Dosya: "Sahnede Göç"

Alman Tiyatro Sahnelerinde Türkiyeli Göçmen Sanatçılar

Türkiye-Almanya arasındaki misafir işçi göçü tarihinde tiyatronun da bir yeri var. Bu tarihte en büyük rol oynayan faktör ise “ötekilik”.

Bilgesu Erenus’un “Misafir” adlı tiyatro eserinde şöyle bir replik geçer: “Ne gitmişe benzediler ne dönmüşe…”

1961 yılında Türkiye-Almanya arasında imzalanan Misafir İşgücü Alım Anlaşması ile sayısız Türkiyeli vatandaş para kazanabilmek için Almanya’ya göç ettiğinde de bu repliğe benzer bir süreç başladı. Dilini ve kültürünü hiç bilmedikleri bir ülkede yeniden yaşam kurmak, ardından ailenin diğer üyelerini de yanlarına almak ilk nesil misafir işçiler için oldukça zorlu bir süreçti.

İki ülke arasında yaşanan bu göç hareketi, sayısız insanın hayatında köklü yenilikleri ve fakat çoğunlukla da kederi beraberinde getirmiştir. “Uyum” dediğimiz bu süreçte, göçmen bireyin hem çalışıp para kazanması hem de ailesini yanına getirmesi, bir taraftan da o ülkeye adapte olmaya çalışması, bireyde ötekileştirilme hissini de doğurmuştur. Zira ev sahibi, bu sefer yan komşu ya da bir akraba, yani kendinden bir birey değildir.

Göçmenlerin geldikleri ülkelerde karşılaştıkları toplum, dil ve din açısından farklı, gelenek görenekleri alışılmadık ya da bilinmeyen bir toplumdu. O dönem de Almanca bilmeyen bir göçmenin Alman menşeli bir fabrikada çalışabilmesi ve o fabrika çalışanlarıyla iletişim kurabilmesi, çoğunlukla çat pat diyebileceğimiz Almancası olan memleketliler aracılığıyla mümkün olmuştu. Sizi istemeyen, sizi tanımaktan korkan insanlara karşı dil bile etkin kullanılamazken o insanların arasında bir hayat inşa etmenin ne kadar da zor olduğu tahmin edilebilir sanırım.

Sonrasında Almanya’da Berlin Duvarı’nın yıkılması, küresel çalkantılar ve çatışmalarla giderek büyüyen ötekileştirme… Empati ve sempatinin bu denli zayıfladığı dönemlerde iş bulmak için bir ülkeden başka bir ülkeye göç edenlerle “ev sahipleri” arasında oluşan farklı dünyaların uçurumu giderek büyümüştür. Aradaki bu uçurum, üzerinde köprü kurulabilecek bir alan da doğurmuştur: Bilim ve sanat. Bu yazıda sanatın, daha doğrusu tiyatronun bu uçurumu giderme konusundaki fonksiyonuna değinelim.

Türkiyeli Tiyatrocular ile Almanya Arasındaki İletişim Problemi

Almanya’ya göç eden insanlar, yalnızca çeşitli fabrikalarda çalışan işçilerden ibaret değildi. Bu insanlardan bazıları tiyatroya yönelmişti. Türkiye’den misafir olarak gelen tiyatrocularla ortak bir tiyatro paydasında buluşmaya çalışan Türkiyeli göçmen tiyatrocular, Almanya’da çeşitli oyunlar sahneye koydular. Her ne kadar Alman resmî kurumlarından göçün ilk dönemlerinde fon desteği alınamasa da zaman içerisinde yenilenmeye ve gelişmeye başlayan bu göçmen tiyatro mantığı, zamanla devletten fon desteği almayı başarmıştır. Ancak burada önemli bir nokta vardır: Yeniliği takip etmek ve ona ayak uydurmak, gelenekçi olmaktan çok daha üst konumda yer alan bir meziyettir.

Misafir İşgücü Alım Anlaşması’ndan sonraki yıllarda bazı önemli Türkiyeli tiyatrocular, yeni oluşumlar kurmaya başlamışlardır. Berlin, Münih gibi eyaletlerde sayısız tiyatro oyunu sahnelemişlerdir. Ancak o yıllar incelendiğinde, sahnelenen oyunların neredeyse hepsinin Türkçe dilinde ve sıklıkla göç teması üzerinde yoğunlaştığı görülür. O dönem tiyatro oyunlarında Türkiye’nin kültür ve geleneklerine bağlılıktan vazgeçilmiyordu ve bu vazgeçmeyiş, her ne kadar yenilikçi gibi görünse de aslında ayakta durmak için teatral bir çabaydı. Bu da o yıllarda, henüz ötekileştirilmeye başlayan ve böylelikle oyunlarına ilgi göremeyen Türkiyeli tiyatrocular ile Almanya arasındaki iletişim problemini doğurmuştur.

Yeniden Misafir adlı oyundan örnek verecek olursak:

“İki yüz dolara daha güzel odalar vardır emme, Gastarbeiter’ya bundan iyisini layık görmezler. Yabancılamayacaksın hiç burayı. Penceresi yok, damı akar, tabanı göçmek üzere, kendini memlekette gibi sanacan aynı…”

Almanya’daki Göçmen Tiyatro Oluşumları

Almanya’da oluşan göçmen tiyatrocular akımında bazı topluluklar, önemli adımlar atmaya başlamışlardır. Bu adımlara hizmet etmeye başlayan oluşumlara şu isimler örnek olarak verilebilir:

1974 yılında Halkevi İşçi Tiyatrosu, 1976 yılında Berlin Oyuncuları, 1980 yılında tıpkı Türkiyeli göçmenler gibi diğer dünya ülkelerinden (Yugoslavya, Polonya, vb.) gelen insanlarla birlikte oluşturulan TAR (Theater an der Ruhr), 1984 yılında Tiyatrom, 1985 yılında Köln Arkadaş Tiyatrosu…

Ancak yeniden vurgulamak gerekirse; her ne kadar Türk-Alman ortak bakış açısı geliştirilmeye başlansa da bu oluşumların sahneledikleri oyunların büyük çoğunluğu Türkçedir ve göç teması üzerine kuruludur. Durumun böyle olması da sahnelenen oyunların hedef kitlesinin kimler olduğunu açıkça ortaya koymaktadır: Türkçe bilen, hatta Almanya’ya göç eden Türkiyeli vatandaşlar… Almanya halkından beklenen empati, aynı kaderi yaşayan insanlardan gelmeye başlamıştır. Halbuki tiyatronun ifade edeceği mesajlar dikkate alındığında amaç, Almanya’dan gelecek bir empatinin estetiği olmalıdır.

“Alamandan Korkma, Kendi Memleketinden Kork!..”

Yıllar ilerledikçe, edinilen başarının yetersizliği hissedilince, memlekete dönüş yoluna geçenlerin ardında Almanya’da kalmaya devam edenler ya kendi zanaatında ya da tiyatro dünyasında gelişime ayak uydurmaya başlamışlardır. Örneğin Köln Arkadaş Tiyatrosu, 2003 yılında Köln Çocuk ve Gençlik Tiyatrosu ödülüne layık görülmüştür. Bu ödülün arkasında çok uluslu bir çalışma, dayanışma ve dünyada yaşanan gelişmeleri yakından takip etme gibi faktörler vardır.

Almanya’da Türkiye kökenli göçmenler arasında ötekileşmenin yok olmasa da zayıfladığı dönemlerde, 1991 yılında kurulan Wupper Tiyatrosu’nun da kültürlerarası yaklaşımları dikkat çekmiştir. İkinci ve üçüncü göçmen kuşağın ana dilinin Almanca olduğunu göz önüne alan kurum, Almanca diline ağırlık vermiştir ve Türkiye oyunlarını Almanca dilinde de (çift dilli olarak) sahnelemiştir. Türkiye’ye Alman gözlüğüyle kuş bakışı bakmak, Almanların ilgisini çekmiş olacak ki kurum, ilk zamanlarında sadece kendi sermayesiyle ayakta durmaya çalışırken ilerleyen zamanlarda devletten mali destek almaya başlamıştır.

Türkiyeli göçmen tiyatrocular, parlamaya başlamışlardır. Almanya’da yaşayan, göçmen tiyatrocu Mürtüz Yolcu’nun da bir röportajında ifade ettiği gibi; “En başından beri Berlinli olduğumuzu söylüyoruz, ancak Türkiye’den olduğumuzu unutmuyoruz. Güncel oyunlar yapıyoruz, dış dünyaya daha çok açılıyoruz, diğer kültürlerle daha iyi çalışabileceğimizi varsayıyoruz.”

Göçmenlere Tiyatronun Eliyle Dokunmak

Almanya’da özellikle 1995 yılından itibaren çeşitli tiyatro festivalleri oluşturulmaya başlanmıştır. Bu festivallere Diyalog Theaterfest -Ballhaus Naunynstraße, Theater der Welt Festivali: X-Wohnungen (2002), Beyond Belonging Festivali (2006), Dogland: Genç Postmigrant Tiyatro Festivali (2008), Frankfurt Türk Tiyatro Festivali (2014) gibi festivaller örnek olarak gösterilebilmektedir.

Bu festivaller sürecinde de Almanya’ya göç eden ya da Almanya’da doğup büyüyen Ersan Mondtag, Nurkan Erpulat, Suna Gürler, Zeynep Yıldız (Tiyatro Frankfurt), Pınar Karabulut gibi daha nice isimler, Almanya tiyatrolarında güçlü isimler hâline gelmişlerdir. Yaptıkları çalışmalar ve dünyaya bakış açılarıyla hem ötekileştirilme gibi gelenekçi ve kaçınılmaz olan bir unsurun hem de yenilenmenin ve gelişmenin kanıtlayıcı bir göstergesi hâline gelmişlerdir.

Sahnelenen oyunlar sadece Türkiye tiyatrosu oyunları değildir. Aynı zamanda Alman, Rus ve İtalyan tiyatrolarının oyunları da Türkiyeli tiyatrocuların sanat perspektifinden izleyicilere sunulmuştur. En önemlisi de zayıflayan ötekileştirilme unsuru, farkındalığı geliştirmesi sebebiyle başka bir ivme ve olumlu bir güç kazanmıştır.

Artık insanlar, göç eden insanların hayatlarına dokunmayı istemektedir. Onlara dokunuş, tiyatronun verdiği bir elle gerçekleştiğinden bu konuda atılan önemli adımlar, doğal olarak tüm dünyanın incelediği, anlamaya çalıştığı adımlardır. Birey olmanın ve bir ülkeye ait olmanın başka bir ülkeye göç edildiğinde değişime uğramasıyla ve sosyal ilişkilerle profesyonel çalışmaların boyut değiştirmeye başlamasıyla menfaat çatışmalarından çok, yenilikçi çalışmaların gerçekleştirilmesi, insanlık adına atılan önemli bir adımdır.

Ayrımcılık/ötekileştirme, etkisini hâlâ sürdürebilmektedir. Dünyanın herhangi bir yerinde insanlar, hâlâ ötekileştiriliyor. Ancak ötekileştirmenin çözümlenmesinin başta sanat ile başarılacağı açıktır.

Şahin Turan

Tiyatroda Sahne Yönetmenliği Bölümünde yüksek lisans eğitimini tamamlayan ve sahne yönetmeni ve oyuncu koçu olan Şahin Turan, akademik dergilerde tiyatro üzerine makaleler yazmıştır.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#1

*Tüm alanları doldurunuz

  • Sertaç Cem
    2024-09-03 08:58:19

    Şahane bir yazı olmuş, tebrikler 👏

Son Yüklenenler