'Toplumsal Hareketler'

Toplumsal Hareketliliğin Yeni Düzeyini Anlamlandırmak

Küresel ölçekte toplumsal hareketliliğin yükselişine şahit oluyoruz. İsrail’de, Lübnan’da, Belarus’ta ve ABD’de kitlelerin talepleri farklılaşsa da esas itibariyle mobilizasyonlarına yönelik temel odak noktalarının benzeştiğini söyleyebiliriz.

Fotoğraf:Shutterstock.com

Küre çapında toplumsal hareketliliğin yükselişine şahit oluyoruz. İsrail’de, Lübnan’da, Belarus’ta ve Amerika Birleşik Devletleri’nde kitlelerin talepleri birbirlerinden farklılaşsa da esas itibariyle mobilizasyonlarına (hareketlenmelerine) yönelik temel odak noktalarının benzeştiğini söyleyebiliriz: mevcut siyasi liderlerden ve onların etraflarında öbekleşen elitlerin söylemlerinden/tarzlarından, ayrıca bunlar arasında gruplaşmanın birleştiricisi olarak görülen çıkar ilişkilerinden, liderlerin yaygınlaştırdığı siyasal kültürden halk kitlelerinin uzaklaşma eğiliminde oldukları görülmektedir. Bu durum ise kitlelerin örgütlü siyaset yapma eğilimlerini olgunlaştırmamak bir yana, bu gruplar içinde özerk alanların ortaya çıkmasına sebebiyet veriyor ve başına buyrukluğun temel toplumsal motif olarak öne çıktığına şahit olunuyor.

Bugünlerde görülen halk hareketliliklerinin örgütlü siyasetin fikir setlerine (siyasi parti), ideolojik kavramlarına (sol ve sağ) ve kurumsal aidiyeti belirten kimliğine (partizanlık) dönük yeni siyaset alternatifi sunmadığı aşikâr. Esasında şahit olunan durum, popülist siyasetin teşvik ettiği kitlesel hoşnutsuzluğun ve bugünlerde görülen sistemik krizin örtüşerek kamusal alanı sınırlamasıdır.

Netanyahu, Lukaşenko ve Trump narsisistik kişiliklerinin motive ettiği çatışmanın ve saldırganlığın sürekli sürdürülmesinde bu açıdan siyasi fayda görüyorlar. Popülist siyaseti destekleyen seçmenlerin adalet, eşitlik ve özgürlük arayışları yukarıda bahsedilen siyasiler eliyle sürekli manipüle ediliyor bu yollarla. Eşitsizliğin ve adaletsizliğin kaynağını devletin mevcut kurumlarında olduğunu düşünen popülist elitler bu alanı zayıflatmaya ve bu boş odaklara yerleşmeye odaklanıyorlar.

Öte yandan siyasetin kurum, değer ve elit düzeylerinde tekelleşmesi oligarşik eğilimleri besliyor. Bu eğilimler ise zamanla siyasal alanda merkez ve çevre gerginliğine benzer yeni tür mücadele ve çatışma alanları oluşturuyor. Etnik kökenin, sınıfsal aidiyetin, dini kimliklerin ve demografik dağılımın içerik kazandırdığı yeni çevresel sınırlar merkezin siyasetine meydan okuyor böylece. Bu açıdan bugünlerde görülen halk hareketliliğini salt iktisadi dinamiklerle açıklamak mümkün gözükmüyor.

Makro ölçekte ele alınacak olursa, kaynakların eşitsiz dağılımının beslediği ve büyüttüğü yapısal kriz gerçeği önemliyken; mikro ölçekte ise yeni bir tür kimlik krizinin hareketlendirdiği milliyetçiliğin içeriğine ve işlevine dönük kargaşa halinin ön planda olduğu gözüküyor. Tam bu noktada milliyetçiliğin sivil ve içerici bir düzlemde siyasal alanda hâkim olması vatandaşlık kurumunu güçlendirerek bu kriz halinden çıkışa kapı aralayabilir. Öte yandan milliyetçiliğin dar ve dışlayıcı bir eksende popülerleşmesi ise bahsedilen ülkeler içerisindeki dini, etnik ve kültürel sosyal yarılma hatlarını etkinleştirerek krizi içsel ve yapısal bir düzeyden bölgesel ve küresel jeopolitik eksenlerdeki istikrarsızlıklara tahvil etme tehlikesi de mevcut. Burada kritik nokta, belirli bir ulusa ait olma hali olan milliyetçilik ile demokratik siyaseti genişletecek olan halkçılık özlü milliyetçiliğin nasıl dengeleneceğinde yoğunlaşıyor. Bu o kadar önemli ki, milliyetçiliğin alacağı formlar bölgesel ve küresel jeopolitiğin riskli alanlarını daraltacak veya genişletecek kapasiteye sahip. Milliyetçilik ise 19.yy’ın endüstrileşen dünyası gibi şehir merkezlerinde kendine yön arıyor.

Toplumsal hareketliliğin şehir merkezlerinde yoğunlaşmasının bir nedeni de kurumsal siyasetin (partili ve örgütlü) zayıflığı olsa gerektir. Kovid-19 pandemisiyle zorlaşan iktisadi hayat hükümetlerin maliye araçlarını kullanarak bir dizi genişletici sosyal politika izlemesine yol açtı. Krizin büyüklüğü finans ve maliye araçlarının da sınırlılığını göstermesi açısından önemliydi. Ülkelerde rekor işsizliklerin görülmesi ve bilhassa hizmet sektörünün ağır darbe alması bu açıdan dikkate değer gelişmeler. Buralarda istihdam olunan milyonlarca kişinin geleceğe dönük beklentilerinin olumsuzlaşması görülüyor. Büyük şehir merkezleri ulus-devletler için iktisadi faaliyetlerin yoğunlaştığı alanlar olmanın ötesinde buraların siyasetin de hareketli olduğu coğrafi mekanlar olarak öne çıktığını görüyoruz. İktisadi faaliyetlerin eskisine nazaran küresel formasyonunun güçlü olması ülke sınırları dışında yaşanan her türden gelişmelere bu mekanların ekonomisini ve çalışanlarını daha açık hale getiriyor ve bu da kırılganlığı arttırıyor.

Eş Anlı Toplumsal Hareketliliğin Kaynakları

Burada temel araştırma düzeyi ve analiz problemi küresel ölçekte gün geçtikçe yaygınlaşan eş anlı toplumsal hareketliliğin kaynakları neler olabilir sorusu üzerine odaklanıyor. Tarihsel, toplumsal ve coğrafi olarak birbirinden ayrışan bu ülkelerde siyasetin değişen anlamından bahsetmek mümkün gözükmüyor. Bu noktada İsrail örneğine bakmakta fayda var.

İsrail’in kurucu siyasi elitleri 1948 yılında yönettikleri küçük ölçekli siyasi birim olan Yişuv’un egemen bir devlet olan İsrail olarak kuruluşunu ilan etmişlerdi. Yeni kurulan bu devlete gelen Yahudiler için hayatlarını idame ettirmek temel meseleydi. Kolektif çiftliklerde iş bölümüne dayalı istihdam stratejileriyle başarılı bir örnek ortaya koyan bu kurucu nesil, pratik çözümleri ve ideolojik kavramları birlikte harmanlama yoluna gitti. Bu durum yeni gelen göçmenlerin siyaseten kitlesel olarak radikalleşmelerini engelledi. Sağ veya sol uç siyasi akımlar İsrail’de kitleselleşemedi. Bunun istihdam stratejileriyle olduğu kadar yoğun endoktrinasyon çalışmalarıyla da sınırlandırıldığı söylenebilir. Fakat bu olumlu işleyişin arkasında sürekli beslenenin ise İsrail solunda oligarşik eğilimlerin kurumsallaşması ve kontrolden çıkmasının olduğu eklenmelidir.

1970’lerin sonlarına kadar hâkim siyasi pozisyonunu sürdüren demokratik sosyalist partiler monopolleşme eğilimlerinin beslediği oligarşik siyasi kültürün kapsayıcı niteliğinin zayıflamasıyla sandıkta yenilgiye uğratıldılar. O zamandan bugüne değin İsrail’de sol partilerin anlamlı bir seçim başarısı ve iktidarı elde etme deneyimleri olmadı. Bu durum esasında İsrail’de solun krizini aşacak ölçüde birtakım toplumsal eğilimlerin kökleştiğini gösteriyor. İsrail gibi bireysel kimliğin dini ve etnik bileşenler tarafından beslendiği ve güçlendirildiği bir siyasal ortamda kozmopolit değerleri popülerleştirmek oldukça güç gözüküyor.

Yahudi siyasetinin düşünürleri ve aktivistleri milliyetçiliği anlamlı, tutarlı ve kapsayıcı bir siyasal bileşen olarak teorileştirmenin üzerinde durdular. Kimlik krizinin yönetilememesi vatandaşlığın inşa edilememesini, o da devletsizliği ve iç savaşı ortaya çıkarabilirdi. Bu nedenle sosyalist Yahudi siyasetinin bile milliyetçiliği pratik ve kurumsal siyasetlerinin esaslı bileşeni haline getirdiğini vurgulamak gerekiyor ve bu bir tarihsel gerçekliktir.

Günümüz İsrail’inde görülen toplumsal uzlaşı yokluğu ise temelde milli kimliğin içeriğinin değişiklik göstermesinden kaynaklanıyor. Ortak değer setleri tarihsel sürecin kültürel mirasını yansıtırken; dar çıkar alanları ve kısıtlanmış sosyalleşme mekanları toplum dediğimiz gerçekliğin oluşmasını engelliyor. İsrail’de siyasetin bugün çatışmalı olmasının nedenlerinden biri de bu olsa gerektir.

Küçük ölçekli bir ülke olan İsrail’de gördüğümüz toplumsal eğilimlerin bölge ülkelerinde oluşan yeni sosyal ve siyasal gerçeklikle karşılaştırılması açısından önem taşıdığı söylenebilir. Şöyle ki, İsrail’de aynı dili konuşan, aynı dini en azından kültürel ortaklık ve tarihsel birikim olarak kabul eden ve siyaseti ortak meşruiyet alanı olarak gören bir nüfustan bahsedebiliriz. Şüphe yok ki bu nüfusun içerisinde çeşitlilik gösteren alt gruplarının oluşumuna da rastlıyoruz. Çeşitliliğin jeo-kültürel ve jeo-politik etkilerin etrafında şekillendiğini düşünürsek, kimliğin içerik olarak uzlaşması zor ve biricikliğini öne çıkaran bir formasyonunun olduğunu eklemek gerekir.

Kimlik eğer değerler, yaklaşımlar ve stiller konusunda farklılaşırsa öteki ile kuracağı ilişki uyumlaşmaya yönelik bir refleks taşıyacaktır. Kimlik buna karşıt olarak coğrafi farklılıkların ve etnik özlerin etrafında anlamlı bir bütünlük kazandıysa öteki ile uzlaşmaya değil hakimiyet kurmaya yönelecektir. İsrail’de görülen toplumsal fenomenleri de bu açıdan ele almak yerinde olabilir. Dini farklılıklar ve hayat tarzları arasındaki çatışmanın yoğun olduğu İsrail’de esasında bu ikinci seçenek öne çıkıyor gibi görünüyor.

İsrail özelinde görülen bu fenomenin küresel siyasal eğilimlerin seyrini göstermesi açısından önem taşıdığı söylenebilir. Küresel siyasette siyasileşmenin, sosyalleşmenin ve üretimin/kazancın eskisine nazaran daha muğlak ve şekilsiz olduğu da. Bu belirsiz durumu öngörülebilir kılamamanın getirdiği kriz hali siyaseti her yönüyle çevrelemiş durumda. Sol ve sağ siyasetin anlamını kaybettiği, gruplaşmanın eskisi kadar değer taşımadığı ve her an işini kaybetme durumunun hâkim olduğu yeni bir düzendeyiz. Bu yeni düzeni birey ve devlet açısından sürdürülebilir ve yaşanabilir kılmanın çıkışı ise siyasete, sosyalleşmeye ve üretmeye yükleyeceğimiz yeni anlamlarla mümkün olabilir. Siyasette yeni-cumhuriyetçilik, sosyalleşmede otonom ve dayanışmacı birey modeli ve ekonomide ise esneklik ve akışkanlık önerilebilecek yeni modeller olarak öne çıkıyor.

*Anadolu Ajansı’nın Analiz sayfasında yayımlanmıştır.

Gökhan Çınkara

Kudüs İbrani Üniversitesi Truman Center’da ve Brandeis Üniversitesi Schusterman Modern İsrail Araştırmaları Merkezi’nde misafir araştırmacı olarak bulunan Dr. Gökhan Çınkara İsrail, Filistin siyaseti, Yahudi dünyası ve Orta Doğu toplumları ve siyaseti konularında akademik çalışmalar yürütüyor.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler