“Ana Dilini Öğrenemeyen Çocuk, Yaşadığı Toplumun Dilini Öğrenemez”
Avrupa’da Türkçenin kullanımı ile ilgili çok sayıda araştırmaya sahip olan Münih Eğitim Ataşesi Prof. Dr. Mustafa Çakır ile Avrupa’da Türkçenin durumu ve geleceği hakkında konuştuk.
Mevcut durumda Türkçeyi nadiren kullanan bir Türk topluluğunun olduğu Avrupa’da, Türkçe Avrupa’da yaşayan Türkiye kökenli gençler için hâlâ “anadili” midir?
Bu soruya cevap vermeden önce, anadili kavramının içeriğinin doğru anlaşılması gerektiğini düşünüyorum. Anadili, toplumda çocuğun aile ve yakın çevresi ile etkileşim sürecinde edindiği ilk dil olarak görülüyor. Bilim dünyasında bu ifadenin Latince “lingua materna” ifadesinden kaynaklanmış olacağı öne sürülürken, anadili teriminin yerine son zamanlarda tercih edilen terimler “birinci dil”, “ikinci dil” şeklinde. Bu dil, aslında annenin veya ailenin konuştuğu dilden ziyade bireyin öğrendiği dil veya diller arasında kendini en rahat ifade edebildiği dil.
Avrupa ülkelerinde yaşayan çocuklar için geçmişten gelen ve geleceğe uzanan köken dili ve bu dilin kültürünü yansıtan bir yapı var. Bu yapı, onların anadili veya yeni ve daha doğru bir ifadeyle “köken” dilidir. Bu dil ile hayata tutunan çocuk veya gençler, vazodaki ihtişamlı görünümüne rağmen kısa bir sürede solup atılacak bir çiçek değil, kendi has bahçesinde filizlenen bir buğday gibi yeşerip başak bağlayacak ve nihayetinde insanlığın verim alacağı bir canlı organizmaya dönüşecektir. Anadili, yahut köken dili olan Türkçe bu nedenle önemlidir. Türkçeyi yok saydığınızda, vazodaki ihtişamlı çiçek gibi parlasanız da günün birinde solmaya ve işiniz bittikten sonra bir köşeye atılmaya mecbur olursunuz.
Avrupa’da yaşayan Türkiye kökenli çocuklar için iki tane “anadili” olabilir mi?
Türkiye’de yaşayan ve kendi çevresinde Türkçeden başka dil konuşmayan çocuk, genç veya yetişkinlere tek dilli (monolingual) diyoruz. Buna karşılık Avrupa ülkelerinde yaşayan Türkiye kökenli çocuklar için belli şartların sağlanması hâlinde iki anadillilikten değil; çift dilli (bilingual) veya çok dilli (multilingual) olma hâlinden söz ediyoruz. Burada Türkiye kökenli ifadesi yanlış anlaşılmasın. Türkiye kökenli Alman, Avusturya, Hollanda gibi ülkelerin vatandaşlarının kendilerini Avrupalı Türk olarak adlandırmasında da bir sakınca yok. İnsanlar iki ayrı dili aynı anda öğrenebileceği gibi arka arkaya da öğrenebilir. Bu görüşten yola çıkan araştırmacılar çocuğun aynı anda iki ayrı dili birden edinmesinin mümkün olduğunu savunurken, kimi araştırmacılar da birinci dilin edinimi sürecinin tamamlanması gerektiğini öne sürmektedirler. Ben ilk görüşe katılıyorum. Bu süreçte bazı çocuklarda dil gelişimi ve dolayısı ile iletişim becerileri, başlarda tek dilli çocuklara göre daha yavaş seyretse de kritik aşama geçildikten sonra iki dilli çocukların tek dilli çocuklara göre daha avantajlı duruma geçtikleri görülüyor. Çocuğun iki dilli yetiştirilmesine karar verildiğinde, sürecin iyi takip edilmesi ve konuşma ile anlama becerilerinin farklı geliştiğinin bilincinde olarak hareket edilmesi gerek. Anlama pasif bir beceri olduğu için üretim gerektiren konuşmaya göre daha ilerdedir ve aralarında altı aylık kritik bir süreç vardır. Çocuğun dil ediniminde ilk üç yıl kritik süreçtir. Bu süreçten sonra çocuk iki dile de aynı düzeyde hâkim olabilir ve bu çocuklar iki dilli olarak adlandırılır.
Avrupa’da yaşayan Türkiye kökenli çocukların Türkçe öğrenme süreçleri nasıl gerçekleşiyor?
Avrupa ülkelerinde yaşayan Türkiye kökenli çocuklar, daha çok aile ortamında ve sosyal çevrelerde Türkçe konuşuluyorsa Türkçe öğrenmektedir. Öğrenilen bu dil, ağırlıklı olarak ailenin Türkiye’de yaşadığı bölgedeki yerel ağız ya da şiveyi yansıtmaktadır. Son dönemde sınır ötesine uzanan Türk medyasının uydu yayınları ile de ölçünlü dili edinme veya öğrenme imkânlarının geliştiği görülüyor. Çocuklar evde Türkçe, okulda da akranları ve öğretmenleri ile Almanca iletişim kurabiliyorlar. Bu durum kesintisiz devam ederse ve çocuk okulda verilen Almanca eğitiminin yanı sıra Türkçe ve Türk Kültürü derslerine de devam ederek Türkçe okur-yazar olursa, her iki dili de aksansız konuşma ve yazma becerisine sahip olur.
Çocuğun zamanının önemli bir kısmı okulda, akranları ve öğretmenleri ile geçmektedir ve Türkçe konuşulmazsa çocuğun birinci iletişim dili Almanca olacaktır. Aile, çocuğunun Almanca konuşmasından memnuniyet duyabilir; ancak bu durum iki veya daha çok dilin konuşulduğu, çok dilli ve çokkültürlü toplumlarda çocuğun lehine değil, aleyhine bir senaryonun ortaya çıkmasına neden olacaktır. Dil ve kültür bağını kaybeden çocuk, Almancaya yeterince hâkim olamayan aile bireyleri ve onların sosyal çevresinden iletişim güçlüğü nedeniyle uzaklaşacak ve bir dizi duygusal sorunla mücadele etmek zorunda kalacaktır.
Benim önerim, her anne ve baba, çocuğunu Türkçe ve Türk Kültürü dersini almak için teşvik etmeli; seçmeli, isteğe bağlı olan bu derse devam konusunu çocuğun tercihine bırakmamalıdır.
Sizce çocukların Türkçe öğrenme sürecinde karşılaştıkları engeller neler?
Çok dilli olmayan ailelerde yetişen çocukların iki dili aynı anda edinmesi mümkün olmadığından, birinci dilden sonra ikinci dil olan Almancayı edinebilmesi için üç yaşından sonra aşamalı olarak uygun ortamlara girmesinde yarar vardır. Bunun için okul öncesi eğitim kurumlarında Türkçenin yanı sıra Almancanın doğal ortamlarda kullanıldığı alanların oluşturulması faydalı olabilir. Bu ortamlara katılmayan 3-7 yaş arası çocukların okul çağında bilmediği, anlamadığı yeni bir dil ile karşılaşması, onun akademik başarısını da olumsuz yönde etkileyecek, okul hayatı arzu edilmeyen bir başarı veya başarısızlık öyküsüne dönüşecektir. Çünkü içinde yaşadığı toplumda çok dillilikten söz edilse bile devlet, kendi dil politikası çerçevesinde, belirlediği dilin kamusal alanda kullanılmasını tercih edebilir. Görünüşte çok dilli ve çokkültürlü olan toplumlarda bile özellikle göçmen dili olarak adlandırılan Türkçe, Arapça gibi dillerin kamusal alanda konuşulması çok da desteklenmiyor. Böyle bir durumda egemen dil anlayışı ortaya çıkıyor.
Çocukların Türkçe öğrenme süreçlerindeki engellerden biri, okullarda verilen Türkçe derslerine katılımı konusundaki kararın çocuğun tercihine bırakılmasıdır. Almanya genelinde verilen Türkçe ve Türk kültürü dersleri farklı yapılarda sunulmaktadır. İsteğe bağlı derslere devam konusu, sınıf öğretmenleriyle veliler arasındaki ilişkinin arzu edilen düzeyin gerisinde kalması, Türkçe derslerine devam edilmemesinin ve dolayısı ile yeteri kadar Türkçe öğrenilememesinin nedenleridir.
Bazı okullarda veliler kurdukları sivil toplum kuruluşları veya bir araya gelerek oluşturdukları birlikler vasıtası ile Türkçe derslerinin açılmasını talep edebilirler. Açılan derslerin verimliliğiyle ilgili olarak da öğretmen, okul, veli üçgeninin oluşması için sıkı iş birliği yapılmalıdır. Bu arada Türkiye’den gönderilen öğretmenlerin veliler ve okul yönetimleri ile eşgüdüm içinde çalışabilmeleri için de konsolosluklar veya yerel yönetimler ile iş birliğinden kaçınılmamalıdır. Yazılı iletişimde işlevsel olmayan dil, giderek “günlük yaşamda kullanılan geleneksel dil” hâline gelir ve işlevselliği ile toplumsal bağ özelliğini yitirir.
Bir diğer husus da isteğe bağlı Türkçe ve Türk Kültürü derslerine devam etmek isteyen, bulundukları ülkenin vatandaşı olup, vatandaşlığın gerektirdiği yükümlülükleri yerine getiren insanların çocukları olan öğrencilerin köken dillerini öğrenme haklarının engellenmesi konusudur. Bu hak çeşitli gerekçeler ile engellenmemelidir. Dersliklerden ücret istemek çağdaş eğitim anlayışı ile bağdaşmadığı gibi, bu sorunun okul yönetimleri, öğretmen ve veli iş birliği ile çözülebileceği unutulmamalıdır.
Daha önceki bir röportajınızda göçmen kökenli çocukların köken dillerini öğrenmelerinin, çocukların bulundukları ülkenin dilini öğrenmelerini kolaylaştırdığını dile getirmiştiniz. Sizce köken dili eğitimini tamamlamayan çocukları gelecekte ne gibi sorunlar bekliyor?
Köken dilini tam olarak öğrenemeyen çocuklar, yaşadıkları toplumun dilini de tam olarak öğrenemeyecektir. İki dilli bir sistem içinde öğrenim gören bir çocuğun iki dilliliği okulda kabul görmez ve desteklenmezse bu durum çocuğun toplumda egemen olan ve okulda geçerli olan ikinci dili öğrenmesinde de ciddi aksamalar meydana gelir. Bunun nedeni, erken ikinci dil ediniminde önemli görülen bilişsel transfer stratejidir. Çocuğun ikinci dil edinimi, birinci dil ediniminden beslenebildiği oranda gelişir ve başarılı olur. İkinci dilin edinimindeki başarıya bağlı olarak çocuğun sosyalleşmesi, soyut düşünme becerisinin gelişmesi, zihinsel esneklik ve hoşgörü becerisi, öğrenme ve problem çözme gibi kritik nitelikteki yetkinlikleri de gelişir. Bunlar da birinci dilin yeterli öğrenilmesi ile mümkün olabilir. Birinci dil öğrenilmediğinde iletişim sorunlarına bağlı olarak aile içi sorunlar, toplumsal ve sosyal olaylar kartopu gibi büyüyebilir. İkinci dili tam olarak konuşamayanlar da aynı şekilde yaşadığı toplumun bireyleri tarafından kabul görmezler. Akademik başarıları istenilen düzeyde gelişmez.
Sizce “Türkmanca” denilen, Türkçe ile Almancanın karıştırıldığı konuşma şeklinin uzun vadede ne gibi olumsuz etkileri olur?
İki dilli çocukların dil gelişimi sürecinde, özellikle geçiş döneminde konuşurken, sözlü iletişim ortamlarında Türkçe ve Almancayı karışık kullanması yadırganmamalı, doğal görülmelidir. Ancak, çocuğun iletişim kurabilmek için Türkçe veya Almanca bir kelimenin karşılığını bulamadığında yerine öteki dilden bir kelime kullanması hâlinde, çocuğun bulamadığı kelimenin karşılığı kullanılarak, sadece bir dilde mesaj yeniden düzenlenmelidir. “Babam bana fahrrad aldı” şeklindeki karışık cümleye, olumsuz tepki verilmeden “Baban sana bisiklet mi aldı?” şeklinde bir soru ile karşılık verilmeli ve çocuğun anlaşıldığı kendisine hissettirmelidir. Bu yolla çocuğun Türkçe karşılığını bulamadığı kavramı öğrenmesi sağlanmalı ve daha da önemlisi çocuğun bu türden karışık, düzenek değiştirilmiş bir cümleyi kurarken duyduğu “dil kullanma gereksinimi” göz ardı edilmeden, iletişim kanalları açık tutulmalı, kendisine yardımcı olunmalıdır. Dilin kullanıldıkça geliştiği unutulmamalı ve çocuğun ileri yaşlarda her iki dili de düzenek değiştirmeden kullanması teşvik edilmelidir. “Türkmanca” olarak adlandırılan bu karışık dil aslında bir ara dil formudur ve zaman içinde dil bilincinin gelişmesi ile birlikte yerini tek dilli cümlelerden oluşan iletişim dizgelerine bırakacaktır.
Almanya’da Türkiye’den gönderilen öğretmenler tarafından verilen Türkçe dersleri son dönemlerde önemli bir tartışma konusu. Almanya, Türkiye’den gelen öğretmenlere ve Türkiye’nin belirlediği ders müfredatına sorunlu yaklaşıyor ve uzun vadede bu dersleri kaldırma temayülünde. Sizce bu derslerin kaldırılması Almanya’da Türkçenin geleceğini nasıl etkiler?
Türkiye’den gönderilen öğretmenler tarafından verilen Türkçe dersleri ile ilgili tartışmaların boyutu ve içeriği eyaletlere göre farklılık gösteriyor. Bu tartışmaları tek bir potada eriterek sıradanlaştırmanın, sorunları genellemenin doğru ve gerçekçi bir yaklaşım olmayacağını, bu yaklaşımın mevcut sorunların çözümüne bir katkı sağlamayacağını söylemek isterim. Kimi tartışmaların ardında siyasal bakış farklılığı ve buna bağlı kaygılar yatarken, kimi tartışmaların ardında da küçük yerel çıkar gruplarının ekonomik kaygıları olabiliyor. Bunu söylerken söz konusu müfredatın mükemmel olduğunu söylemiyorum. Ama çok yakın bir tarihe kadar böyle bir müfredatın varlığının farkında olmayan kimi çevreler, bugün eğitim programcısı edası ile müfredatı eleştiriyor. Bu müfredat yıllar önce eğitim ataşeliklerinin internet sayfalarında yer alıyordu. Eğitim Müşavirliği tarafından yapılan çalışmalarda bu müfredatın içeriği paydaşlara bir kere daha iletildi. Gelişmeye açık konuların ortak bir komisyonca gözden geçirilebileceği bildirildi. Hâlen yeni bir müfredat ve buna bağlı olarak da Avrupa ülkelerinde yaşayan öğrencilerin gereksinimlerini karşılayacak, çağdaş yenilikleri ve Avrupalı Türklerin yaşam biçimini, kültürlerini yansıtan yeni öğretim materyallerinin hazırlığı yapılıyor. Dolayısıyla, müfredat ve öğretim materyallerine ilişkin eleştirileri, konuyla ilgili güncel gelişmelerin kamuoyu ile yeterince paylaşılamamış olmasından kaynaklanan bilgi eksikliğine bağlıyorum.
Türkçe ve Türk Kültürü dersinin kaldırılması konusuna gelince, Almanya ortak Avrupa değerlerine, yurttaş haklarına son derece önem veren ve bu değerler manzumesini örnek kültür olarak sunan köklü bir geçmişe ve anlayışa sahiptir. Göç tarihine bakıldığında da işçi çocuklarının eğitim hakkından mahrum bırakılmaması, onlara köken dillerinin öğretilmesi gibi konularda da girişimlerde bulunmuş, uygulamada öncü rol oynamış önemli bir ülkedir. Gelinen noktada, göçmen kökenlilerin köken dillerini öğrenmeleri, uluslarüstü anlaşmalarla da isteğe bağlı olmaktan çıkarılmıştır.
Bu konuda özetle şunu belirteyim ki bu derslerin kaldırılması yerine, derslerin gerekliliğinin Türk velilere, Alman eğitim uzmanlarına, konuyla ilgili karar vericilere anlatılması ve derslerin sürdürülebilirliğinin sağlanması gerektiği kanaatindeyim.
Son dönemlerde yaşanan sosyal ve siyasi gelişmeleri önüne aldığımızda, Avrupa’da Türkçenin geleceği hususunda nasıl bir çerçeve çizersiniz?
Avrupa Türk toplumu yaşadığı ülkede yerel yasal sorumluluklarını yerine getirirken, haklarını da kullanmayı öğrenmeli. İki ülke arasında yaşanan siyasi tartışmaların ve gerilimlerin kontrol edilebilir düzeyde olduğunu ve sorunların yapıcı bir yaklaşımla uzlaştırıcı bir çözüme kavuşacağına olan inancını yitirmemelidir.
Bu düşünceden hareketle, Türkçenin geleceğine yönelik önerim, bu dersin okul öncesi eğitim kurumlarından başlayarak lise son sınıfa kadar nitelikli bir şekilde öğretilmesi için örgütlü çalışmaların ve taleplerin sürdürülmesi gerektiğidir. Mevcut uygulamaya göre, Türkçe dersi alan öğrencilerin oranı istenilen düzeyin oldukça gerisindedir. Bu durumun düzeltilebilmesi için dersin isteğe bağlı olmaktan çıkarılarak, sınıf geçmeye etkisi olan bir ders olarak tanımlanması ve ders planlarında yer alması gerekir. Bunun gerçekleşebilmesi için de sivil toplum kuruluşlarının yerel makamlarla iş birliği yapması, eğitime dönük projelerin artırılması, sürdürülebilir projelerin hayata geçirilmesi gerekir. Türkçeye olan ilginin artması ancak Avrupa Türk toplumunun nitelikli çalışması ve Türkçe dil bilincinin gelişmesi ile mümkün olabilir.
Avrupa ülkelerinde yaşayan Türkler kendi köken dillerine sahip çıkmaya devam ederlerse, Türkçenin geleceği de tehlikede olmaz.