Kitlesel Gözetlemenin ABC’si
Kitlesel gözetleme faaliyetleri dünya genelinde korkutucu bir boyuta ulaşmasına rağmen meselenin vahameti birçok kişinin umurunda bile değil. Ulusal sınırlar içinde ve dışında izlenen herkesin potansiyel tehdit ve suçlu olarak görüldüğü gözetlemelerin anlaşılması için bazı soruların yanıtlanmasında fayda var.
Kitlesel Gözetleme Nedir?
Kitlesel gözetleme, bir halkın ya da grubun önemli bir kısmının ayrım yapılmaksızın takibe tabi tutulmasıdır. Bu gözetleme kişilerin mahremiyet hakkının sistematik olarak ihlal edilmesi anlamına gelir. Kitlesel gözetleme araçları ise veri kümesini iyi tanımlanmış hedeflerle sınırlama girişiminde bulunmadan herkesle ilgili veri üreten ve toplayan sistemlerdir.
Günümüzde devletler toplu gözetleme yöntemleriyle hayatımızdaki tüm alanları fiilen ele geçirebiliyorlar. Bugün bu durum giderek kanunen herhangi bir cürümle suçlanıp suçlanmadığına bakılmaksızın çok sayıdaki kişi hakkında bilgi üretilmesi, toplanması ve işlenmesi şeklinde kendisini gösteriyor. Bu ölçekte geniş bir gözetim, ispat yükümlülüğünü es geçerek iktidarın sorgulanamaz bir şekilde artışına hizmet edip bireysel eylemler üzerinde doğrudan etkiler oluşturuyor.
Kitlesel Gözetleme Yeni Bir Fenomen Mi?
Toplumların kitlesel olarak izlenmesi, temelde tüm dünyada yaşanan hızlı teknolojik gelişmeler sebebiyle çağımızda yükselişte olsa da tarihin her döneminde kullanılageldi. Toplu gözetlemenin en eski biçimlerinden birisi ulusal veri tabanlarıdır. Bu eski idari gözetleme teknikleri bir krallığın tebaasını kaydeden, kimliklerin dökümünü yapan, insanları numaralandıran ve kategorilere ayıran nüfus sayımlarını ihtiva etmektedir.
Veri tabanlarında arama yapılabilmesi, herhangi bir veri deposunu muhtemel bir soruşturma aracına dönüştürmekte ve trolleme ihtimalini arttırmaktadır.
Demokratik ülkelerde ulusal veri tabanlarının neden yasal olarak titizlikle düzenlenmesi gerektiğinin nedeni de budur. Nüfus sayımı veri tabanları, belli kişi veya grupların kimliklerini tespit etmek için kullanılmamak kaydıyla bir ülkedeki bireyler hakkında ayrıntılı bilgi toplar. Kimlik kütükleri çok özel amaçlar için kullanımla sınırlanmalı ve ayrımcılığa ya da kimlik sorma yetkililerinin istismarına izin verilmemelidir. Eşleştirmeler için biyometriğin giderek artan kullanımı ve kimlik veri tabanlarının sorgulatılabiliyor oluşu, sistemin asıl amacı dışında kötü maksatlarla kullanımını da mümkün kılmaktadır.
Kamusal alandaki kitlesel gözetleme ise kapalı devre televizyon kameralarının (CCTV) kullanımıyla olağan hâle gelmiştir. Eski sistemler çekilen resimlerle kişisel bilgileri birbirine sınırlı şekillerde bağlayan bulanık görüntüler topluyordu. Şimdi ise daha sonra incelemek üzere insanların hareketlerini takip etmek ve depolamak mümkün. Çok sayıdaki insanın otomatik ve gerçek zamanlı kimlik tespiti artık yapılmakta ve böylece bu bilgilerin ileride kötüye kullanılması riski de artmaktadır.
Kitlesel Gözetleme Hangi Biçimlerde Kendisini Göstermektedir?
Veri tabanları ve kapalı devre televizyon kameraları hâlâ mevcut ve kullanımda olsa da kitlesel gözetlemeyle ilgili son tartışmaların odağında telefon ve bilgisayarlarımız aracılığıyla kurduğumuz sosyal iletişim var.
İş telefon casusluğuna geldiğinde devlet mercileri belli bir alanda bulunan bir baz istasyonu kapsamında cep telefonu operatörlerinin elinde bulunan erişim üzerinden (kapsama alanı) herhangi birinin verilerine artık ulaşabilmektedir. İlaveten yetkililerin bireyler arası iletişimi izleyebilmesini ve sınırlandırılmış bir alanda (örneğin sahte baz istasyonları kurarak bir protesto gösterisinde) tüm cihazları tespit edebilmesini sağlayan mobil gözetim araçlarının kullanımında da artış görmekteyiz.
Büyük toplulukları yönetmek ve denetlemek maksadıyla hayata geçirilen, ancak daha sonra amacı “kamusal” hareketleri zapt etmeye dönüşen mekanizmalar olan kitlesel gözetleme teknikleri artık sadece halka dönük faaliyetlerle sınırlandırılmamaktadır. Örneğin devletler, talep hâlinde devlet kurumlarının ulaşabilmesini temin etmek üzere servis sağlayıcılar tarafından tüm iletişimin kayıt ve muhafaza edilmesini zorunlu hâle getiren yasalar çıkarmıştır. Bununla beraber, pek çok mahkeme bu tür gözetim politikalarını mahremiyeti ihlal olarak nitelendirmiştir.
Kitlesel gözetleme teknolojileri giderek yayılıp kaynak sınırlamaları ortadan kalktıkça devletlerin etki alanı sonsuz hâle gelmektedir. Artık bütün bir ülkenin muhaberat içeriğini takip ve muhafaza etmek, sualtı kablo şirketleri, telefon şirketleri ve internet servis sağlayıcılardan iletişim ve kılavuz verilere doğrudan ulaşmak mümkün.
Fiiliyatta devletlerin bu geniş erişim ve sorgulanamaz gözetimle gelen güçle yapabileceklerinin sınırı yok. Örneğin fiber optik kabloları elinde bulunduran devletler, şifrelenmemiş herhangi bir iletişim içeriğini -telefon aramaları, internet aramaları, mesajlar, e-postalar, fotoğraflar ve sosyal medya bağlantıları- o kablolar üzerinden toplayabilmekte ve okuyabilmektedir. Bu bilgilere -ses, metin ve yüz tanımadan ağ ve ilişki haritalama, davranış analizi ve duygu tespitine kadar- bir dizi inceleme tekniği ve filtre uygulanabilmektedir.
Kitlesel gözetleme iletişimin gözetlenmesini de aşacak. Bizler “akıllı” cihaz ve şehirlere doğru ilerledikçe daha çok hareketimiz toplanıp incelenecek. Akıllı şehirler, kamera ve alıcı kullanan bireyleri ve araçları takip ederken akıllı araçlar bütün elektrik tüketimimizi rapor edecek. Bu nedenle yasalar hepimizi takip etmeye ve fişlemeye çalışan bu yeniliklerle ilgili olarak güncellenmelidir. BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliğinin 2014’te işaret ettiği üzere, “küresel siyasi, iktisadi ve toplumsal hayatın giderek daha fazla bağlandığı teknolojik platformlar yalnızca kitlesel gözetime açık olmakla kalmıyorlar, bunu kolaylaştırabiliyorlar da.”
Kitlesel Gözetlemeye Dair Yasal Çerçeveler Nelerdir?
Kitlesel gözetleme ayrım yapmayan bir fenomen. İnsan hakları kanunları, demokratik toplumlarda gerekli olduğu üzere mahremiyete yapılacak herhangi bir müdahalenin meşru ve orantılı olmasını gerektirmektedir. Meşru bir amacı karşılıyor gibi görünse de kitlesel gözetleme orantılılık ve gereklilik kriterlerini karşılayamamaktadır.
Burada kilit nokta devletlerin, toplanan bilginin asgariye indirilmesi için gerekli koruyucu tedbirleri uygulamaya koymada sıklıkla gönülsüz olmasıdır. Kimlik programları gittikçe daha fazla bilgi toplamakta ve daha fazla işlem için zaruri hâle gelmekte; DNA veri tabanı yasaları masum insanlara ait numune ve dosyaları ihtiva eden gereksiz bilginin silinmesine karşı çıkmakta ve iletişim gözetleme programları giderek “her şeyi toplama”ya çalışmaktadır.
Kitlesel gözetlemenin yasal olup olmadığına karar verilirken mahkemeler gözetimin kapsamını, o alandaki koruyucu tedbirleri, gözetlemenin çeşidini ve toplumsal ihtiyacın önemini dikkate almışlar, insanlar hakkında bilginin toplanması ve muhafaza edilmesinin denetlenmesi gereken bir eylem olduğuna karar vermişlerdir. Bilgiyi inceleyen, kullanan ve depolayan gözetimi mümkün kılan salt güç, mahremiyet hakkını ihlal etmektedir. Kişisel bilgilerin aranabilir olduğu veri tabanlarının sistematik olarak toplanması, işlenmesi ve muhafazası, nispeten rutin bir iş bile olsa, özel hayata saygı hakkının ciddi anlamda ihlalini ihtiva etmekte ve bu nedenle gerekçesiz aramalara karşı korunmayı gerektirmektedir.
“Her Şeyi Toplamak”ta Ne Gibi Bir Sorun Var?
Devletler kitlesel gözetleme etrafında cereyan eden söylemlerin rengini değiştirmekte gecikmeyip yaptıkları şeyin “yığın veri toplama” olduğunu söylemekte ve bu toplamanın mahremiyet haklarını ihlal etmeyen masum bir tedbir olduğunu ileri sürmektedirler.
Ancak devletlerin çoklukla işaret etmediği nokta bu bilgi koleksiyonunun bizim mahremiyetlerimiz ihlal edilerek ortaya çıkarılmasıdır. Kitlesel gözetleme programları tek bir temel amaç üstüne kuruludur: “Her şeyi topla. Deş, sonuç çıkar; korelasyon, şablon, şüpheli fikir ya da sözcük, müphem ilişki ya da bağlantı var mı yok mu araştır.”
Herkesin şüpheli varsayıldığı bir noktadan başlayan kitlesel gözetleme, yalan yanlış bağlantılar ve haksız varsayımların kurulmasını teşvik etmektedir. Kişileri birbirleriyle herhangi bir tesadüften öteye geçemeyecek bir malumat temelinde -ortak bir paylaşım sitesi, aynı anda ziyaret edilen bir web sitesi, aynı baz istasyonuna bağlı bir telefon- bağlantılandırmayı ve bu bağlantıların mahiyetine dair sonuçlar çıkarılmasını mümkün kılar.
Yetkililerin şu anda bir kişinin tüm hayatını ilgilendiren bilgilere ulaşma imkânı bulunmaktadır: Sabah uyandığı andan gece yatıncaya dek yaptığı, söylediği, düşündüğü, gönderdiği, satın aldığı, öğrendiği, kaydettiği ve edindiği her şey ve kiminle nereye gittiği. Kitlesel gözetlemeye dair en katı denetime sahip yasal çerçeveler bile bu yetkinin istismarı ve bilginin kötüye kullanımına, ayrımcı tutumlar ve yapısal ön yargılara ya da hatalara açık kapı bırakmaktadır.
Böylesi bir istismar, ayrımcılık ya da hataya maruz kalma tehdidi bizlerin eylem, konuşma ve iletişim kurma şekillerimizi etkilemektedir. Buna gözetimin “soğutma etkisi” denir: Gözetim vesvesesi kişinin haklarını meşru bir biçimde kullanmasını engelleyebilmekte, sınırlayabilmekte ya da kişiyi caydırmaktadır.
Bu etkiler yalnızca mahremiyet haklarının ihlalini içermemekte, fikir ve kanaatlerin rahatça oluşturulması ve ifade edilmesi, bağlantı kurma ve örgütlenme, hâkim siyasi ideolojilerle hemfikir olmama ve statükoyu değiştirmeyi talep etme imkânları üzerindeki geniş çapta toplumsal etkiyi arttırmaktadır.
BM İfade Özgürlüğü Özel Raportörünün 2013 yılı raporuna göre devletler kişilerin kendi mahremiyet haklarına riayet, bunların muhafazası ve desteklenmesi olmadan serbestçe bilgi alış verişinde bulunmalarını ya da kendilerini ifade etmelerini sağlayamamaktadır. Bununla paralel bir şekilde kitlesel gözetleme en sonunda, itaati mecbur kılacak, yeniliği sınırlayacak, yaratıcılığı baltalayacak ve hayal gücünü azaltacaktır.