'Dosya: "Göç ve Sinema"'

Göç Bağlamı İçerisinde Sinema: Göçün Görsel Kültürü

Göç geçmişine sahip film yapımcılarının sinema üretiminde daha aktif olması hangi etkenlere bağlı? Teşvik mekanizmaları ve sosyal sermayenin yokluğu gölgesinde göç kökenli film yapımcıların eriştiği başarılar, her şeye rağmen “göç sineması” alanındaki hareketliliği ortaya koyuyor.

Fotoğraf: Dilara Mammadova/shutterstock.com

Genç göçmenlerin film ve kültür alanlarına ilgisi kesintisiz devam ediyor: Maryam Zaree, Mehmet Akif Büyükatalay, İlker Çatak, Burhan Qurbani. Bu isimler, genç kuşağın ilgisini kanıtlar nitelikte. Göç sonrası kuşaklar arasından çıkan film yapımcıları sayesinde güçlü filmler ya da uluslararası başarılar eskiden olduğu gibi bugün de görülüyor. Kendileri göç etmemiş üçüncü ve dördüncü nesillerin yaşamlarına ve gerçekliklerine, ebeveynlerinin, hatta dedelerinin göçü hâlâ tesir etmekte.

Mehmet Akif Atalay bitirme tezi olarak çektiği ve gösterime giren ilk filmi olan “Oray” ile uluslararası alanda ilgi topladı ve 2019 Berlin Film Festivali’nde “en iyi ilk film” ödülü ile birlikte başka pek çok ödül kazandı. Film, evlilik ve yaşam sorunlarıyla boğuşan genç bir Müslümanın hayatını anlatıyor. 

Göçmenler: Alman Film Kültürünün Başarılı İsimleri

Ailesi Afganistan’dan Almanya’ya göç etmiş olan Burhan Qurbani de Alexander Döblin’in “Berlin Alexanderplatz” ismindeki mülteci konulu romanını uyarladığı eseriyle Şubat 2020 Berlin Film Festivali’nde büyük ilgi topladı. Tahran’da doğan ve Berlin’de büyüyen oyuncu Maryam Zaree ise deneysel belgeseli “Born in Evin” ile ateşli tartışmalara neden oldu. Göçmenler eskiden olduğu gibi bugün de Alman film kültürünün başarılı isimleri olarak var olmaya devam ediyorlar.

Göçmen geçmişine sahip film yapımcıları, Almanya’da 1970’lerden beri başarılı filmler çekiyor; çoğunlukla da genç yapımcıları maddi olarak destekleyen kurumlar sayesinde. Bu kurumların en önemlilerinden birisi, az deneyime sahip film yapımcılarının da film projeleri için başvurabildiği (profesyonel bilgiye sahip olmadan finans desteği almak neredeyse imkânsız olsa da) “Film und Medienstiftung NRW”dir (Kuzey Ren-Vestfalya Film ve Medya Vakfı). Geçtiğimiz otuz yılı aşkın sürede Almanya’da televizyon kanallarının film departmanları da, Fatih Akın gibi bugün tanınan rejisörlerin başarılı bir kariyer yapmasına olanak sağlamıştır. 

Film sektörünün gelişmesinde televizyon kanallarının redaksiyonları her açıdan önemli bir rol oynamaktadır. Almanya’da filmler, sinemanın ekonomisine özgü politikalardan ötürü televizyon yayıncılarının yoğun müdahalesi ile çekildiğinden, “diskurs filmleri” ile sıkça karşılaşmak mümkün. “Diskurs filmleri”, günlük siyasi konuları ele alan filmlerdir. 2015’te medyanın ilgi odağında bulunan “göç/kaçış” ya da “köktenci terör” konularının sonraki yıllarda sinemada yankı bulması elbette tesadüf değildi. Genç film yapımcıları, ilgili kurumların bu konuları özellikle desteklediğini bilerek bunları eserlerinde sıklıkla kullandılar. 

“Özgün Konular Nadiren Gün Yüzüne Çıkıyor”

Bu teşvik dinamiği, Berkeley Üniversitesi’nde Alman Dili ve Edebiyatı uzmanı olan Deniz Göktürk’ün yirmi yıl önce yazdığı üzere, temelde kısır bir döngüden ibarettir: Ancak önceden hâkim fikirleri yeniden üreten konular bu teşvikler aracılığıyla gerçekleştirilebilmektedir. Bu yüzden göç sonrası kuşağın ilgilendiği özgün ve henüz keşfedilmemiş konular nadiren gün yüzüne çıkmaktadır. Belki de genç Türk göçmenlerin Türkiye sinemasında edindikleri muazzam film deneyimlerinin Almanya’da yankı bulmamasının nedeni de budur.[1]  

Ayrıca televizyon yayıncılarının genelde çok kemikleşmiş alanları talep etmeleri ve film yapımcılığının kendisinin pratikte yüksek nitelikler gerektirmesi de bu konuyla alakalıdır. Film karmaşık bir zanaattir ve takım birlikteliği gerektirir. Bu yüzden yoğun bir koordinasyon becerisi lazımdır, ki televizyon yayıncıları ve film destek kurumları da karmaşık başvuru formlarında bunu belgelendirilmiş bir şekilde görmek isterler. Karmaşık bir kısa film çekmeden, sinema alanındaki yeteneğin bu kurumlar tarafından desteklenmesi neredeyse imkânsızdır. Özellikle maddi açıdan masraflı bir iletişim aracı olan film yapımcılığının neredeyse her zaman maddi desteğe ihtiyacı olur. Zira film ekibine ödeme yapılması ve masraflarının karşılanması, aksesuarların önceden satın alınmış, kullanılacak mekânların kirasının önceden ödenmiş, seyahatlerin detaylı olarak düzenlenmiş ve teknik ekipmanların önceden kiralanmış olması gerekir. 

Film teknolojisindeki gelişmeler (dijitalleşme) ve finans modelleri (örneğin kitle fonlaması/ crowdfunding) filmlerin kurumlar ve televizyon yayıncıları tarafından desteklenmeden de çekilmesine olanak sağlamaktadır. Buna rağmen basit bir kısa film dahi, bir işletmenin sıfırdan kurulmasındaki karmaşıklık derecesinde bir yönetimsel zorluk barındırır. Bu durumu anlamak için kısa filmlerin jeneriğinde yer alan ekip ve oyuncu listesine bir göz atmak kâfi olacaktır. Özellikle maddi açıdan zayıf ve gerekli sosyal muhite uzak ailelerden genç film yapımcıları, daha işin başında karşılaştıkları bu yüksek engeller yüzünden doğrudan başarısız olurlar.

İşçi Çocuklarının Film Alanına Erişimi

Genç film yapımcılarının karşılaşacağı zorluklarla mücadele edebilmeleri için uygun şekilde düzenlenmiş bilgi kültürüne ve erişim kaynaklarına dâhil edilmeleri gerekir. Yakın bir muhitte doğmamış, çevresinin ve maddi açıdan güçlü ailesinin çekinceleri olan, film stüdyosu olmayan birinin Almanya’da film kariyeri yapması neredeyse imkânsız. Devlete ait sanat yüksekokullarında dahi film eğitimi almak çok zor; zira kabul şartları neredeyse kırk yıl öncesiyle aynı ve sistem çokkültürlülükle ilgili ya da sınıfsal mağduriyetleri tespit etmede yetersiz kalmakta. Bu nedenle özellikle de işçi çocukları film eğitimine dâhil olamıyor; zira sayısız yazısız kanunla belirlenmiş sisteme kendilerini kabul ettirmek için gerekli olan deneyim kaynaklarına ve başka birçok şeye de sahip değiller. 

Film kültürünün sınıfsal yapısı üzerine araştırmalar bulunmasa da, film yapımcılarının kültürünün oldukça kapalı olduğu söylenebilir. Bu durum film üretiminin kurallarından kaynaklanmaktadır: Filmler çoğunlukla yabancı yerlerde birkaç hafta ya da ay süren birleşik zaman dilimlerinde çekilir. Bu mesleği seçen kişinin aile kurması oldukça zordur. Kişi, iyi para kazanabileceği işlere sahip olana kadar yıllar geçebilir. Ayrıca iki film arasında boş zamanlar ortaya çıkar. Yakın muhitlerden gelen ve kendi deneyimini kendisi kazanmış film yapımcıları, bu boş zamanları sosyal yardım sunan iş kurumlarından alacağı parayla kapatmak zorunda kalır. Bu alana girenin birçok fedakârlığa katlanması gerekir. Diğer kültür alanlarında olduğu gibi sinema alanında da maddi açıdan güvenceli ve mekânsal olarak sabit bir yaşam biçimi neredeyse mümkün değildir. Sosyal açıdan zayıf ailelere mensup göçmenlerin durumu ise elbette tesadüf değildir; zira ailenin maddi çekinceleri çoğunlukla çocukların hevesini kaçırır ya da kişinin ilgili sosyal ağla iletişim kuracak bir kanalı yoktur.

Film yapımcılığı daha ziyade mobil bir yaşam biçimini gerektirir; ancak sosyal açıdan yerleşik ailelere mensup gençlerin bunu gerçekleştirme olasılığı oldukça düşüktür. Ebeveynin ne sosyal ne de maddi araçları böyle bir yaşam biçimine yeterince uzun süre sabredecek kadar güçlü değildir. Bu olumsuzluklara rağmen pek çok yetenekli gencin ortaya çıkması ise ancak göçmenlerin harekete geçme ve inşa etme azimleri ile açıklanabilir. Sinema alanında neredeyse 60 yıldır ortaya çıkan işlerin nedeni de bu azimdir. 

Genç Göçmenlerin Sinematik Bakışları Yayılmaya Devam Edecek

Hamburg Üniversitesi’nin Mercator Derneği tarafından desteklenen ve 2015 yılında yapılan, göçmen sineması ile ilgili araştırma projesi, Almanya’da göç bağlamında neredeyse 3.000’i aşkın film ve yapımın olduğunu ve bu sayının artmaya devam ettiğini ortaya koydu. Her ne kadar kamuya ait televizyon kanalları ağırlıklı olarak diskurs filmlerini üretmeye devam ediyor olsa da, göçmen komedileri ile İslamofobi filmleri hiç olmadığı kadar fazladır. Sadece geçen 3 yılda bu konuyla ilgili 10’dan fazla film ortaya çıkmıştır. Buna ek olarak bağımsız yayıncılar da siyasi açıdan yanlış türlere sahip gangster dizileri gibi ürünleri (örneğin Sky’daki “4 Blocks” ya da Netflix’deki “Dogs of Berlin” ya da “Skylines”) yayımlayarak, göç konusunun sinema alanındaki geniş seçeneklerinin tartışılmasını provokatif ve tam olarak bu yüzden tartışmaya değer ve sevindirici bir şekilde ilerletiyor.

Göç ve film, dünyanın geri kalanında olduğu gibi Almanya’da da önemli bir konu olmaya devam edecek. Film yapımcılığına soyunan genç göçmenlerin sektör ve sistem içerisindeki tüm dezavantajlara rağmen sanatsal açıdan ilgi uyandıran sinematik bakışları dünyaya yayılmaya nasıl devam edecekse, göçmen filmleri de ticari alanda var olmaya ve film karelerinde ortak yaşamımızı nasıl görmek istediğimizi belirlemeye devam edecekler.

Dipnotlar

[1] Bu konuyla ilgili 2019’da Transcript Verlag’tan çıkan “Göçün Görsel Kültürü” (Alm. “Die Visuelle Kultur der Migration”) isimli kitabıma bakabilirsiniz.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler