'Dosya: "Paralel Toplum"'

Çokkültürlü Toplum Hayal Mi?

Çok kültürlü toplum, paralel toplum, çoğunluk toplumu ya da azınlık toplumu... Sınıflandırma ne şekilde olursa olsun genel tartışma göçle sosyal dokusu değişen toplumların, farklılıklarla bir arada yaşama becerisinde düğümleniyor.

Danimarka, Fransa, Belçika, Hollanda, fakat en çok da Almanya… Bu ülkeleri uzun süre birbirine bağlayan bir tartışma, izlerini hâlâ gösteriyor: Paralel toplum. Tartışmanın taraflarına göre Avrupa ülkelerine sonradan gelen ve farklı değer yargılarına ve yaşam biçimlerine sahip olan, hatta birçok tartışmada farklı hukuk ve yargılama mekanizmaları kullandığı belirtilen paralel toplumların, genelde Müslüman, çoğunlukla Türkiye’den gelen göçmenlerden oluştuğu iddia ediliyor. Herkesin sıkça bildiği ve tekrar ettiği üzere bu tartışmaların en moda nesnesi “uyum konusunda başarısız”, “kendisini sadece Türkiye ile özdeşleştiren”, “şehrin belli bir kısmında yaşayıp diğerleriyle çok az irtibata geçen” insanlar.

Peki bir grup, ne zaman paralel toplum olarak isimlendirilir? Bu soruya ilk cevap, paralel toplum olarak isimlendirilen gruplar açısından; ikinci cevap ise, bu isimlendirmeyi yapan kişiler açısından ele alınmalı: Paralel toplum olarak nitelendirilen insanların en büyük ortak noktası -çok açık ve genelleyici bir bakışla yaklaşacak olursak- ekonomik olarak toplumun alt kesiminde bulunmalarıdır. Bu tabiri, belli kimseleri damgalamak adına kullananların en büyük ortak noktası ise, çok kültürlü bir toplum tasavvurunu kabul etme konusunda zorluk çekmeleridir. Düsseldorf’taki Japonların paralel toplum olarak nitelendirilmemeleri ve İngiltere’deki Pakistanlıların, çok kültürlülüğü uygulama konusunda kısmen başarılı olmuş İngiliz toplumu tarafından paralel toplum olarak algılanmamaları bu iki tezi desteklemektir. Bu durumda özellikle çok kültürlü toplum tartışmalarında hâlâ popülist argümanların kullanılabildiği ülkelerde “paralel toplum” tabirinin bir problem kurgusu olduğu ve bu tartışmaların, toplumdaki egemenlerin azınlıkları sindirmesi amacıyla yürütüldüğü ortadadır. Zira şehrin lüks villalarının bulunduğu kısımlarda yaşayıp evliliklerini bile aynı sınıf içerisinde gerçekleştiren elitler paralel toplum olarak nitelendirilmezken; kendisini o şekilde rahat hissettiği için Türklerin yoğunlukta olduğu ilçede yaşayan Ahmet amca, paralel toplumun bir üyesi olarak adlandırılabilmektedir.

Çoğunluğunu Türkiye kökenlilerin oluşturduğu Müslümanların, kendilerini yaşadıkları yer ile sosyal ve kültürel açıdan çoğunluk toplumundan soyutladıklarının belirtildiği bu tartışmada “kurgusallık” ön plandadır. Zira öncelikle bir “çoğunluk toplumu” kurgulanmakta; bu toplum “iyi”, “güzel”, “makbul” gibi bütün olumlu değerlerle sıfatlandırılmakta; buna karşın “paralel toplum”, çoğunluk toplumunun antitezi olarak kurgulanmaktadır. Bu kurguda güvenlik eksenli argümanlar ön plandadır; zira paralel toplumlar çoğunluk toplumunun korkuları üzerinden tanımlanır.

Peki biz Müslümanlar, paralel toplum tartışmalarının kurgusallığından bahsederken, nasıl bir toplum tasavvuruna sahibiz? İçinde bulunduğumuz toplumdaki dinî, etnik, siyasi ya da ekonomik farklılıklara sahip insanların barış içerisinde yaşaması için nasıl bir toplumun hayalini kuruyoruz?

Bu sorunun cevabında Avrupa’daki ülkelerde yaşayan Müslümanlar olarak azınlık durumunun öğrettiği yeni tecrübeler de etkili olmuştur. Örneğin Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerde yaşayan Müslümanların gündeminde “çok kültürlülük” gibi bir madde bulunmazken, biz Avrupalı Müslümanlar pragmatist bir bakış açısına düşmeden toplumdaki farklılıkların oldukları gibi kabul edilmeleri ve dönüştürme programlarına maruz kalmadan varlıklarını idame ettirebilmeleri konusunda çözüm önerileri üretmek zorundayız. Bizim, azınlıklar olarak sorunsallaştırılmamız neticesinde edindiğimiz acı tecrübe, toplumsal barış noktasında bütün farklılıkların kendisine yaşam alanı bulabileceği bir toplum tasavvurunu zorunlu kılıyor. Bu toplum tasavvuru, dindarlığın sorun hâline getirilmesine karşı çıkarken, kimsenin kendi hakikat iddiasından vazgeçmeyerek bir arada yaşamasını da öngörüyor. Fakat öte yandan bu öngörü, her grubun kendi köşesine çekilip kendisini soyutlayacağı bir yapı değil; bilakis herkesin ortak değerler üzerinde asgari uzlaşıyı sağlayıp, kendisini tanımladığı şekilde kabul gördüğü, diğerleri için sorumluluk hissedip toplumun ferahı adına katkı ürettiği bir yapıyı önceliyor.

Herkesin kendisini olduğu şekilde rahat ve kabullenilmiş hissedeceği bu tarz bir toplum, ülkede azınlıkta olan farklılıkları “paralel” tabiriyle ötelemeyecektir. Paralel toplum tartışmalarının yaygın olduğu ülkelerde üzücü olan, tartışmada kullanılan argümanların zayıflığı ve yaralayıcı ithamlardan da öte, bu tartışmaların aslında çok kültürlü toplum modelinin içselleştirilmesi yolunda kat edilmesi gereken uzun mesafeyi göstermesidir.

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Diğer Gündem Yazıları

Son Yüklenenler