Göç Hikâyesinin Peşinde: Avrupa’da Göç Kökenli Yeni Nesil Film Yapıcıları
Avrupa’da göç hikâyesi filmlere nasıl aksediyor? Bu sorunun cevabını “Kısmet” filminin yönetmeni Merve Uslu ve “Borderkids” isimli belgeselin yapımcısı Aişe Akova ile konuştuk.
Göç ve göçmenler hakkında envai çeşitte filmler üretildi ve hâlâ üretiliyor. İşçi göçü ile Almanya’ya gelen nesillerin torunları, bugün sinema ve kültür alanında yer edinmeye çalışıp kendi hikâyelerini ve dünyalarını ifade etme çabasındalar. Sinema kültürünün önemli bir parçasını oluşturan göç kökenli yönetmen, film yapımcıları ve senaristler, yıllar içerisinde bu alandaki avantajları değerlendirip, dezavantajlarını da iyi bilen kişiler hâline geldi.
“Kısmet” isimli filmi ile kendi göç hikâyesinin temeline inen Merve Uslu ile görüştük. Aynı şekilde göçü çocukların gözünden “Borderkids” isimli belgeselle anlatan film yapımcısı Aişe Akova ile göç kökenli yönetmen ve senaristlerin Almanya’daki durumunu tartıştık.
“Göç Kökenlilerin Temsilcisi Kimliğine Bürünmek İstemedim”
Göç, insanların kendi hikâyelerini yanlarında taşıdığı bir süreç. Bu hikâyeler bir dönem yerli senaristler tarafından yazılıp, yerli yönetmenler tarafından üretildi. Ardından kendi hikâyelerini kendi bakış açılarından anlatmaya çalışan bir nesil yetişti. Aişe Akova bu durumu şu sözler ile değerlendiriyor: “Göç ve benzeri konuların işlenmesi toplumsal açıdan önemli. Göç konusuna vakıf olmayan, konu hakkında yanlış bilgisi olan, hatta ön yargılarıyla beslenen yapımcı ve senaristlerin filmleri, göç kökenli seyircide rağbet görmüyor. Çünkü bu filmler kısmen ırkçı ve dışlayıcı söylemler içeriyor.” Akova’ya göre göç konusu, özellikle göçmenler tarafından işlenmeli. Bu filmleri daha otantik ve samimi yapan bakış da bu. Akova, insanların kendi yaşanmışlıklarını ve tecrübelerini konu ettikleri hikâyelerin göçmen sineması için daha besleyici olacağı görüşünde.
Aişe Akova “Borderkids” isimli belgeselini çekerken
Merve Uslu göç, uyum ve İslam gibi konularla üniversitenin ilk yıllarında hiç ilgilenmediğini söylüyor. Bunun temel sebeplerinden biri, kendisini bu konularla sınırlamak istememesi olmuş. Uslu bu konular hakkında konuşurken, “temsilci” kimliğine bürünmek ve tüm göçmen kökenliler adına konuşmak istemediğini anlatıyor. Uslu’nun bu endişelerini birçok genç senarist ve yönetmen de paylaşıyor. Birçok sanatçı, farklı konularda eser ortaya koysa da, Uslu bu kimselerin her daim konuşabildikleri tek konunun sadece göç, uyum ve dinî konular olduğu gibi bir ön kabulden şikâyetçi. Fakat Uslu bu düşüncesinde yaşadığı dönüm noktasını şöyle anlatıyor: “Zaman geçtikçe göç kökenli insanların çok önemli bir kaynağa sahip olduğunun farkına vardım: Kültürel duyarlılık. Göç, uyum ve İslam gibi konuların farklı bakış açısından ele alınabileceğini zamanla daha iyi anladım. Çünkü zaten her zaman bu konularla ister istemez temasınız olduğu için konunun ara yüzünde bulunuyorsunuz.”
Göç Konusunu Göç Kökenli Yönetmen ve Senaristler Ele Almalı
Göç kökenli yönetmen ve senaristler konunun öznesi olarak tecrübelerinden esinlenerek konuyu ele alırken, objektif ve analitik bir bakış yetisine de sahipler. Bu bakış açısını duygusal ve kişisel tecrübelerle besleyebilmeleri mümkün. Uslu, bu bağlamda iyi bir örnek teşkil eden “Kısmet”in, birçok göç kökenlide “kendi aile hikâyesini izleme” hissi oluşturduğunu söylüyor. Birçok izleyici, Uslu’ya, işçi göçünün şimdiye dek hiç görmedikleri bir yanını izlediğini söylemiş.
Uslu filmiyle temel amaçlarından bir tanesinin perspektif değişikliğini sağlamak olduğunu söylüyor. “Kısmet”le de, göçün aile arası ilişkileri ne denli değiştirdiği ele alınıyor. Göç ile beraber göçenlerin geride bıraktığı ailelere ne olduğu sorusu filmin temel konularından bir tanesi. Uslu bu soruyu, üçüncü ve hatta dördüncü neslin gözünden cevaplamaya çalışırken, aynı zamanda bir zaman yolculuğu gerçekleştiriyor.
Almanya’da Sinema Sektörü Kendi İçine Kapalı
Akova Almanya’da sinema ve televizyon dalında lisans eğitimini tamamlayıp bu alanda çalışmalar gerçekleştiren gençlerden biri. Sinema alanında akademik eğitim alan biri olarak sinema sektörünün Almanya’da tamamen referans odaklı ve içine kapalı sosyal bir ağdan ibaret olduğunu söylüyor: “Almanya’da bu sektörde herkes birbirini tanır ve bu gruba dâhil olmak, o alana adım atmak yeni biri olarak çok zordur. Güçlü referanslarınız olmalı veya adı duyulmuş projelere imza atmalısınız.” Bu açıdan sinema sektörüne girmek isteyen genç senarist ve yönetmenlerin tecrübeli mentörlere ihtiyacı var. Bununla birlikte sektöre ayak basmış ve göç kökenlileri destekleyebilecek başarılı yönetmenlerin sayısı azınlıkta.
Sinema hâlâ çok pahalı bir sanat aracı. Fakat dijital alanda giderek büyüyen bir yönetmen ve senarist kitlesi de var. Bu bağlamda Akova, “Düşük bütçeyle prodüksiyon yapan çok sayıda amatör var.” diyerek dijital yayın platformlarına dikkat çekiyor.
Uslu da, sinema projelerine ciddi manada finansman bulmanın zorluğuna değiniyor. Kendisi, “Kısmet” filminde bu sorunu aşabilmiş: “Az malzeme, kısıtlı süre ve birkaç araç ile seyircinin kendini de bulabileceği bir filmin yapılabileceğini gördüm.” Uslu’ya göre göç kökenli genç senarist ve yönetmenler, ekonomik bir güvenceye ihtiyaç duydukları için ilk etapta reklam filmciliğini tercih edebiliyorlar. Akova’nın bahsettiği “içerisine kapalı sinema çevresi”, bilhassa sanat filmleri yapmak isteyen göç kökenliler için hâlâ çok zor aralanan bir kapı. Sanat filmlerine destek sadece belli başlı enstitüler tarafından sağlanıyor ve bunların belirlediği şartları yerine getirmek hiç de kolay değil.
Merve Uslu, “Kısmet” isimli filminin gösteriminde.
Türk Yönetmen Misin, Yoksa Alman Yönetmen Mi?
Göç kökenli yönetmen ve senaristlerin kendilerini ve filmlerini nasıl tanımlandıkları da önemli bir konu. Genelde filmlerin ya da yapımcıların başarısına göre eserler “Alman” ya da “Türk” filmi olarak tanımlansa da, önemli olan genç yönetmenlerin kendilerini nasıl tanımladığı. Akova, “Türkiye kökenli Alman film yapımcısı olmayı bir artı özellik olarak görüyorum.” diyor. Kendisi, çokkültürlülüğün getirdiği bakış açısı ve tecrübelerin filmleri zenginleştirdiği görüşünde. Bilhassa genç nesiller için “homojen” yapımlar, Akova’ya göre seyirci tarafından pek rağbet görmüyor. Uslu da kendisini “Türkiye kökenli Alman bir film yapımcısı” olarak tanımlıyor: “Kişiliğim ve ilgilendiğim konular iki kültürün de etkileşiminden oluşuyor ve bu kimliğin yansımalarını yaptığım filmde görmek mümkün.”
Filmlerin dili de çok yönlü ve kendine has. Kimi genç yönetmenler kendilerini daha emin hissettikleri tek dilde üretmeyi tercih ederken, başka yönetmenler tercümeyi, kimileri ise bazı duyguları anadilde daha iyi ifade ettiği düşüncesi ile anadilini tercih ediyor. Göze çarpan unsurlardan bir tanesi, genellikle genç karakterlerin büyükleriyle iletişiminin sadece Türkçe gerçekleşmesi. Filmlerdeki karakterler kendi aralarında sadece Almanca konuşmayı tercih ediyorlar. Bu durum, filmlerin dil bağlamında zenginliğini sağlarken, diğer yandan bu dili anlamayan seyircilere kendisini bir nevi kapatıyor. Bu, dil anlamında çeşitlilik sunan filmlerin, sadece belirli kitlelere hitap etmesi anlamına geliyor.
Akova Türkiye’de çektiği belgeseli için konuştuğu mülteci çocuklarda dil ile alakalı önemli bir noktaya şu sözlerle değiniyor: “Röportaj yaptığım çocuklarda en kilit konunun dil olduğunu fark ettim. Çocuklar konuşmalarında hep ‘Türkçe dilini bilmeden önce’ ve ‘Türkçe’yi öğrendikten sonra’ gibi bir ayrım yapıyordu. Bu benim için çok dikkat çekiciydi.” Bu yönüyle dil, göçmenlerin ve göç kökenlilerin kendi dünyalarını yansıtırken çoğulcu bir araca da dönüşüyor.
Göç Kökenli Yönetmen ve Senaristlerin Zenginliği
Akova, çocukların gözünden göç tecrübesini konu ettiği “Borderkids” isimli belgeselinde kendi göç kökeninin konuya farklı bir derinlik kattığı kanaatinde. Belgeseli üretirken edindiği tecrübeleri şöyle anlatıyor: “Türkiye’de yaşayan bir belgesel yönetmeni ile göç tecrübesi olan bir yönetmenin çocuklara karşı sorduğu sorular da farklı oluyor. Hiçbir şekilde göç tecrübesi olmayan yönetmen ‘Türkiye’de ne kadar rahatsınız? Sizlere kapılarımızı açtığımız için ne kadar mutlusunuz?’ gibi sorular sorabiliyor. Göç tecrübesi olan bir film yapımcısı olarak bu duruma karşı farklı hassasiyetler de geliştiriyor insan. Çocukların ve ailelerin ev sahiplerine karşı minnet duyguları içinde bir yandan yanlış anlaşılmaktan korktuklarına şahit oldum. Bazı çocuklar ezbere bildikleri teşekkür cümlelerini sıralıyordu. Derine inip, ‘Merak etmeyin sizi anlıyorum, ben de yabancı bir ülkede yaşadım’ şeklinde güven oluşturduğumda ise okulda ve toplumda yaşadıkları dışlanma sorunlarını dile getirmeye cesaret ettiler.”
Akova, kimlik arayışı, vatan, mülteci olmak, yabancılık gibi konuların bu konuları tecrübe edinmiş kişiler tarafından ele alınmasının önemine işaret ediyor. Uslu ise göçmenlere has konuların tamamen duygusal bağlardan kopuk ve objektif bir açıdan aktarmanın zorluğundan bahsediyor: “Göç konusu kendi içerisinde zaten mobil bir karaktere sahip. Acılar ve fikirler de değişiyor. Bu sürekli değişimi görsel olarak yakalamak, yeni nesil göç kökenli film yapımcıları için zorlukları da beraberinde getiriyor.”
Göç kökenli yönetmen ve senaristler daima bir köprü işlevi görüyor. Nesiller, diller, kültürler ve ülkeler arasındaki hikâyeler arasında köprüler kuruyorlar. Bu, eline geçen her aracı biraz daha anlaşılmak ve kendini biraz daha iyi ifade edebilmek için kullanan fedakâr bir nesil. Aynı zamanda dedeleri, nineleri, anneleri ve babaları için konuşan bir nesil. Bu nesle kulak vermek, onları desteklemek ise bu hikâyenin paydaşlarına düşüyor.