“Mültecileri Yönetim Krizi Daha Da Derinleşecek”
29 Şubat’ta Türkiye’nin sınırlarını açtığını ilan etmesinden beri Avrupa sınırlarında büyük bir insanlık trajedisi yaşanıyor. Türkiye ve Yunanistan arasında kalan, içlerinde çocuk, bebek, kadın ve yaşlıların da bulunduğu mülteciler soğuğa, yağmura ve gaz bombalarına karşı hayatta kalma mücadelesi veriyor.
Geçtiğimiz yıllarda Avrupa Birliği (AB) ile Türkiye arasında mültecilere dair çeşitli anlaşmalar yapılmış ve mültecilerin AB’ye geçişini önlemek üzere Türkiye’nin “Avrupa’nın kapı bekçisi” (Türsteher) olması karşılığında da finansal destek vaatlerinde bulunulmuştu. Bu anlaşmalar mültecilerin insanlık onurunu yok sayan ve savaştan kurtulan mültecileri açlık, soğuk, işsizlik gibi şartlarda ölümlerden ölüm seçmeleri neticesinde ya botlarla Akdeniz’e yahut tehlikeli Balkan rotasına mecbur bırakmıştı. Mülteciler siyasi anlaşmazlıklara alet edilip pinpon topu gibi bir sınırdan diğer sınırdaki çıkmaz yollara itilmişlerdi. Mültecileri göçe mecbur bırakan ekonomik krizler, ambargo ve savaşları konu edinmektense AB kısa vadeli çözümler aramış ve sorumluluğu zaten ekonomik krizden mağdur olan ve Avrupa’nın en zayıf üyelerinden Yunanistan ve İtalya gibi ülkelerin sırtına yüklemişti. Bütün bunlar göz önüne alındığında bu küresel krizin yeniden patlak vermesi an meselesiydi aslında.
Sınırı Geçen Mültecilerin Çoğunluğu Afgan
Kamuoyuna eksik yansıyan diğer bir bilgi ise özellikle Akdeniz üzerinden Yunanistan’a göçen mültecilerin birçoğunun Suriyeli değil Afganistan, Pakistan, İran veya Irak gibi ülkelerden gelen gençler olması. Washington Post’a görebunun en önemli nedenlerinden biri Trump’ın İran’a uyguladığı ambargo politikası. Bu yaptırım özellikle İran’da yıllardır göçmen olarak yaşayan ve yasal haklara sahip olmayan yüzbinlerce mülteciyi yeniden göçe mecbur bıraktı. Türkiye İçişleri Bakanlığı verilerine göre 2019 yılında Türkiye’ye düzensiz göç yaparken yakalanan en büyük grup Afganistan vatandaşlarıydı. Afgan göçmenlerin sayısı 2019 yılında 184.000’e ulaşmıştı. Afgan göçmenler, Türkiye’de Suriyeli mültecilerin sahip olduğu sağlık ve Avrupa Birliği tarafından finanse edilen nakdi yardım desteklerinden faydalanamıyor. Bu durum ise mülteciler arasında bir sınıflaşmaya yol açıyor ve Suriyeli olmayan mültecilerin yaşam şartlarını Türkiye’de ayrıca zorluyor. Son çareyi Avrupa’ya göçte gören gençler şu an Avrupa ile sınır ülkeler arasında sıkışıp kalmış durumdalar. Mültecilere dair yönetim krizinin başladığı 2015 yılından beri Hırvatistan, Yunanistan, Sırbistan ve hatta Macaristan gibi ülkelerde Balkan rotasına takılan, 5 yıldır sınır kamplarında mahsur kalan, geleceği belirsiz bir şekilde kayıtlara geçen en az 20.000 mülteci hâlâ insanlık dışı şartlarda yaşıyor.
“Lesbos (Midilli) Adası Rostock-Lichtenhagen’i Hatırlatıyor”
Yunanistan’ın Midilli adasında 2015 yılında Akdeniz’den botlarla gelen binlerce mülteci gönüllüler tarafından can yelekleriyle karşılanırken bugün ırkçı bir grubun mülteci botlarını darp ettiğini ve ada sakinlerinin ırkçı yürüyüşler gerçekleştirdiğini görüyoruz. Görgü tanığı muhabir Michael Trammer bir röportajındaadaya botlarıyla yaklaşan mültecilere karşı ırkçı saldırılara karşı polisin müdahale etmediğini, mültecilerin halkın saldırıları karşısında yalnız bırakıldığını ve aktüel gelişmelerin Almanya’nın Rostock şehrinde 1992 yılında gerçekleşen korkunç olaylara benzediğini söylüyor. Rostock-Lichtenhangen’de 1992 yılında aşırı sağcı ve ırkçı bir grup 3000’e yakın seyirci eşliğinde bir mülteci yurduna önce saldırmış, daha sonra kundaklamıştı. Polis ve itfaiye ise olaya müdahale etmemişti. Bu saldırı Almanya’da İkinci Dünya Savaşı’nın ardından aşırı sağ tarafından gerçekleştirilmiş en büyük saldırı olarak kayıtlara geçmişti.
Lesbos’taki eski bir askeri üs olan Moria kamp alanı 2016 yılında mülteciler için 8000 kapasiteli bir hapishaneye çevrilmişti. Yalnız 3 yıl boyunca devam eden göç hareketliliğinden dolayı şu an kamp yerinde 20.000’e yakın mülteci insanlık dışı şartlarda yaşamaya devam ediyor.
Mülteci Çocuklarda Görülen Psikolojik Hastalık
Mültecilere dair yönetim krizinin en somut göstergelerinden biri, başta İsveç, sonra da Lesbos’taki mülteci çocuklarda görülen ve “resignation syndrome”, “Pervasive Refusal Syndrome” (PRS) veya “Giving-up sendromu” gibi ifadelerle isimlendirilen “Vazgeçme Sendromu”. Konuşma, yeme, hareket etme, sosyal yaşama katılma, kişisel hijyen ve bakım gibi doğal ihtiyaçlara karşı ilgisizliğin kaydedildiği bu hastalıkta mülteci çocuklar ağır depresif bir duruma, hatta koma benzeri bir hâle giriyorlar. Bütün gün çadırda kayıtsızca oturan çocukların zamanla hayata karşı bağları kopuyor, aileleri ya da kendileri benzersiz bir şekilde şiddet görmüş, kendileri de bu şiddete tanık olmuş mülteci çocuklarda bu psikolojik gerilim “yaşarken kendini ölüme mahkûm etmek” gibi bir durumla sonuçlanıyor. Bu hastalığın, çocuk yaşlarda hiçbir şekilde karşılaşmaması gereken olaylarla karşılaşan mülteci çocuklarda dünya kamuoyunun da marifetiyle ortaya çıktığı açık.
Potsdam Belediye Başkanı: “Hemen Harekete Geçilmeli”
Postdam Belediye Başkanı Mike Schubert (SPD) Yunanistan’ın Lesbos Adası’ndaki Moria mülteci kampını ziyaret ettikten sonra durumu “Avrupa için utanç” ifadesiyle tanımladı. Schubert Şubat ayının sonunda Yunanistan’ın Lesbos’taki Moria mülteci kampını ziyaret ettikten sonra derhal harekete geçilmesi çağrısında bulundu. Schubert yaptığı açıklamada, “Moria’da 14 yaşın altında refakatsiz 500 çocuk resmî olarak Yunan kamplarında kayıtlı. Birçok Alman şehri refakatsiz çocuklar için yer sundu, bu konuda yardımcı olabiliriz.” ifadelerinde bulundu. Almanya için çok da alışıldık olmayan bu çağrıyı yapan Schubert, Akdeniz adalarındaki mülteci kamplarını ziyaret eden bir heyete katılmıştı. Ziyaret, “Seebrücke” hareketi ve Almanya’daki Protestan Kilisesi (EKD) tarafından hayata geçirilmişti.
AB gibi üst düzey siyasi karar katmanlarının yanı sıra Schubert gibi yerel politikacıların da mültecilerin içinde bulunduğu insanlık krizini çözmek adına harekete geçmesi zorunlu. Zira Türkiye’den yükselen çağrı, mültecilere dair yönetim krizinin çok daha derinleşeceğini gösteriyor. AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, Türkiye’nin yeni bir mülteci dalgasını taşıyamayacağını açıkladı. Türkiye’nin kapasitesinin artık dolduğunu ifade eden Çelik şöyle dedi: “Suriye’de Esad’ın yaptığı savaş saldırılarının neticesinde hem Türkiye içerisindekiler Avrupa’ya doğru hareketleniyor, hem de Suriye topraklarından Türkiye’ye doğru bir hareketlenme var. Mülteci politikamız aynı, ama ortada bir durum var: Artık mültecileri tutabilecek durumda değiliz.”
2020 yılının mültecilerle ilgili yeni ve daha büyük bir insani kriz doğuracağı açık. Bu krizi çözmek sadece Türkiye’nin ve AB’nin sınır ülkelerinin değil, tüm dünyanın sorumluluğu.