Çok Katmanlı Bir Köln Tarihi: Türk Göçü ve Müslüman Varlığının Şehri Dönüştüren Hikâyesi
Almanya’nın “dindar Türklerin başkenti” ve Katolikliğin kalesi olarak anılan Köln, bugün hem birçok İslami topluluğa ev sahipliği yapıyor hem de Müslüman karşıtı ırkçılığın sık yaşandığı bir şehir. 1973'te Türk işçilerin katıldığı Ford grevlerinden halka açık şekilde ezan okunması uygulamasına kadar uzanan bu çok katmanlı tarih, Köln’de Müslüman yaşamının nasıl şekillendiğini gösteriyor.
Avrupa’daki büyük şehirlerin alameti farikalarından birisi, tam ortalarından bir nehir geçmesidir. Londra’yı ikiye bölen Thames Nehri, Viyana’yı ortadan ikiye ayıran Tuna Nehri, Paris’in tam göbeğinden geçen Seine Nehri gibi Köln şehri de Ren Nehri tarafından iki parçaya ayrılır.
Ren nehri, sadece Köln’ü ikiye bölmemiş, aynı zamanda nehrin sağ ve sol yakası arasında da garip bir hiyerarşi oluşturmuştur. Nitekim klasik bir Kölnlü size nerede yaşadığınızı sormak istediğinde, “Nehrin sağında mı (rechtsrheinisch), yoksa solunda mı (linksrheinisch) oturuyorsun?” diye soracaktır.
Nehrin batı, yani sol tarafında kalan bölge, şehrin tarihsel olarak gelişip büyüdüğü yerdir ve doğal sınırı da Ren nehridir. Tarihî katedral ve şehir merkezi burada yer alır. Doğu yakası, yani “nehrin sağı” (rechtsrheinisch) ise, daha ziyade işçi sınıfının yaşadığı, bugün de kendisini “yerel Kölnlü” olarak nitelendiren kişiler tarafından “Schäl Sick” (öteki taraf, daha az prestijli, ikinci planda kalan, şaşı) olarak isimlendirilen bir bölge olarak görülür
Kölnlüler arasında Ren nehrinin solunda oturmanın, bugün de hâlâ bir övünç kaynağı olarak görüldüğünü ve Köln’de yaşamasına rağmen nehrin sağ yanına ayak basmamanın bir prestij olarak anlatıldığını ekleyerek biz Köln şehrinin Türkler, Müslümanlar ve İslam’la kesişen hatlarına geri dönelim.
Köln Şehrinde Bir Gurbetçi Şaban
Gurbetçi Şaban filminde Kemal Sunal, kendisini Almanya’ya götüren otobüsün içerisinde, yanındaki yolcunun omzunda teklifsiz bir biçimde uyuklarken, otobüsün otobandaki “Köln Wesseling” çıkışından şehre giriş yaptığı görülür. Kartal Tibet yönetmenliğindeki film, böylece 1980’li yılların Köln’ünden kuşbakışı sahnelerle başlar. Gurbetçi Şaban’ın otobüsü, Dom Katedrali’nin önündeki Breslau Meydanı’nda durur. Bundan sonra Yeşilçam’ın bu 1,5 saatlik yapıtında, Almanya’da oturum izni olmayan Gurbetçi Şaban’ın şaşkın bakışları, sakarlıkları ve polisten kaçışı eşliğinde bir anlamda Köln’ü gezmeye başlarız.
Bu filmdeki bir sahne, Köln’ün tam olarak neye benzediği hakkında da bize çok sahici bir bilgi sunar: Kemal Sunal, amcaoğlunu aramak için kalabalık bir misafir işçi yurduna giriş yapar. Yurtta bir yanda yerdeki leğende bir kadın çamaşır yıkamakta, ortada bağrışarak oynayan çocuklar koşturmakta, arkada ise farklı dillerde konuşmalar duyulmaktadır. Karşılaştığı ilk kadına Gurbetçi Şaban şu soruyu sorar: “Affedersiniz. Benim amcaoğlunu arıyorum. Bu Heim’da (yurtta) oturuyormuş.” Karşısındaki kadın ise sinirli bir tavırla Arapça, “Ben Türkçe bilmiyorum, Cezayirliyim. Haydi yürü!” der. Şaban bunun üzerine, “Allah Allah” der. “Ben Kur’an kursuna mı geldim, nedir?” Ardından yerdeki leğende çamaşır yıkayan kadına, “Benim amcaoğlu nerede?” diye sorar. Bu kadın kendisine Yunanca cevap verdiğinde ise Şaban Köln’ü de bir anlamda ironik bir şekilde tanımlayan şu cümleyle söylenmeye başlar: “Bu da Yunanlı çıktı. Burada herkes başka dilden konuşuyor. Birleşmiş Milletler mi burası ya?”
Gurbetçi Şaban’ın dilinden yankı bulan bu çok çeşitlilik, seneler boyunca Köln şehrinin kaderi olacak, herkesin kendi dilini konuştuğu fakat şehrin hep kendi ritminde akıp gittiği bir gerçeklik Köln’ün sakinlerini yıllar boyunca kuşatmaya devam edecektir.
Köln’de Türk İşçilerin Büyük Ford Grevi
Köln şehrini Müslüman topluluk için bir varış noktası hâline getiren şey, Gurbetçi Şaban filminde de acı bir çerçevesi çizilen 60’lı yıllarda başlayan misafir işçi göçüydü. 1961 yılında Türkiye ile Almanya arasında imzalanan misafir işçi anlaşmasından 1973 yılındaki göçün durdurulması kararına kadar Türkiye’den Almanya’ya 900.000 işçi geldi.
Köln’de özellikle Türk işçiler için en önemli çalışma yerleri, kuzeydeki otomobil üreticisi Ford, motor üreticisi Klöckner-Humboldt-Deutz, çikolata fabrikası olan Stollwerck ve kablo/çelik halat üreticisi Felten & Guilleaume isimli şirketlerdi. Bunun haricinde metal ve kimya sektörleri de Köln’deki yabancı işçilerin işverenleri arasında yer alıyordu.
1970 yılına gelindiğinde Köln’de toplamda 17.500 Türk yaşıyordu. Bu işçilerden 12.000’i Ford fabrikasında çalışıyor, bunlardan 7.000’i ise Ford’a ait olan 30 farklı işçi yurdunda kalıyordu.
Ford’ta çalışan işçilerin çalışma şartları oldukça zordu. Üretim bandında hızlı, gürültülü, yazları yüksek sıcaklıkta ve çoğu zaman hiç mola vermeden çalışıyorlardı. 1973 yılının yaz ayında 500 Türk çalışan memleketlerinde geçirdikleri tatilden Almanya’ya geç döndükleri için işten çıkarıldı. Bu işçilerin yapması gereken işler de, üretimde kalan diğer işçilerin sırtına bindi.
Bunun üzerine 24 Ağustos 1973’te Ford’taki Türk işçilerin öncülüğünde Almanya’da göçmen işçiler tarafından gerçekleştirilen ilk büyük grev yapıldı. Böylece Köln, “1973 Ford Grevi”nin ve göçmen işçilerin kötü çalışma şartlarına karşı direnişin sahnelendiği bir şehir olarak akılda kaldı.
Köln’de Bir Gastronomi Caddesi: Keupstraße
1980’li yıllara gelindiğinde Köln’deki Türk nüfus 66.000’e çıkmıştı. Türkiye’den gelen misafir işçilerle çehresi değişen şehirde yalnızca endüstri alanında değil, gastronomi sahasında da değişiklikler yaşanıyordu. Ağırlıklı olarak şehrin sağ tarafında, Mülheim ve Kalk gibi ilçelerde yerleşik olan Türk nüfus, o civardaki Keup Caddesi’nde de gastronomi ağırlıklı olmak üzere dükkanların kurulmasına öncü oldular. Öyle ki 2005 yılına gelindiğinde bu caddede 200 metre mesafe ile dört Türk restoranı, üç dönerci, dört manav, iki fırın, üç pastane ve sadece Türkiye’ye uçuş düzenleyen dört tane seyahat acentesi yer alıyordu.[1]
Almanya’nın diğer şehirlerine kıyasla gastronomi konusunda çok erken gelişen Köln, böylece helal gıda konusunda geniş bir spektruma sahip oldu. Şehirde helal gıdayı talep eden Müslümanların sayısının artmasıyla birlikte helal gıda sunan restoranların sayısı da arttı. Öyle ki şehirde Keup Caddesi ve Weiden Caddesi gibi gastronomi sokakları, aynı zamanda Müslümanlar için helal gıda spotlarına dönüştü.
9 Haziran 2004 tarihine gelindiğinde ise, Türk dükkânlarının yer aldığı ve “küçük İstanbul” olarak anılan Keup Caddesi’nde Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) terör örgütü tarafından çivi bombalı bir ırkçı saldırı düzenlendi. Şans eseri can kaybının yaşanmadığı saldırıda 5,5 kiloluk bombayla etrafa saçılan yaklaşık 700 çivinin vücutlarına isabet etmesi sonucu 6’sı ağır 22 kişi yaralandı. Köln polisi, senelerce saldırının ardında Türk esnafın bulunduğunu öne sürerek cadde esnafına ve yaralılara bir mafya hesaplaşmasının kurbanı ya da faili oldukları zannıyla yaklaştı. Saldırının arkasında ırkçı bir terör örgütünün olduğu ise ancak seneler sonra NSU kendi kendisini ifşa ettiğinde ortaya çıktı.

Köln’deki Keupstraße. Fotoğraf: AA.
İlk Bayram Namazı Köln Katedrali’nde Kılındı
Köln göçmenlerin katkılarıyla şekillenmiş bir şehir olduğunu daha 18. yüzyılın başlarında başka bir olayla daha kanıtlar: 18. yüzyılın başlarında, İtalyan Johann Maria Farina tarafından üretimi yapılan kolonya, bulunduğu şehrin anısına “Eau de Cologne” olarak isimlendirilir.
Türkiye’de bayramların vazgeçilmesi olan ve sıkça kullanılan bu narenciye esansı, 19. yüzyıldan itibaren tüm dünyada parfümeri alanında lider olmuş, Türk kültürüne de 19. yüzyılın sonlarında girmiştir. Bir İtalyan’ın Almanya’ya getirdiği, oradan tüm dünyadaki saraylara ve evlere kadar giren kolonya, Türkiye’de bugün hâlâ misafirperverliğin en büyük sembollerinden biri olarak kullanılmakta, bu yönüyle Köln’ün göç tarihine ve kültürel alışverişin izlerine dair somut bir örnek teşkil etmektedir.
Fakat Köln’ün Almanya’da Türklerin, Müslümanların ya da göçmenlerin tarihinde belki de en önemli olaylara ev sahipliği yapan bir şehir olması, kolonyanın çok daha ötesine geçer. Bilhassa Türkiye kökenliler içerisindeki ideolojik, etnik ve siyasi çeşitliliği (ve bazen de gerilimi) görmek isteyenlerin yalnızca belli aralıklarla Köln’de cereyan eden protesto gösterilerine bakmaları yeterli olacaktır.
Nitekim 8 Şubat 2008’de dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Köln Arena’da düzenlediği ve “Asimilasyon bir insanlık suçudur” sözleriyle hem Almanya kamuoyunda hem de Türkiye diasporası içinde geniş yankı uyandıran konuşması, kentin göç, kimlik ve aidiyet tartışmalarındaki merkezî rolünü görünür kılmıştır. Buna karşın Almanya’nın en büyük Kürt diasporasını barındıran Köln, aynı zamanda “Öcalan’a Özgürlük” sloganlarının yükseldiği çok sayıda kitlesel eyleme de ev sahipliği yapmakta, bu anlamda Türkiye kökenlilerin birbirinden çok farklı siyasal mobilizasyonunun bu şehirde ne şekillerde kendisini gösterdiğini de ortaya koymaktadır.
Şehrin bu tarz gerilimli zıtlıklara sahip oluşu sadece Türkleri ilgilendiren bir durum da değildir. 2009 yılında Spiegel’deki bir makalesinde Juliane von Mittelstaedt bu durumu şöyle tanımlar: “Eğer Almanya’da dinler arasında bir çatışma varsa, o zaman bu çatışmanın Köln’de gözlemlenmesi gerekir. Zira Köln hem Almanya’daki dindar Türklerin başkenti hem de Katolikliğin kalesidir.”
Gerçekten de şehrin Hristiyanlığın kalesi olması ile, iş gücü göçü sonrası çok renkli bir hüviyete bürünmesi arasında ilginç bir bağlantı kurulur. 3 Şubat 1965 yılında Köln’de yaşayan Türk işçilerin öncülüğünde yaklaşık 700 kişi, şehirdeki meşhur Köln Katedrali’nin (Kölner Dom) kuzey bölümünde bayram namazı kılarlar. Namaz için seccadelerini yanlarında getiren işçiler için kilisenin içindeki heykellerin üzeri brandalarla kapatılır.
1965 yılında Köln Katedrali’nde kılınan bayram namazı, bugün de hâlâ şehrin kolektif hafızasında yerini korur. Dinî hoşgörüyle ilgili büyük bir mesaj Dom Katedrali, bundan tam 50 sene sonra Köln’de aşırı sağcı Pegida destekçileri protesto yapacağı için ışıklarını söndürecek ve şehrin aydınlık yüzü olarak sembolleşecekti.
Köln Başpsikoposluğu başta kilisenin daveti üzerine düzenlenen bu namazı daha sonra “iş kazası” olarak nitelendirmiş olsa da ve hatta 1977 yılında Hristiyan kutsal mekanlarının İslami ibadetler için kullanıma açılması yasaklansa da Almanya’nın pek çok kentinde henüz cami ya da mescit bulunmadığı bir dönemde ortaya çıkan bu cemaatle namaz, Müslüman topluluğun kamusal alanda örgütlü bir dinî varlık oluşturma arzusunu görünür kılmakla kalmamış; aynı zamanda ilerleyen yıllarda ülke genelinde cami merkezli kurumsallaşma çabalarını da teşvik eden bir örnek işlevi görmüştür.
Köln’ün İlk Camisi: Barbaros Camii
1960’lı yılların sonrasında özellikle Türkiye’den Köln’e gelen Müslümanların sayısının artmasıyla birlikte şehirdeki Müslüman nüfus giderek artar. 2025 yılı itibariyle 120.000 Müslüman’ın yaşadığı Köln’de, 45 cami bulunmaktadır.
Köln’ün ilk ve en eski camisi ise, Köln Katedrali’ndeki bayram namazından sonra oluşan mutabakatın birkaç ay sonrasında kurulur. Cami, kendisine Köln’ün Barbarossa Meydanı’ndaki Kyffhäuserstraße üzerinde bir avluda mekân bulur. İronik bir şekilde, camiye adını veren kişi, 1189 yılında onların Müslümanlara karşı Üçüncü Haçlı Seferi’ni düzenleyen ve hatta Silifke’deki Göksu Nehri’nde boğularak ölen Kutsal Roma Cermen İmparatoru I. Friedrich, yani Friedrich Barbarossa’dır.
Camia gazetesinden İlhan Bilgü’nün yazdığına göre, o esnada Barbaros Camisi’nin açıldığı yer, önceden bir araba tamirhanesidir. Tamirhanenin taşınmasıyla boşalan bu yer cami olarak hizmet vermeye başlar. Böylece Barbaros Camii, 60’lı yıllardaki işçi göçü sonrasında Avrupa’da açılan ilk cami olur. O dönemde açılan diğer camiler ise, üniversite eğitimi için Avrupa’ya gelen öğrencilerin açtığı mescit ve camiler olur.
Bilgü’nün kendi tanıklığına göre Barbarossa Camii, o dönem öyle canlı ve cazibesi yüksek bir merkezdir ki, yalnızca Krefeld ve Dortmund gibi çevre şehirlerden değil, aynı zamanda Belçika ve Hollanda gibi ülkelerden de Müslümanlar Köln’deki Barbaros Camisi’ne namaz kılmaya gelirler. Cami cemaati o kadar kalabalıklaşır ki, büyük cami avlusuna sığmayan cemaat garajların üzerine çıkarak namazını eda etmeye başlar. Cami 1984 yılından itibaren İslam Toplumu Millî Görüş (IGMG) bünyesinde hizmet vermeye devam etmiştir.
Barbaros Camisi’nin başkanlığını sürdüren İskender Güngör, o dönem “gurbette buruk bir havayı teneffüs eden” insanların, Barbaros Camisi’ne anne ve babalarına kavuşur gibi büyük bir özlemle akın ettiğini söyler. Şehrin ana arterinde olan ve Müslümanlar arasında da meşhur olan cami, Güngör’ün anlattığına göre üniversitenin yakınında olması nedeniyle öğretim görevlileri ve öğrenciler tarafından da kucaklanmıştır. Esnaf, işçi, öğrenci gibi oldukça heterojen cemaatiyle cami, Köln şehir sakini olan Müslümanların namaz molaları için uğrak bir merkez olmuştur. Güngör bu özel durumu şu sözlerle tanımlar: “Biz Barbaros Camisi kapatıldıktan sonra caminin ne kadar büyük bir toplumsal işleve sahip olduğunu fark ettik. Kapanmadan önceki son 10 yıl boyunca ramazanlarda her akşam 100 kişiye iftar verirdik. Bu kişilerin çok ufak bir kısmı cami cemaatiydi, geri kalanları ise Köln’ün kimsesiz evsiz, her milletten, hatta kimisi madde bağımlısı olan insanlardı.”
2014 yılında caminin bulunduğu bina bir emlak şirketi tarafından satın alınır ve kiracı olan caminin binayı boşaltması istenir. Böylece 1965 yılında açılan Barbaros Camii, 2016 yılında, yani aradan geçen yarım asrın ardından kapanır ve bina yıkılır. Böylece Köln’ün en eski camisi de ortadan kalkmış olur. Bugün Köln Şehir Müzesi’ni ziyaret edenler, müzede Barbaros Camisi’nin tabelasını da sergi alanında görebilirler.
Avlu Camilerinden Köln Merkez Camisine
Barbaros Camisi’nin kapatılmasından iki yıl sonra, 2018 yılında Köln’ün merkezî ilçelerinden biri olan Ehrenfeld’de görkemli Köln Merkez Camii açılır. Yapımı 1996 yılında kararlaştırılan ve 2002 yılında inşası planlanmasına rağmen protesto gösterileri ve hararetli siyasi tartışmalarla caminin açılma süreci 16 yıl sürmüştür. Köln’ün simgesi olan Dom Katedrali’nin inşaatının 600 yıl sürdüğü düşünülürse Merkez Camisi’nin Köln standartlarında göz açıp kapayıncaya kadar yapılmış sayıldığını söyleyebiliriz.
Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’nin (DİTİB) Genel Merkezi’nin olduğu alanda yeni yapı olarak planlanan Merkez Camisi’nin mimarisi için bir tasarım yarışması açılır. Bu yarışmayı kilise mimarı olarak ün salan Gottfried ve Paul Böhm kazanır. 2006 yılında caminin yapı planı için gerçekleştirilen bir tartışma platformunda aşırı sağcı “Pro Köln” isimli oluşum protestolar gerçekleştirir, caminin açılmaması için imza kampanyaları düzenler. Cami böylece yıllarca süren gerilimli tartışmaların odak noktası olur.
Köln Merkez Camii, bir yandan aşırı sağcı oluşumların örgütlenme kapasitesini keskinleştiren bir muhalefet nesnesine dönüşürken; diğer yandan Müslüman cemaat için, ibadethanelerini savunma pratiğini geliştiren ve camilerin avlulardan çıkıp şehir merkezlerinde görünür bir yer edinmesi yönünde, temel hakları açık yüreklilik ve şeffaflıkla talep etmeyi mümkün kılan bir sınav alanı işlevi görür.
Cami hakkında endişeli komşular, Müslüman karşıtları, yerel siyasetçiler ve Müslüman temsilciler arasında bir “kültür savaşı”na dönüştürülen cami, bir yanda Almanya’daki Müslümanların entegrasyonuyla ilgili tartışmaların, diğer yanda ülkedeki aşırı sağcıların neyi ne kadar söyleyebildiğiyle ilgili sınırların da yeniden düşünülmesine yol açar. Öyle ki dönemin Kuzey Ren-Vestfalya Eyalet Entegrasyon Bakanı olan Armin Laschet (CDU) – ki kendisi bir dönem sonra eyaletin başbakanı olacaktır-, “Demokrasilerde insanlar, hemen sağ radikal olarak nitelendirilmeden bir camiye karşı çıkabilme hakkına sahip olmalıdır.” ifadelerinde bulunacaktır.
55 metre yüksekliğinde iki minareye sahip, şehrin en işlek ilçelerinden birinin ve Köln’ün sembollerinden televizyon kulesinin hemen karşısında 1.200 kişilik devasa bir caminin inşası, o dönem “Alman topraklarının Müslümanlar tarafından ele geçirilmesi” veya “İslamcı işgalcilerin fethi” olarak spekülasyonlara konu olur.
Tüm bu tartışmalara rağmen, Köln Merkez Camisi’nin planlanması ve inşası esnasında şehri yöneten Fritz Schramma’nın (CDU), fakat Ehrenfeld şehir idaresi bünyesindeki Pro Köln haricindeki diğer partilerin, bu yapı planına kendi tabanlarından gördükleri tüm itirazlara rağmen destek vermesi takdire değerdir. Nitekim 2007 yılında Merkez Camisi’nin yapı planı, şehir idaresince kabul edilir ve 2014’te açılması planlanan cami, bir yanda mimari planlama tartışmaları, diğer yanda devasa bütçelerin ardından 2018’de, herhangi bir Alman siyasinin katılımı olmaksızın, dönemin cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımıyla açılır.
Böylece Almanya’nın en büyük ve en iddialı camisi de kendisine Köln’de tartışmalarla dolu bir tarihin ardından mesken bulmuş olur. Köln’deki cami inşası esnasında “Almanya İslamlaşıyor” şeklinde yaygınlaşan retorik, bundan sonra şehirde ve ülke genelinde diğer cami inşaatlarında da sıkça yenilenecek, Köln şehri de cami inşaatlarına karşı gösteriler düzenleyip imza kampanyaları toplayan aşırı sağcılarla ülkedeki çeşitliliği norm olarak kabul eden vicdanlı sesler arasında bir çarpışma sahnesi olmayı sürdürecektir.

14 Ekim 2022 tarihinde ilk defa açıktan okunan ezanı cami avlusunda dinleyenler. Fotoğraf: Mesut Zeyrek – AA.
İslami Sembolleriyle Köln Şehri
Köln, aynı zamanda Almanya’da “organize olmuş İslam” olarak isimlendirilen, büyük İslami cemaatlerin de merkezlerinin bulunduğu bir şehirdir. İslam Toplumu Millî Görüş’ün (IGMG) merkezi, Köln’ün Holweide ilçesinde yer alır. Diyanet İşleri Türk İslam Birliği (DİTİB) Merkezi, yukarıda tarihi anlatılan, Köln’ün sembollerinden birisi olan Ehrenfeld’teki Merkez Camisi’nde konumlanır. Avrupa Türk-İslam Kültür Dernekleri Birliği (ATİB) merkezi Neußer Caddesi’ndedir. İslam Kültür Merkezleri Birliği’nin (VIKZ) genel merkezi, Köln’ün Müngersdorf ilçesinde ünlü mimar Volkwin Marg tarafından tasarlanan devasa bir komplekste inşa edilmektedir.
Tüm tartışmalara rağmen İslam ve camiler, Köln’ün o kadar büyük bir parçasıdır ki, Ehrenfeld’teki camiye giderken, Almanya’daki diğer şehirlerin aksine cadde üzerindeki yön tabelalarında “Merkez Camisi” (“Zentralmoschee”) tabelasını görürsünüz. Yine Köln’ün en büyük takımlarından biri olan FC Köln, trikotlarındaki “Köln şehir silüeti”ne Merkez Camisi’ni de katmıştır. Daha sonra futbol takımı aşırı sağcı çevrelerden aldığı tepkiye karşın, “Cami, Köln’ün şehir silüetinin ayrılmaz bir parçası. Formamızdaki şehir silüetinde caminin de yeri olduğu bizim için çok açık.” açıklamasında bulunmuştur.
Bu anlamda Köln’ün, Almanya’nın diğer şehirlerinden çok daha farklı bir tınısının, atmosferinin olduğunu söyleyebiliriz. Bu güzel şehrin Müslüman sakiniyseniz, -kimse alınmasın ama- Berlin gibi karman çorman ve bir türlü hükmedilemeyecek bir hareketin yerine kısmen daha sakin, fakat yine de oldukça canlı bir şehir deneyimlersiniz. Almanya’nın doğu eyaletlerinde sokakta görünür Müslüman olarak yürümek en başta Müslüman kadınlar için belki tereddüt sebebiyken, Köln, genelde güler yüzlü ve şehrin çeşitliliğinden övünen insanlarla denkleştiğiniz bir yer olarak bilinir.
Fakat elbette, şehrin İslam karşıtı ırkçılıktan bütünüyle münezzeh olduğunu iddia etmek, gerçeklikten uzak olacaktır. Şehrin çeşitlilik çabalarının arkasında büyük çatışmalar ve büyüme tehlikesiyle karakterize bir ırkçılık da mevcuttur. Köln Belediyesi tarafından düzenlenen “Ayrımcılık Monitörü” isimli 2022 tarihli araştırmaya göre Köln şehrinde ırkçılık altında listelenen vakıaların yüzde 59’u, Müslüman karşıtı ırkçılıkla ilintili olmuştur.
Buna rağmen, 2021 yılında dönemin Köln Belediye Başkanı Henriette Rieker’in girişimi ile Köln’deki camilerin bazı şartları yerine getirmek koşuluyla 2 yıl boyunca hoparlörden ezan okuyabileceği bir model projenin de hayata geçirildiğini hatırlatmakta fayda var.
Dolayısıyla Köln, demografik bir kriz ve devasa sirkülasyonlu bir göç ile kendisini tehdit altında hisseden Alman toplumunun tabii olarak nitelendirilebilecek sancılarını bünyesinde barındırıyor. Şahsen ben tam da bu nedenle Müslüman karşıtlığı ve aşırı sağcılığın faturasını Köln şehrine kesemiyorum.
Benim gözümde Köln, bütün pürüzlerine rağmen Almanya’nın çeşitlilikle imtihanını elinden gelenin en iyi hâliyle veren şehirlerden birisi. Köln’ün mükemmel bir çeşitlilik abidesi olduğu iddiasına karşı çıkacakların haklılık payı olsa da, ben şahsen, İkinci Dünya Savaşı esnasında Britanya’nın halı bombardımanına maruz kalan ve binlerce bomba ile yüzde 90’ı yok edilen bu şehrin, Köln, tüm kusurlarına rağmen ayağa kalkabildi. Ben Köln’ün savaş yorgunluğunun, bugün şehir için bir uyarı niteliğinde olduğunu ve belki başkalarına irrasyonal gelecek biçimde 2025 yılında bile, her inşaat çalışmasında, şehrin altında ikinci dünya savaşından kalma bombaların bulunmasının, Köln sakinlerine, çatışmaların kanlı tarihini hatırlattığı için şehir insanının içgüdüsel bir şekilde daha dikkatli ve temkinli olduğuna inanıyorum.
Belki de bu yüzden Köln, tüm yaralarıyla birlikte, çeşitliliği bir tehdit değil; geçmişin karanlığına düşmemek için bir imkân olarak gören bir şehir. Savaşın gölgesini unutmayan ama geleceği birlikte kurmaya direnen bu şehir, bana hep şunu hatırlatıyor: Aynı toprağın altında hem bomba kalıntıları hem de birlikte yaşamanın filizleri var. Ve Köln, her seferinde filizleri büyütmeyi seçiyor, aradan baş gösteren dikenlere rağmen.
Dipnot
[1] Maren Möhring: “Fremdes Essen: Die Geschichte der ausländischen Gastronomie in der Bundesrepublik Deutschland.” 2012.