'Dosya: Göçün 60. Yılı'

Göç Sorun Değil, Güçtür

Göçmenleri, maruz bırakıldıkları problemlerden ötürü ne sadece “mağdur” ne de giderek artan göçmen karşıtlığının söylediği gibi “tehdit” olarak görmek gerekiyor. Göçün kendisi yansıtıldığı gibi bir problem değil; sosyal, kültürel ve ekonomik bir güç ve baskılara karşı bir toplumsal hareket biçimidir.

Görsel: Shutterstock.com

Mekânsal nüfus hareketliliği tarih boyunca farklı formlara ve nedenlere sahipti. Modernite öncesinde olağan bir fenomenken, modern toplumda bu durum müphem bir mesele hâline dönüştü. Nüfusun/emeğin dolaşımı modern toplumun yapısal karakteristik bir özelliğini teşkil etse de hareketlilik âdeta bir “doğal felaket” tehdidi olarak algılanmaktadır. Emek akışı, sermaye, metalar ve hizmetlerin dolaşımda olduğu modern kapitalist sistemde; sermaye ve metalar engelle karşılaşmadan hareket ederken, emeğin dolaşımı sıra dışı bir sorun, bir skandal muamelesi görür.

Göçü farklı ölçeklerde açıklayan sosyolojik yaklaşımlar mevcuttur. Bunlardan biri, itme-çekme faktörlerini (İng. “push and pull”) inceler. Buna göre göç veren ülkenin kötü ekonomik ve politik koşullarını itici-harekete geçirici faktörler olarak, göç alan ülkenin cazip imkânlarını da hareketin istikametini belirleyen çekici faktörler olarak betimler. Diğer bir tanesi “Dünya Sistemi Teorisi”dir. Teoriye göre; nüfus, kapitalist pazarın periferilere girmesinin doğal sonucu olarak gelişmiş ülkelerdeki ucuz iş gücüne yönelik kapitalist piyasa talebi nedeniyle hareketlenir. Piyasa ekonomisinin bu talebi ise devletler tarafından karşılanarak, ikili anlaşmalar yolu ile, yoksul çevre ülkelerden işçiler merkez ülkelere getirilir. Bunun tipik bir örneği 1940’larda Meksikalı emekçilerin mevsimlik tarım işçileri olarak ABD’deki çalışmasını düzenleyen Bracero Programı’dır. Bir diğer bilinen örnek Avrupa’dandır: sanayide çalışmak şartıyla 1960’larda İtalya, İspanya, Yunanistan ve Türkiye gibi çeşitli periferi ülkelerinden Batı Avrupa’ya göçü düzenleyen Misafir İşçi Programı. (Alm. “Gastarbeiter-Programm”) Güncel bir formu ise AB ile Türkiye arasında Suriyeli göçmenlerin belirli bir ekonomik yardım karşılığında Türkiye sınırları içinde tutulmasına ilişkin yapılan “göç mutabakatı”dır.

Çevreden Merkeze Hareketlilik

Uluslararası göçü tetikleyen belli bazı sebepler vardır. Bunların arasında özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında piyasa ekonomisinin insanları çevre coğrafyalardan koparması ve yerinden etmesi gelmektedir. Çevre ülkelerden ücreti ve statüsü düşük işçileri kalkınmış ülkelerdeki kentlere getiren, bu küresel ekonomidir. Kentlerde sanayi çağında fabrika işçilerine ve günümüz dijital bilgi çağında ise kültürel sermayeyi bedeninde cisimleştirmiş vasıflı emeğe talep artmaktadır. Sanayinin veya tarımın ihtiyaç duyduğu iş gücünden farklı olarak, eğitime dayalı yetişmiş insan sermayesi bugünden yarına ortaya çıkan bir emek formu değil, aksine -çocukluktan üniversiteye veya mesleki eğitime kadar- ciddi yatırımın sonucudur. Türkiye, Hindistan vb. ülkelerden hâlihazırda yetişmiş insan sermayesini merkez ülkeler -hiçbir yatırım yapmadan- “transfer” edebilmektedirler.

Emeğin ve ekonomik sermayenin, formları zamanla değişse de işlevleri ve akış yönleri bakımından değişmeyen yapısal bir durum göze çarpıyor: Kalkınmış merkez ülkelerden emeğin ucuz olduğu çevre ülkelere doğru ekonomik sermaye yatırım olarak gelirken, kültürel sermaye olarak vasıflı emek ise tam zıt yönde, çevre ülkelerden zengin merkezlere akıyor. Bir yandan -yerli emeği cezbetmeyen- temizlik ve bakım emeğine merkez ülkelerde gittikçe artan bir talep söz konusudur. Öte yandan plazalarda çalışacak vasıflı insan emeği, gittikçe artan bir şekilde çevreden zengin ülkelere kaymaktadır.

Tercih Olarak Göç

Bu sistemsel açıklamaya zıt görüşler öneren bir sosyolojik kuram ise mikro düzeyde bireysel kararlara odaklanan Rasyonel Seçim Kuramı’dır. Buna göre akılcı davranan özneler olarak bireyler veya aileler gelirlerini maksimize etmek için yoksul bölgelerden zengin bölgelere göç ederler. Bireyler, kişisel becerilerini ve emeklerini sermayelerine dönüştürerek geleceklerine yatırım yapan girişimci vatandaş-özne olarak tanımlanırlar. Yani, maliyet ve fayda analizine dayanarak bireyler başka ülkelere taşınmanın ve çalışmanın mantıklı olup olmadığına karar verirler, eğer beklenen göç maliyeti beklenen gelirden düşükse göç etme eğiliminde olurlar.

Göç, gelirin maksimizasyonu ve kalkınma için bir temel fırsat olarak görülür. Bu sebeple hareketlilik düşük ücretli veya iş gücü fazlası olan ülkeden yüksek ücretli veya iş gücü kıtlığı olan ülkeye doğru gerçekleşir. Uzun vadede ise göç süreci, göçmenlerin kendi ülkelerine yolladıkları havalelerle (İng. “remittances”) ülkeler arasındaki ücret farkını azaltacaktır. İnsanların ücret farklılıklarından dolayı göç ettikleri varsayıldığından, bu farklılıklar giderilirse hareketlilik de sönümlenir denmektedir. Bu yoruma göre, küresel pazarın talebi veya kısıtlamaları değil, maliyet-fayda hesabı yapan bireylerin “özgür” seçimleri göçü tetikler.

Toplumsal Öznellik

İlk bahsedilen yapısalcı çözümleme, göçmenlerin toplumsal öznelliğini yok sayar: Göç dinamiğini devletler arasındaki ikili anlaşmalara indirger. Piyasayı aktif bir fail olarak görürken emeği edilgen bir konuma iter: İktidar yapılarını, insanların hareketini gözetim ve kontrol teknolojileri aracılığıyla kontrol eden küresel kapitalist ve politik seçkinler tarafından şekillendirilen bir mesele olarak okur.

İkinci olarak bahsedilen faydacı mikro kuram ise insanları edilgen nesneler olarak değil, emeği bedeninde cisimleşmiş bir kültürel sermaye olarak niteler. Göçmen bireyleri aktif girişimciler olarak görüp motivasyonlarına ve gelecek beklentilerine öncelik verir. Fakat, insanın daha iyi bir yaşam beklentisini sadece ekonomik faktörler (piyasaların emek talebi veya kişilerin gelir artırımı) üzerinden açıklanması sorunlu bir yaklaşımdır. Günümüz beyaz yakalılarının “iyi” bir yaşamdan beklentisi sadece daha fazla gelir olmayabiliyor. Ayrıca, gelişmiş ülkelerdeki piyasa onların emeğini talep etmediği durumlarda bile, geliri ve itibarı daha düşük bir işi göze alarak, daha rahat ve özgür olabileceklerini düşündükleri yerlere göç etmeyi tercih edebiliyorlar. Nitekim, son dönemlerde Türkiyeli eğitimli genç nüfus, kendi memleketlerinde beğenmedikleri sektörlerde ve iş kollarında çalışma pahasına, Avrupa metropollerine göç etmektedirler. Bu vasıflı genç nüfusu bir tür gönüllü sosyal/kültürel mülteciler olarak görmek de mümkündür.

Göçmenlerin Özerkliği

Kâr-fayda temelli mikro teorinin yanıldığı ikinci varsayım ise ekonomik gelişmenin uluslararası göçü mutlaka azaltmasıdır. Aslında göç veren ve alan ülkeler arasındaki ücret farklılıkları ortadan kaldırıldığında nüfus hareketliliği durmaz çünkü yoksul olan ülkelerden değil gelişmekte olan ülkelerde göç baskısı fazla olur. En dipteki yoksullar değil, göç edecek kadar belirli düzeyde ekonomik, sosyal ve kültürel sermayeye sahip kesimler göçe meylederler. Dahası, göç emeğe olan talebin azalması ile durmaz çünkü göçün ve göçmenin belirli bir özerkliği vardır. Misafir işçiler örneğindeki gibi göç sürecinde yeni faktörler, dinamikler ve ilişkiler oluşur.

Bu durumda devreye giren “Göçün özerkliği” kuramı, makro dinamikleri de incelemek suretiyle göçmenlerin gündelik pratiklerine odaklanır. Hayatta kalma taktik ve stratejilerini, mağdur-suçlu ikiliğinin ötesinde analiz eder. Göçün özerkliği fikri, devlet gücünün ve piyasa talebinin göçmenlerin seçimlerini ve motivasyonlarını tamamen kontrol etmesinin imkânsızlığı üzerine temellenir. Göçmenleri, yüksek teknolojik sınır denetimine ve piyasa talebi yokluğuna rağmen harekât kabiliyetine sahip özerk özneler olarak kabul eder. Göçmenleri nesneleştirmez, onları kendi perspektifinden anlamaya ve açıklamaya çalışır: Kişisel pratiklerine, beklentilerine, arzularına, hayatlarını anlamlandırma ve hayatla ilişki kurma biçimlerine, gerçekleri inşa etme ve yorumlama şekillerine odaklanır. Bu tercih, göçmenleri suçlulaştıran ırkçı ve güvenlikçi söyleme bir tür siyasi itirazdır denilebilir: Göçmenleri yalnızca sosyal yapıların kurbanları ve siyasi baskıların, suç örgütlerinin, kaçakçıların vb. sonuçlarının kurbanı olarak temsil eden insani söyleme de itiraz eder. Hâlbuki asıl etik mesele onların verdikleri toplumsal mücadeleye odaklanabilmek ve göçmenlerin kendi içindeki farklılaşan pratiklerine ve motivasyonlarına bakabilmektir. Farklı sektörlerde çalışan işçi ve esnaflar olarak; yurttaşlar ve kaçaklar olarak, kendilerini ve içinde yaşadıkları toplumu nasıl dönüştürdükleri, alıcı ve gönderen ülkelerdeki sosyal ilişkileri nasıl etkilediklerine odaklanabilmektir.

Özerklik perspektifi, incelediği insanları salt ekonomik çıkarlarının peşinde koşturan girişimciler olarak varsaymaz. Hakeza; göçün özerkliği, yapısalcı-işlevselci kurama da mesafeli durarak göçmenleri toplumsal yapıların ve piyasanın edilgen kurbanları olarak da görmez.

Kurucu Güç: Göçmenler

Göçmen ne tek başına ekonomik bir varlıktır ne de salt bir emek unsurudur. Bir toplumsal ve siyasal bir güçtür de. Ünlü sosyolog Pierre Bourdieu’nün ifadesiyle göçmenler toplumu yapılandıran ve toplum tarafından yapılandırılmış öznelerdir: Göçmenler yaşadıkları toplumların yapısından etkilenir ve dönüşürler fakat aynı yapıyı etkiler ve dönüştürürler. Emeği, yaşamı ve aidiyet dünyasını yeniden şekillendiren ve aynı zamanda kapitalizmi küresel, bölgesel ve yerel düzeyde yeniden şekillendiren, seferber olmuş güçlerdir. Toplumsal mücadeleleri olumlu ya da olumsuz yönde etkileyen ve dönüştüren yeni direniş biçimlerini üretebilen göçmenleri dünyanın her yerinde gözlemliyoruz. Göçün idaresi her zaman sınırlıdır, düzenlenebilir ancak tamamen kontrol edilemez. Göçmeni, değişen, değiştiren ve eyleyen bir toplumsal güç, toplumsal hareket ve kolektif aktör olarak görmek gerekir.

Yasal haklardan yoksunluklarına rağmen eğitim, barınma, tıbbi bakım, çalışma yetenekleriyle ilgili olarak vatandaşlık haklarını fiilen elde ederler. Dolayısıyla, göçmenlerin nasıl organize olduklarına, sosyo-politik ağları ve sosyo-kültürel insan sermayesini nasıl oluşturduklarına ve yurttaşlık haklarını nasıl kazandıklarına bakmak önemlidir. Göçün özerkliği kavramı, göçü yalnızca sosyo-ekonomik koşulların sonucu ortaya çıkan bir fenomen olarak değil, göçmenleri bir toplumsal hareket olarak görmeyi önerir. Nitekim, göçmenler sosyal ve ekonomik gerekliliklere edilgen olarak yanıt vermezler, aksine içine atıldıkları hayatı aktif olarak inşa ederler.

Tarihsel olarak bakıldığında da göçmen figürü devlet egemenliğinin ve kapitalizmin oluşumunda bir kurucu güç ve unsurdur. Emek hareketliliğini kontrol etmenin amacı, nüfusun belirli bir alanda hareketliliğini sabitlemek ve disipline ederek beden kabiliyetlerini artırmak, onları kullanışlı ve öngörülebilir kılmaktı. Çünkü insanları tarladan bahçeden fabrikalara kapatıp üretim bandına çalıştırmak veya maden ocaklarına sokmak hiç basit bir şey değildi.

Günümüzde bir tür paradoks var: Mekânsal hareket, piyasa ekonomisi için zaruri olduğu kadar temel bir insani haktır. Hareket özgürlüğü bir ana hedef olsa da iş gücünün yeniden üretimi için hareketliliğin kontrol edilmesi ve düzenlenmesi açısından kapitalizm için sosyal bir meseleye dönüşür. Dolayısıyla göçün özerkliği, emek satıcısı konumundaki ve işten kaçma eğiliminde olan insanların hareketliliği sistem için bir tehdit oluşturur. Oysa, işten kaçış, öznenin özne olarak yönetilmeyi reddetmesi anlamına gelir. Bir başka ifadeyle, devlet egemenliği hem hareketlilik tarafından desteklenir ve hareketlilikten beslenir, hem de onun tarafından tehdit edilir. Kapitalizm emeğin hareketliliğine dayandığından, göç hem sermaye birikiminin kaynağıdır, hem de sömürü ve baskı ilişkisinden kaçma özgürlüğü anlamına gelir. Dolayısıyla göçmenleri, karşılaştıkları yapısal şiddetten dolayı ne “mağdur” olarak, ne de ırkçı güvenlik rejiminin yaptığı gibi göçmenleri potansiyel “tehdit” olarak görmek gerekir. Göç bir sorun olmaktan ziyade hem sosyal, kültürel ve ekonomik olarak yaratıcı bir güçtür ve hem de çeşitli tahakküm biçimlerine meydan okuyan bir kaçış ve varoluş biçimidir.

 

Kaynakça

Bojadzijev, M. & Karakayalı, S. 2010. Recuperating the Sideshows of Capitalisms: The Autonomy of Migration Today, e-flux Journal 17, June August

Bourdieu, P. 1977. Outline of a Theory of Practice. London, New York: Cambridge University Press

Mezzadra, S. 2011. The Gaze of Autonomy. Capitalism, Migration and Social Struggles in Squire, V. The Contested Politics of Mobility: Borderzones and Irregularity, London

Papadopoulos, D. et al 2008. Escape Routes Control and Subversion in the 21st Century, section IV “Mobility and Migration”, p. 162-202

Doç. Dr. Bülent Küçük

Bir dönem Almanya’da ikamet etmiş olan Doç. Dr. Bülent Küçük, sosyoloji doktorasını Berlin Humboldt Üniversitesi’nde tamamlamıştır. Küçük Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde siyaset sosyolojisi, yurttaşlık ve kültürel çalışmalar alanlarında dersler vermektedir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler