'Thüringen Krizinin Ardından'

Garp Kurnazlığı İle Gelen Siyasal Afet

Nasıl olur da siyasi merkezde yer alan bir parti geleneksel siyasi işleyişi yok sayar? Yine nasıl olur da Almanya’nın en köklü partilerinden olan FDP güç uğruna kökleşmiş kuralları heba eder?

Afd Thüringen

Almanya milat olarak nitelendirilebilecek ve bu nedenle de uzun süre konuşulacak siyasi bir felaketi geride bıraktı. Başbakan Merkel’in Güney Afrika’dan “affedilemez” olarak nitelendirdiği, siyasilerin ve uzmanların ana hatlarıyla “deprem”, “tabu kırıcı” veya “darbe” olarak değerlendirdiği bir olay yaşandı. Depremin artçı etkileri Berlin’de fazlasıyla hissedildi. Liberal Parti (FDP) Genel Başkanı Christian Lindner parti içinde güven oylamasına gitti. Başbakan Merkel hükümetin Doğu Almanya konularını takip eden federal düzeydeki sorumlusu Christian Hirte’yi görevinden aldı ve daha da kötüsü Hristiyan Demokrat Birliği (CDU) Genel Başkanı Annegret Kramp-Karrenbauer genel başkanlığı bırakacağını ilan etti. 

Bu süreçte başından sonuna kadar bu siyasi depremin ülkeye verdiği zararlar noktasında pansuman yapmaya çalışan aktör merkez medyası idi. Alman medyası, kuvvetler ayrılığında dördüncü güç olduğunu gözler önüne sererek siyasete ayar çekti. Eyalet başkenti Erfurt merkezli siyasi olağanüstü hâlin sonunda ülke içinde utanca neden olan bir durumdan geri dönüldü ve süreçte gereğini yerine getiremeyen siyasi aktörler hesap verdi. Her ne kadar yaralar sarılsa da ülkenin siyasi belleğinde izler kaldı. Çünkü yaşanan çabuk unutulur cinsten bir şey değildi. Alman kamuoyu bir yandan ülkenin faşist Nazi rejimi ve ikinci dünya felaketinin ardından edindiği siyasi kültür açısından asla yaşanmaması gereken bir durumun ayak oyunlarıyla nasıl mümkün olabileceğine şahit oldu. Öte yandan köklü ve güçlü toplum, siyaset ve medya refleksleriyle krizin nasıl aşılabileceğini de gördü.  

Thüringen’de Ne Oldu? 

Söz konusu siyasi sarsıntıyı anlamak için o gün Erfurt’ta neler yaşandığını tekrar hatırlamakta  fayda var: 27 Ekim 2019 tarihinde yapılan eyalet seçimlerinde Sol Parti yüzde 31 oyla birinci, aşırı sağ Almanya İçin Alternatif Partisi (AfD) yüzde 23 oyla ikinci, Hristiyan Demokrat Birliği (CDU) yüzde 21 oyla üçüncü ve Sosyal Demokrat Parti (SPD) yüzde 8 oyla dördüncü olmuştu. Liberal Parti (FDP) ise yüzde 5 oy alarak meclise girmeyi başarmıştı. Almanya’daki siyasi gelenek ve ilkeler dikkate alındığında böyle bir tabloda kimin eyalet başbakanı olacağı bellidir. Sol kanat, Sol Parti’nin adayı Bodo Ramelow’un liderliğinde ve SPD ile Yeşiller’in desteğiyle, mecliste salt çoğunluğa sahip olmadıkları için bir azınlık hükümeti kurabilir, Ramelow başbakan olabilirdi. Ancak seçimlerden altıncı parti olarak çıkmış ve kıl payı Meclis’e girmeyi başarmış FDP’nin adayı Thomas Kemmerich Meclis’te yapılan oylamada Başbakan olarak seçildi. Sol partinin adayı Bodo Ramelow’a karşı giriştiği yarışta 44’e karşı 45 oy alarak, yani bir oy farkla galip geldi. Hem de üçüncü turda adeta son dakika manevrasıyla aday olarak ve aşırı sağcı AfD’nin desteğiyle. Siyasi teamüller ve ilkeler yok sayılarak. 

 Haber ajansları 5 Şubat tarihinde yaşanan olayı sıcak gelişme olarak servis ettiğinde Almanya siyasi bir şokla karşı karşıya kaldı. Medya âdeta olağanüstü bir hâl ilan etti. Nasıl olur da siyasi merkezde yer alan, hatta merkezin de merkezinde olarak tanımlanabilecek bir parti geleneksel siyasi işleyişi yok sayar? Yine nasıl olur da Almanya’nın en köklü partilerinden olan FDP güç uğruna kökleşmiş kuralları heba eder? Nasıl olur da eyalet meclisinde en küçük gruba sahip olan bir parti öncesinde bazı görüşmeler yaparak garp kurnazlığı ile eyaletin başbakanını belirler? En önemlisi de nasıl olur da Liberal Parti faşistlerin yer aldığı bir partinin desteğine ve böylelikle onların daha da meşrulaşmasına göz yumar?

Bu sorular siyasetin sadece seçmek veya seçilmekle ilgili teknik bir alan olmadığını gösteriyor. Oy vermek veya seçilmek siyasi alanın iskeletiyse, siyasete vücut veren başka temel vasıflar da var. Thüringen krizi siyasal kültür, gelenek, değer veya ilke olarak tanımlanan mefhumların, adı geçen teknik işleyişe anlam ve hayat kattığını gözler önüne seriyor. Bu mefhumlar siyasi mekanizmayı ve işleyişi öngörülebilir kılıyor, toplumdaki çoğunluğun ortak aidiyetini güçlendiriyor. Bu nedenle de nüfusun ekseriyetine güven ve rahatlık veriyor. 

Aşırı Sağ Parti, Canlanan Tarih ve Göçmenler

Bu nedenle, Thüringen’e dair gündeme gelen konular arasında “siyasal kültür” ve “değerler” başlıkları da yer aldı. Nazilerin geride bıraktığı cinayetlerin ve enkazın ardından yeniden kurulan çağdaş Federal Almanya Cumhuriyeti’nin değişmez kırmızı çizgileri vardı. İnsan düşmanı bir ideoloji olan faşizme ve onun tarihsel öncülerine hayranlığa yaşam hakkı tanınmayacaktı. Ancak bugün itibarıyla tam da bu vasıflara sahip bazı kişilerin bulunduğu Almanya için Alternatif Partisi (AfD) başta federal meclis olmak üzere birçok eyalet meclisinde yer alıyor. Buna karşın Almanya, kurumlarıyla ve medyasıyla bu partiyi ehlileştirme, kırmızı çizgileri aştırmama mücadelesi veriyor. Aşırı sağcı, İslam düşmanı, göçmen karşıtı olan bu partinin değer yargılarını ve kültürel yaklaşımlarını dönüştürmesi bekleniyor. Aklı selim kanaat önderleri ve kurumsal sorumluluk sahibi kişiler, etnik kimlik üzerinden değil kültürel-dinî kimlik üzerinden ırkçılığı güncelleştiren ve böylelikle canlandıran bu partinin toplumsal bütünlük adına nasıl bir tehdit oluşturduğunun farkında.

Böyle bir tabloda tarihî hafıza yeniden gündeme geldi. Adolf Hitler’in dönemin Alman İmparatorluğu  Başkanı Paul von Hindenburg ile tokalaşmasıyla bugün arasında kıyaslamalar yapıldı. Siyasi ahlakı yok sayan bir kurnazlıkla ve faşist unsurları barındıran bir partinin desteğiyle kendisini başbakan seçtiren liberal Thomas Kemmerich ile Björn Höcke’nin tokalaşması aynı kategoride değerlendirildi. Ülkenin ve milyonlarca insanın felaketine neden olan tarihteki olayların yeniden yaşanmaması adına büyük bir hassasiyet gösterildi. Toplumda bu hassasiyetlere inanan bazı gruplar sokağa çıktı. 

Ülke adına kazanç olarak değerlendirilebilecek bir diğer nokta, AfD destekli bir eyalet başbakanına geçit verilmemesinin, ülkede yaşayan göçmenlerin, yeni Almanların veya yeni Almanyalıların ülkeyle olan aidiyetini olumlu etkilemesiydi. Göç kökenli bir kişi, kendisine karşı olan, hatta düşman olan unsurları barındıran bir partinin, her ne kadar halk desteği alsa da, toplumun ve sistemin çoğunluğu tarafından kabul edilmediğini gözlemledi. Bu ülkede toplumun çoğunluğunun kendinden yana olduğunu müşahede etti. Bu olumlu gözleme rağmen gelecek adına zihinleri meşgul eden şu yönde bir soru da söz konusuydu: Toplumsal bütünlük ve dayanışma adına sevindirici olan bu durum ilerleyen yıllarda da yaşanabilir mi?

On Yıl Sonra Ne Olacak?

Bu sınavın gelecekte hangi derecede ve ne kadar gösterileceği ayrı bir tartışma konusu. Nitekim on yıl önce telaffuz bile edilemeyen bazı ırkçı ve İslam düşmanı söylemler bugün normalleşmiş durumda. Sarrazin’in kamuoyunu ve PEGİDA’nın sokağı kültürel ırkçılıkla zehirlemesinin ardından kendini bu çizgide gören akım, AfD adı altında ete kemiğe büründü. AfD Almanya’nın partileşmiş, kurumsallaşmış bir yapısı hâline geldi. Bu partiyi destekleyen iş adamları, bu dünya görüşünü yaygınlaştırmaya çalışan medya araçları, mal varlığını bu partiye miras olarak bırakan fedaileri var. Hatta Alman siyasal sisteminde önemli bir yumuşak güç unsuru olan siyasi vakıfları bile var. Böyle bir tabloda ülke yönetiminde kilit noktada olan merkezi mekanizmaların on yıl sonra nasıl bir noktaya evrileceğini tahmin etmek zor. Thüringen’deki olayı bundan beş yıl önce bir kişi basit bir gelecek senaryosu olarak kurgulasaydı, bunun gerçek olabileceğine hiç kimse inanmazdı. Ama dün ihtimal dışı gözüken bir siyasi tablo 2020 yılının ilk aylarında Thüringen’de denendi. Bu denemeyle birlikte aşırı sağcı, ırkçı ve İslam karşıtı olan AfD’nin bir “merkez partisi” (bürgerlich) olarak kabul edilip edilmeyeceği ile ilgili tartışmalarda her kesimi doğrudan ilgilendiren yeni bir dönem başladı.  

AfD’nin ne kadar ehlileşip ehlileşmeyeceğini bir dahaki genel seçimlere kadar daha iyi müşahede edeceğiz. Fakat kuruluşundan bu yana daha da sertleşen, aşırı sağcı ve faşist tipleri içinde barındıran ve bu sebeple bazı alt birimleri Federal Anayasayı Koruma Dairesi tarafından gözlem altına alınan bu partinin sistem içerisinde normalleşeceğini gösteren herhangi bir emare henüz görülmedi. Yakın zamanda da görüleceğe benzemiyor. Aksine AfD değişmektense değiştirmeye zorluyor.

Ünal Koyuncu

Siegen Üniversitesi siyaset bilimi, sosyoloji, tarih dallarında yüksek lisans eğitimini tamamlayan Koyuncu’nun uzmanlık alanları göç, entegrasyon, diaspora politikaları ve Avrupa ülkelerinde Müslümanlar gibi konulardır. Koyuncu, İslam Toplumu Millî Görüş (IGMG) bünyesinde Ülke Masaları’nı koordine etmektedir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler