Dosya: "Toplumsal Bir Sorun: Aile İçi Şiddet"

Ramazan Salman: “Toplum Olarak Şiddet Konusunu Konuşulabilir Hâle Getirmeliyiz”

Tıbbi sosyolog Ramazan Salman, göçmenleri sağlık alanında destekleyen “Ethno-Medizin” merkezinin kurucusudur. 2016’dan beri Avrupa’da; mülteci ve göçmenler için hazırlanan en büyük şiddet önleme projesini yöneten Salman ile göç geçmişine sahip kişilerin aile içi şiddet konusunda yaşadıkları sıkıntıları ve çözüm önerilerini konuştuk.

Ramazan Salman

Kısa bir zaman önce düzenlediğiniz “göçmenlerle birlikte göçmenlere yönelik şiddeti önleme” konulu konferansın ana gayesini anlatabilir misiniz?

Göçmenlerin çoğu bunu kabul etmese de kadınlara, kızlara ve çocuklara psikolojik ve fiziki şiddet göçmen topluluğumuzda da var. Ailelerde aile içi şiddetin tamamen normal görüldüğü durumlar hiç de nadir değil. Kadınlar ve çocuklar bazen erkeğin bir çeşit malı olarak görülerek değersizleştirilir. Haddini aşan bu abartılı otoriterlik biçimi aile facialarına neden olur. Yapılan her şey aslında sıradanmış gibi doğallaştırılır. “Almanlarda hiç mi yok, tek suçlu biz miyiz?” gibi söylemler bunlar arasında en hafif görünebilecek olanlar.

Altı yıldır bu sebeple Alman Göç, Mülteci ve Entegrasyon Bakanlığı’nın da desteklediği “MiMi – Göçmenlerle birlikte Göçmenlere Yönelik Şiddeti Önleme” projesini yürütüyoruz. Bahsettiğiniz konferansla da kadınların, kızların ve çocukların şiddetten korunmasında elde ettiğimiz tecrübeleri uzmanlarla ve göçmen topluluklarıyla paylaşmak istedik. Şiddetten kaçış yollarını göstermek ve aynı zamanda kurbanları koruma planlarını anlatmak istedik. Son olarak toplumun her iki tarafına da, hem yerlilere hem de göçmenlere şiddetin toplumsal yaşamımızı fazlasıyla tehdit ettiğini ve şiddetin nadirattan olmadığını aktarmak istedik. Türkiye kökenli bir göçmen olarak, göçmen tabularını aşmak ve şiddet konusunu aile içi bir konu hâline getirmek, yani üzerinde konuşulmasını sağlamak benim için çok önemli. Sadece konuşulduğu zaman anlaşmaya hazır oluyor insanlar ve emir-komuta zinciri yıkılıyor. Tabii şiddet sarmalından davranış değişikliğine giden uzun yolu burada çok kısa bir şekilde aktardım. Zorlu bir yol bu ama neden başarıyla sonuçlanmasın? Konuşulduğunda, anlaşıldığında ve görmezden gelinmediğinde kurtuluş ve aile barışına ulaşmak mümkün.

Almanya bağlamında göç geçmişine sahip insanların büyük çoğunluğu aile merkezli bir toplumdan bireysel inşa edilmiş bir topluma giriyorlar. Kolektif kültüre sahip aileler daha ziyade bireyci kültürle yoğrulmuş bir toplumla karşılaştıklarında ne gibi zorluklar yaşıyorlar? Aile rolleri yeniden düzenleniyor diyebilir miyiz?

Göçmenlerin çoğu birlikte getirdikleri kültürel pratikleri burada hazır buldukları pratiklere ve yönergelere uyarlamayı öğreniyorlar. Bu akşamdan sabaha olmuyor elbette ama 5-10 yıl gibi bir süreçte oluyor. İçlerinden hiç de az olmayan bir kısmı, tahminime göre yaklaşık %25’i bu konuda sorun yaşıyor. “Ailenin her bir üyesi aynı bedenin bir uzvudur.” olan biz-düşüncesinden; “Ben kendim ayrı bir insan ve bireyim; kararlarımı kendi çıkarlarıma göre veririm.” düşüncesine geçmekle iş bitmiyor. Çünkü biz-duygusundan saf bir egoizme giden insan bize bir şey kazandırmaz. Yetişkin çocuklar bu egoizmle örneğin ağır hastalığı olan ebeveynleri ile ilgilenmiyorlar.

Güçlü aile bağları yaşamda başarı ve mutluluk kazanmak için çok önemlidir. Böyle bir entegrasyon süreci aslında biz ve ben arasında makul bir denge sağlandığında gerçekleşir. Örneğin bireyselliğe önem veren ve ben-biz arasında sıkı bağlar kuran güçlü bir aile kurulmalıdır. Ailelerin çoğunda bunu görebiliyoruz aslında. Böyle ailelerde ebeveyn ve çocuklar meslek seçimi; 16 yaşından sonra tek başına seyahate çıkma ya da eş seçimi konularında konuşabiliyorlar. Burada eski ve yeni arasında bir denge kurulmuş oluyor. İyi olan her şey yeni değil ve iyi olmayan her şeyi de almak zorunda değiliz. İyi olan kadın ve erkek arasında, yaşlı ve genç arasında adaleti sağlayan kurallardır. Bunu reddetmek göç başarısını engellediği gibi mantıklı da değildir. Ailede adalet olmadıkça hiçbir şey büyümez, yetişmez; ne çiçekler ne de çocuklar. Korkutulanlar yeteneklerini ve güçlerini ailenin yararına kullanamazlar.

Sadece hemşehrileriyle; aynı sosyal seviyeden ahbaplarıyla iletişim kurmayıp toplumdaki diğer gruplarla da iletişim kuran aileler; aile rollerini daha yapısal ve kazanç odaklı kurabilir ve geliştirilebilirler. Bu durumda aileler kıyaslama ve bunun üzerine düşünme imkânına sahip olurlar. Zira birbiriyle ilişkili bu iki kültür yapısının iyi yönleri vardır; fakat aynı zamanda engelleyici, eskimiş ve artık faydası kalmayan yönleri de. İnsan diğerleriyle konuşma ve deneyimlerini paylaşma şansı olduğunda bunu kolaylıkla öğreniyor. Fakat insan kendi sosyal çevresinde izole bir şekilde yaşadığında; tartışmadığında, kıyaslamadığında ve öğrenmediğinde aile içinde çok ciddi çatışmalar ve anlaşmazlıklar oluyor. Bu da ev içi şiddetin kapılarını aralıyor.

Göç konusunda elde edebileceğimiz başarı ve mutluluğun önündeki en büyük engellerden biri de kadınlara ve kızlara atfedilen eski rollerdir. “Kızını dövmeyen dizini döver.” sözü saçmalıktan öte bir şey değil. Toplum olarak daha bunu öğrenmemiz gerekiyor. İnsanların ebeveynlik yeteneklerini iyileştirmesi çok önemli. Sadece itaat eden ve hiçbir şeye karşı çıkmayan çocuğun hayatta başarılı olması çok zordur. Kız çocukları yapıcı bir şekilde itiraz ettiklerinde mutluluk duymalıyız. Özgür bir kız çocuğu hayatına yön verebilir ve güven içerisinde yaşayabilir. Ebeveynler olarak bizim istediğimiz de bu değil mi zaten?

Almanya Aile, Yaşlılar, Kadınlar ve Gençlik Federal Bakanlığı’na (BMFSFJ) göre, göçmen kökenli kişiler daha fazla fiziksel ve cinsel şiddete maruz kalıyor. Sizce bunun temel sebepleri nelerdir?

Göçmenler, nüfus ortalamasından daha fazla, çatışmayla yüzleşmek zorunda kalıyorlar. Aile içinde kişisel istekler üzerine çok az konuşuluyor ve ayrıca bazı şeyler şiddet olarak değil de normal olarak görülüyor. Tokat, vurma, aile üyelerini aile malı olarak görme, aşağılama ve psikolojik baskı ile insanlar bir şeyler yapmaya zorlanıyor. Bunların hepsi şiddetin farklı biçimleri. 

İnsanlar haklarını bilmediğinde, yardım talep edebileceği kurumları tanımadığında işler daha da kötüleşiyor. Ve bu kurumlarda çalışan uzmanlar sürekli diğer kültürlere aşina olmadıklarından şikâyet edip uygun çözümler geliştiremedikleri; kurbanların kendilerine gelmelerini bekledikleri sürece bu şiddet sarmalını güçlendirmeye devam ediyorlar. Toplum olarak şiddet konusunu toplum içinde konuşabilir hâle getirmeliyiz. Çünkü görmezden gelmek, müdahale etmemek suçluları güçlendiriyor ve ortaya sürekli yeni kurbanlar çıkarıyor. Aslında göçmenlerin büyük çoğunluğunun şiddet uygulamadığını biliyoruz. Fakat bununla yetinemeyiz. Zira birbirimize karşı sorumluluklarımız var. Neyin yanlış olduğunu konuşmalı ve hiçbir insanın bir başkasının malı olmadığını açıkça ifade etmeliyiz. Yoksa biz de bu suçun ortakları oluruz.

Aile içi şiddet aynı zamanda ev içi şiddet olarak tanımlanıyor. Bu tanımlamalardan da yola çıkarak bu tür şiddetin mahremiyet alanına girdiği yönünde yaklaşımlar var. Peki, mağdurlar ve yakınları bu toplumsal damgayı veya tabuyu nasıl kırabilirler? 

Bu tanımların ve yaklaşımların tamamen yanlış olduğunu ve tamamen resmî ve meşru bir şekilde kötüye kullanıldığını düşünüyorum. Kadınların ve çocukların adaletsizliğe, kötü muameleye maruz kalması ve haklarının elinden alınması özel bir durum değildir; tam aksine toplumumuzu yakından ilgilendirir. Bunlar sadece bir çocuğun ya da bir kadının yaşamına zarar vermez; aynı zamanda toplumumuza da zarar verir. Aile insanlar için bir koruma alanıdır; suçlular için değil. Aile bir suç mahalline dönüştüğünde toplum müdahale etmelidir; diğer tüm olay yerlerine müdahale ettiği gibi.

Almanya’da göç kökenli aile içi şiddet mağdurlarının resmî makamlara başvurma konusundaki en büyük bariyerler nedir?

Birçok insan en büyük engelin dil olduğunu söyler. Bu aşırı basit ve yalıtılmış bir iddia. Göç geçmişine sahip kurbanları engelleyen toplumun büyük çoğunluğu ile aynıdır. Her kurbanın içselleştirdiği korkudur. Saf korku. Kendi kültürel topluluğundan destek görebileceğine inanmadığında giderek daha da büyüyen korku. Resmî kurumlardan yardım istemenin zararlı olduğu düşüncesi var. Toplumsal imajın zarar görmemesini her şeyin üstünde tutuyorlar. Ve herkes yeterince çaba gösterirse her şeyin yeniden iyi olabileceğine inanıyorlar. Fakat bu pek işe yaramıyor. Şiddet suçlusunun aklı, ancak kurbana yaklaşamadığında; suçlu olarak mahkemeye çıkıp ceza aldığında; toplum onun davranışını hor gördüğünde başına geliyor. Ne yazık ki kurbanların bunu beklemeye vakitleri yok. Kurumlara ulaşmanınsa farklı birtakım zorlukları var. Kurumlara ulaşmada iki taraf da eşit ölçüde suçludur; bu durum ülkedeki uyum sorunlarının birebir yansıması gibidir. Kurumlar bu konuya daha yoğun bir şekilde eğilmeleri gerektiğinin artık farkına varmalılar. Her iki tarafta da somut eyleme dönüşen yardımlaşma ve dayanışma olmadığı sürece, kadınlar ve çocukların kurban olmaktan başka şansları kalmıyor.

Peki bu bariyerleri aşmak için kamusal alanda neler yapılmalı?

Bu konuya eğilmeli ve bu konuyu gündemde tutmalıyız. Hem yakın çevremiz hem de tüm toplum için eyleme geçmek ve yardım etmek zorundayız. Şiddet toplumumuzda tabulardan arınmış bir konu olarak konuşulmalıdır. Her suç somut bir şekilde cezalandırılmalı ve hiçbir suçlu aramızda kahraman gibi dolaşmamalı. Yardım olanaklarına erişimde de engeller aynı şekilde göçmen ya da yerli olsun fark etmez kaldırılmalı. Eyleme geçme ihtiyacı ve isteği açık bir şekilde görülüyor. Kadın ya da erkek fark etmez; bir adım atmaları kâfi. Diğer adımlar daha kolay gelecektir. 

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler