastalığı bünyesinde barındıran genel bir hastalık grubudur. Hasta genelde korku, gerilim ve endişelerle örüntülü fizyolojik belirtiler yaşar ve çoğu zaman fiziksel belirtileri psikolojik belirtilerden (korku, panik vb.) daha fazla önemser. Korku anında bu hastalıkta öne çıkan fizyolojik belirtiler arasında kalp çarpıntısı, mide bulantısı veya aşırı terleme bulunur. Panik atak yaşayan hastayı bundan dolayı birçok kez psikolojik danışmanlık merkezinde değil hastahanenin acil bölümünde buluruz. “Kalp krizi geçiriyorum.” düşüncesi ile acile gitmek isteyen hasta aslında panik atak geçiriyor olabilir. 

Hastalığı tetikleyebilen risk faktörleri arasında genetik faktörler ve ailevi eğitim bulunur. Ebeveynlerin eğitim stilinde şu üç özellik bir araya geldiği zaman hastalık için risk oranı yükselir:  1- Çocuğun üstüne aşırı şekilde düşme ve koruma, 2- Aşırı derecede kontrol, 3- Duygusal yakınlık eksikliği. 

Özellikle babanın otorite figürü olarak görüldüğü kültürlerde yüksek kontrol isteği ve düşük duygusal yakınlık risk faktörü olarak görülebilir. Ya da çocuğun dini, ırkı veya başka bir özelliği yaşadığı toplum içinde saldırı hedefi hâline gelirse, bu durum ebeveynlerin korkusunu artırabilir ve ebeveynler koruma adına çocuğu daha sıkı kontrol ederler. İslamofobi ve ırkçılık gibi tecrübeler bu sebeple anksiyete bozukluğunu tetikleyebilen eğitim tarzını daha sık rastlanılabilir hâle getirebilir.

Anksiyete bozuklukları hastanın korkularıyla yüzleştiği terapi şekilleriyle hafifletilir. Psikoterapist, hastanın korkularını ve fiziksel belirtilerini hastaya açıkladıktan sonra onunla korkularını keşfederek hastayı bu korkulara ve belirtilere alıştırır. Özellikle erken fark edilen anksiyete bozuklukları bilişsel davranışçı psikoterapi ile çoğu zaman iyileştirilebilecek seviyede olur. Anksiyete bozukluklarının tedavisi psikoterapinin en başarılı olduğu alandır.

Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) 

Kişi travmatik bir olayın ardından istem dışı anılar, düşler, geçmişe dönüşler vb. yaşar. Bu travmatik olaylar hatırlandıkça hastalar fizyolojik tepki verirler ve rahatsızlık hissi duyarlar. Bu durum onların her daim tetikte olmasına sebep olur. Kolayca irkilir, travmayı hatırlatan tüm uyaranlardan kaçmaya çalışır ve bu şekilde kendi hayatlarını daraltırlar. Yaşam alanlarının daralmasının sonucu birçok TSSB hastası bu süreçte depresyon, uyku ve odaklanma güçlüğü yaşamaya başlar. 

Daha çok mülteciler arasında yaygın olan bu psikolojik rahatsızlığa savaş veya iç karışıklığın bulunduğu ülkelerden gelenlerde daha sık rastlanır. Şiddete maruz kalan veya şahit olan insanlarda travmatik olaylar hazmedilemezse TSSB oluşabilir. Travmatik bir tecrübenin TSSB’ye dönüşmemesi için hastaların psikolojik ve sosyal alanlarda desteklenmesi gerekir. Özellikle yakın dostluklar ve çok değişken olmayan sosyal ağlar bu gibi durumlarda yardımcı olabilir.

TSSB eş zamanlı ilaç ve psikoterapi ile tedavi edilir. Hasta psikoterapist ile belirli yöntemlerin eşliğinde yaşadığı travmayı yavaşça keşfeder, onunla yüzleşir ve ona alışmaya çalışır. Travma tekrar hatırlandığında bedensel reaksiyonlar daha hafif ve daha az rahatsız edici hâle gelir. Hastalar tedavinin sonucunda travmayı kendi biyografilerin bir parçası olarak algılayıp hayat hikâyelerine yerleştirmeye çalışır. Travma yaşayıp TSSB yaşayan kişilerin yaklaşık yarısı kendiliğinden iyileşir, geri kalan kısmında hastalık kronikleşmedikçe terapi ile iyileşme şansı iyi düzeydedir.

Somatizasyon Bozukluğu

Somatizasyon bozukluğu, fiziksel semptomların bulunduğu fakat tıbbi olarak nedeni açıklanamayan psikiyatrik bir durumdur. Bu rahatsızlığa sahip kişiler bedenleri ile ilgili çeşitli şikâyetlerde bulunurlar, örneğin vücutta yanma hissi, yer değiştiren ağrılar ve belirli aralıklarla giren kramplar gibi. Somatizasyon bozukluğundan muzdarip kişiler birçok hekime gitmelerine ve farklı tedaviler görmelerine rağmen bir türlü “iyileşemezler”. Hastalığın uzun süre tespit edilememesi hastaların çok ve çeşitli ilaç kullanımından dolayı sıkıntı yaşamasına sebep olabilir.

Somatizasyon bozukluğunun altında birçok neden yatar ve bu hastalığı tetikleyen birden fazla unsur vardır. Neredeyse her psikolojik sorunda olduğu gibi bu rahatsızlık için de içsel faktörler, uzun süreli yüksek stres seviyesi ve duygusal sorunları dile getirememe gibi etkenler hastalığın ortaya çıkışını tetikleyebilir. Gündelik hayatta karşı karşıya kalınan problemler, İslamofobi ve ırkçılık gibi vakalar hastaya psikolojik açıdan yük olur. Bu tür sorunlar karşısında güçlü durmak ve dışa doğru bir zayıflık göstermekten kaçınmak isteyen kişi kendi duygularını bastırır. Bu ise hastanın yüksek stres seviyesine adapte olmak için gereken sosyal destek unsurlarını tam kullanamamasına sebep olur. Bunun sonucunda aslında psikolojik olan baskı ve acı insan bedenine yansır ve fiziksel problemler baş gösterir. 

Hastalığın fizyolojik bir sebebinin olmadığı ortaya çıkınca psikoterapist, hastanın kısıtlı ve bedensel semptomlara dayalı hastalık açıklamasını genişletir ve hastanın psikolojik ve sosyal etkenleri de kapsayan geniş bir hastalık modeline sahip olmasını sağlar. Farklı metotlarla hastanın rahatsızlığına karşı bedenini normal kullanmasına yardımcı olur. Somatizasyon bozuklukları çoğu zaman geç teşhis edildiği için hastalar uzun yıllar fiziksel bir rahatsızlıkları olduğunu düşünür ve ona göre davranış ve düşünce kalıpları geliştirir. Bu kronikleşmeden dolayı rahatsızlığın tamamen ortadan kaldırılması çoğu zaman zor olsa da semptomların azalması çoğu durumda mümkün. Terapi sonucunda hastalar bedensel olarak algıladıkları rahatsızlıkları daha iyi tolere etmeyi öğrenirler.  

Sonuç olarak göçmenlerde ve göçmen kökenlilerde bazı rahatsızlıkların daha sık görülmesi var olan toplumsal diskurdan kaynaklanabilir ve onlar tarafından tetiklenebilir. Özellikle Avrupa’da yaşayan göçmenler için ırkçılık, ayrımcılık ve İslamofobi göz ardı edilmemesi gereken etmenler. Bunlar göz önünde bulundurulduğunda göçmenler için özel bir terapi biçiminin geliştirilmesi büyük bir önem ve gereklilik arz etmektedir.

Ayşe Delikaya

Berlin Humboldt Üniversitesinde Psikoloji bölümünde yüksek lisans eğitimine devam eden Delikaya, bir şirkette mühendislik psikolojisi alanında araştırmacı olarak çalışıyor.
Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler