'Dosya: "Göç ve Sinema"'

Sinemada Yeniden Üretilen “Müslüman” Algısı

Hollywood sinemasında “İslam” ve “Müslümanlara” dair algı, genelde olumsuz bir bağlama hapsolmuş durumda. Bu algının değişmesinin yolu, Müslümanların da sinema emekçileri olarak film endüstrisine girmelerinden geçiyor.

Görsel ve işitsel bir sanat dalı olan sinema, aynı zamanda bir kitle iletişim aracı olarak da işlev görmektedir. Bu yönüyle sinema, kitleleri etkileme, onları yönlendirme ve dönüştürme gibi amaçların yansıma alanı olurken; sanatsal bir faaliyet olması bakımından da bir bilinç durumunu aktarması ve onu yeniden üretmesi açısından ideolojik bir içeriğe ve arka plana her daim sahip olabilmektedir. Bu bağlamda sinema, iktidar ve muhalif ideolojiler açısından büyük öneme sahip bir araçtır. İlki iktidarın desteklenmesi ve sürdürülmesine katkı sağlarken; ikincisi her daim iktidarı sorgulamayı ve ön gördüğü toplumu ve yaşam tarzını dönüştürmeyi hedefler. 

Hollywood da bu bağlamda egemen ideolojinin yeniden üretimine katkı sağlamakta; edilgen, sorgulamayan, kendisine sunulanı olduğu gibi kabul eden birey ve toplumlar yaratma isteğinin tezahür alanı olmaktadır. Sinemada belirli bir fikri ve ideolojiyi en iyi biçimde sunmak amacıyla yararlanılan manipülasyon metotları aracılığıyla “öteki”, kendi gerçekliğinden koparılmakta, bunun yerine sinemayı üreten öznenin o “şey”e dair algısı ön plana çıkarılmaktadır. Bu bakımdan belirli gruplara, ırklara, etnisitelere ve dinlere dair aslında var olmayan bir gerçeklik üretilebilmekte ya da var olan gerçeklik algısı zarara uğratılabilmektedir.

“Hollywood Bir Milleti Nasıl Kötüler?”

Hollywood’da İslam’ın ve Müslümanların temsil biçimi de bu manipülatif, bütüncüllükten uzak, tek yanlı anlayıştan payını almıştır. Tarihsel süreç içerisinde İslam’a ve Müslümanlara yönelik üretilmiş olan “kültürel öteki” algısının sinemadaki yansıması ilk sinema filmlerinin ortaya çıkışıyla birlikte incelenebilir. Nitekim Profesör Jack Shaheen’in 1896 ve 2001 yılları arasında incelediği 900’ün üstünde film, Hollywood’daki Arap/Müslüman kimliğinin temsiline dair bizlere çok açık ipuçları vermektedir. Shaheen araştırmasında katalogladığı yaklaşık 900 Hollywood filmi arasında sadece 50 filmin tarafsız ve 12 filmin olumlu, yani incelenen tüm filmlerin sadece yüzde 5’inin Araplara karşı nötr ya da olumlu bir imaj çizdiğini ortaya koyuyor. Geriye kalan tüm filmlerde Araplar ve/veya Müslümanlar aşağılanıyor, insandışılaştırılıyor, şiddet/terör yanlısı ve kadın düşmanı olarak gösteriliyor. 

Bu çalışmada incelenen her ne kadar bir halk olarak Araplar olsa da, tüm Arapların bu filmlerde Müslüman olarak temsil edilmesi, aynı çıkarımların bu dine mensup kişilere de atfedildiği anlamına geliyor. Bir ırka veya bir dine mensup kişilere yönelik yapılan bu cesur varsayımlar yinelendikçe belirli stereotipsel imgelerin yerleşmesine olanak sağlanıyor. Müslüman kadınlar sinemada harem üyesi yahut baskılanmış, örtülü bir kadın olarak; erkekler ise, zengin şeyhler yahut terörist/terör yanlısı kişiler olarak tasvir ediliyor. “Petrol zengini, şişman, şehvet düşkünü” deyince aklımıza bir Arap şeyhi mi gelir, yoksa Batılı bir iş adamı mı? Yahut “terörist” dendiğinde aklımıza aşırılıkçı bir Müslümandan başka biri gelir mi?

Sinemada stereotipler, izleyicilerin izlediğine hızlı ve kolay anlam verebilmesine olanak sağlar. Bu nedenle anlamı aktarmada ve algılamada kolaylık sağlayan stereotiplerden vazgeçmek pek de mümkün görünmemektedir. Diğer yandan çeşitli gruplara bazı değerlerin atfedilmesiyle üretilegelen stereotipler, bu gruplara karşı olumsuz yaklaşımları, düşmancıl tutumları, hatta ayrımcı davranışları/nefret suçlarını pekiştirmektedir. Bugün bu tarz ırkçı ve dışlayıcı gösterimler eleştiri oklarından kaçamamaktadır.

Sürekli Tekrar Eden Sorunlu Temsillere Bir Örnek

“Rules of Engagement” (2000) filmi, ABD askerlerinin Yemen’de sivillere yönelik düzenlediği katliam sebebiyle açılan bir soruşturmanın etrafında ilerler. Bu filmde “Amerikalı öldürmek”, İslam’ın bir emri olarak gösterilir; aynı şekilde farklı dine mensup kişilerin bu dinî anlayışa göre yok edilmesi gerektiğine vurgu yapılır. Müslümanlar “cahil” ve propagandaya açıktır. Aynı zamanda tüm halkın “ABD düşmanı ve şiddet yanlısı” olduğu ima edilir. Filmin başında masum olarak gösterilen sivil halkın, filmin sonunda gerçeklerin açığa çıkmasıyla kadını ve çocuğuyla katledilmiş hiçbir ferdinin masum olmadığı bize söylenir. Böylelikle katliamın meşru olduğu mesajı ortaya çıkar. 

Müslümanların sorunlu temsilini tekrarlayan filmlere örnek olarak “The Delta Force” (1986), “Body of Lies” (2008) ve “American Sniper” (2014) gibi filmleri gösterebiliriz.

Sinemada Müslüman Kadının Temsili

Sinemada Müslüman / Arap kadının temsili, istisnalar olsa da temelde iki ana şablon üzerinden yürütülüyor. Kadınlar önceleri erotize edilirken, bugün onlar da Müslüman erkekler gibi terörist yahut şiddet yanlısı olarak gösteriliyor. Önceki baştan çıkarıcı karakterlerin yerini, bugün köleleştirilmiş ve siyahlara bürünmüş karakterler aldı. Çizilen bu portrenin bugünün gerçekliğinden uzaklığını göz önünde bulundurursak, kadınlar hakkında oluşturulmuş belirli stereotiplerin takip edildiği ya da aynı bağlamda yeni stereotiplerin üretildiği göze çarpıyor. “Black Sunday” (1977), “Death Before Dishonor” (1987) gibi filmlerle bu tarz temsiller gözler önüne serilmektedir.

İslam’a ve Müslümanlara yönelik haksız temsillerin sürdürüldüğü bu gibi filmlerin yanı sıra, onları tarafsız, hatta olumlu bir biçimde yansıtan filmler de –sayıca az olmakla birlikte- bulunmaktadır. Bu filmlere örnek olarak, “The 13th Warrior” (1999), “Robin Hood: Prince of Thieves” (1991) ya da “Kingdom of Heaven” (2005) filmlerini gösterebiliriz.

11 Eylül Sonrası Oluşturulan Sorunlu Pozitif Temsiller

Müslümanların medyada ve sinemadaki temsillerine yönelik araştırmalar arttıkça ve mezkur gruba yönelik sinemadaki tek taraflı bakışın baskın olduğu ortaya çıktıkça, farkındalık artmış ve Müslümanlar daha farklı değerlendirilmeye başlanmıştır. Lakin yeni prodüksiyonlarda üretilen tasvirlere yönelik eleştiriler de sürmektedir. Özellikle 11 Eylül sonrası üretilen pozitif yahut nötr olarak nitelendirebileceğimiz filmlerde, Müslümanlar artık terörist olarak temsil edilmese de, teröre karşı savaşan, bunu da makul ve sadık bir Amerika vatandaşı olduğu için yapan kişiler olarak tasvir edilmektedirler. Buradan yola çıkarak, Müslümanların yine terör bağlamı içerisinde değerlendirildiği, böylelikle aynı döngünün içerisinde sıkışıp kaldığı görülmektedir. Burada geçmişteki olumsuz temsiller olumlu olan ile dengelense de, yine de adil ve normal bir temsilden söz edilememektedir. Bu tarz filmler, yapımcılarına ve yazarlarına belirli bir dinî ve etnik azınlığın sinemada haksızlığa uğratıldığı suçlaması karşısında kendilerini temize çıkarma imkânı tanımaktadır.

Riz Testi: İzlediğim Film/Dizi Müslümanların Sorunlu Tanıtımına Katkı Mı Sağlıyor?

Müslümanların film ve dizilerdeki çarpık temsillerinin izleyiciler tarafından doğrudan ve hızlı bir biçimde algılanmasını sağlamak amacıyla Sadia Habib ve Shaf Choudry bir proje başlattı ve bu proje kapsamında 5 soruluk kısa bir test geliştirildi. İzlediğiniz filmde Müslüman olarak tanımlayabileceğiniz bir karakterle karşılaştığınızda bu soruları o karakter üzerinde test edebiliyorsunuz. Test şu 5 soruyu içeriyor:

  • Karakter terör kurbanı ya da terörün faili mi? 
  • Karakter açıklanamayacak bir biçimde öfkeli mi? 
  • Karakter batıl inançlı, kültürel olarak geri kalmış ya da modernlik karşıtı biri olarak mı gösteriliyor? 
  • Karakter Batı’nın yaşam biçimine tehdit olarak mı tasvir ediliyor? 
  • Karakter erkekse kadın düşmanı mı? Kadınsa erkekler tarafından baskılanan biri olarak mı tasvir ediliyor?

Sorulardan herhangi birine verilen olumlu cevap, filmin sınıfta kaldığını, Müslümanların sorunlu tanıtımına ve stereotipleştirilmesine katkı sağladığını gösteriyor. Bu tarz kısa testler, özellikle ortalama bir izleyici için izlediği filme ve aktarılmak istenen anlama yönelik bir farkındalık oluşturabilir.

Müslümanlar Üretilmiş Olumsuz Tasvirlerle Nasıl Mücadele Etmeli?

Sinemada var olan bu tip gerçeklikten uzak, klişelerle dolu olumsuz anlatıları değiştirmenin ise imkânsız olmadığını söyleyebiliriz. Daha öncesinde Afrikalı-Amerikalılar, Asyalı-Amerikalılar ve Yahudi-Amerikalılar, sinemada üretilen Afrikalılara, Asyalılara ve Yahudilere yönelik ayrımcı stereotiplere karşı güçlü ve etkili bir biçimde mücadele ettiler. Bugün aynı karşı çıkışı gerçekleştirmesi gereken grup Müslümanlardır. Film endüstrisinde Müslümanların eksik mevcudiyeti olumlu portrelerin eksikliğinin bir başka nedenini oluşturuyor denilebilir. Bu bağlamda film sektörüne Müslümanların aktif katılımı, bu sahada yapılacak sistematik çalışmalar, medya üreticilerine yönelik itiraz ve öneriler, bu haksız temsiller hakkında farkındalık yaratmakla kalmayıp değişimin de yolunu açacaktır. Bunun dışında özgün alternatif anlatılar üretilerek, var olan, alışılagelmiş, zihinlere yerleşmiş hâkim negatif portrelerin silinmesi mümkündür.

Avrupa Sineması ve Müslümanlar

Hollywood’daki duruma karşılık Avrupa sinemasının Müslümanlara yahut kültürel olarak “öteki”ne dair çizdiği portre bir nebze daha olumlu, bu meyanda biraz daha farklıdır. Özellikle Müslümanları sıradan, günlük yaşamın bir parçası olarak, onları her daim belirli olumsuz bağlamlar içerisine sıkıştırmayan yapımları Avrupa’da görebildiğimizi söyleyebiliriz. Yine de Avrupa sinemasında Müslümanlar, göç, kültürel meseleler, kültürel çeşitlilik, geleneksel-modern yaşam tarzı gibi bağlamlar içerisinde ağırlıklı olarak işlenebilmekte. İşlenen konuların toplumsal bağlamda da sıkça tartışılan konular olması sebebiyle, Müslümanların gerçeklikten uzak, çoğunlukla suni bir bağlamın içerisine sıkıştırılmadıklarını söyleyebiliriz. Bu bağlamda “Monsieur Ibrahim et les fleurs du Coran” (2003) ve  “Der Hodscha und die Piepenkötter” (2016) gibi filmlere göz atılabilir.

Genel olarak Avrupa sinemasının Hollywood’a kıyasla daha iyi bir manzara çizdiğini söylemek mümkün. Bunda Avrupa’da yaşayan Müslüman kökenli yönetmenlerin, yapımcıların, oyuncuların, senaristlerin var olmasının büyük payı var.

Kaynakça

Shaheen, J. G. (2003). Reel bad Arabs: How Hollywood vilifies a people. The Annals of the American Academy of Political and Social Science588(1), 171-193.

Küçükerdoğan, E., & Ertürk, E. (2014). İdeoloji Hiçbir Zaman “Ben İdeolojiyim” Demez! – İFSAK.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler