Dosya: "Sahnede Göç"

Tiyatronun “Bizce”sinin Tarihsel Süreci ve Etkileri

İslam ve performans sanatları, geçmişten bugüne oldukça tartışmalı bir alan. Peki İslami gelenek, tiyatroya ne kadar alan açmıştır? Tiyatronun İslam toplumlarındaki fonksiyonunu Ayşe Şahinboy Doğan yazdı.

©Parilov/shutterstock.com

Türkiye’de Cumhuriyet sonrası inşa edilen sahne sanatları anlayışı, Batı’nın doktrinlerini ve yaşam tarzını benimseyen bir yaklaşımla şekillenir. Bu dönemde tiyatro ve diğer sahne sanatları, modernleşme ve Batılılaşma hedefleri doğrultusunda, yabancı örneklerle ve çoğunlukla adaptasyonlarla gelişir. Dönemin siyasi yönergeleri, sahne sanatlarını toplumun kimlik, kültür ve yaşamını Batı’ya dönüştürmeye araç kılar. Türk toplumunda bu sanat anlayışı bazı kesimler tarafından hızlıca benimsenir, ancak Anadolu’nun tamamına hitap eden kapsayıcı eserler üretilemez. Özellikle ahlaki açıdan toplumun inançlarıyla çelişen eserler, büyük şehirler dışında yaşayan kesimlerin sahne sanatlarından uzaklaşmasına yol açar.

Muhafazakâr Bir Aileden Çıkan Tiyatrocu: Hasan Nail Canat

Tiyatronun İslami değerlerle bağdaşmayan bir uğraş olarak görülmesi, çoğu muhafazakâr ailenin çocuklarının da bu sanat dallarıyla uğraşmasının önünde ciddi bir engel olur. Engellerle karşılaşan önemli bir isim de tiyatro yazarı, yönetmen ve oyuncu Hasan Nail Canat’tır. Canat, muhafazakâr bir aileye sahiptir. Gençlik yıllarında tiyatroya olan ilgisi nedeniyle ailesiyle arasında çatışmalar yaşanır. Babası, oğlunun bu sanata yönelmesini onaylamaz. Babasına karşı ters düşmesine rağmen Canat, sahne sanatlarında muhafazakâr bir oyuncunun da yer alabileceğini gösterir.

1968’de ilk defa sahneye çıktığı Moskof Sehpası oyun, Rusların Müslümanlara yaptığı mezalimi anlatır. Babası, Hasan Nail’i bu oyunda seyrettikten sonra fikri değişir ve oğluna şu cümleleri kurar: “Oyununu heyecanla seyrettim. Yanılmışım. Artık seni özgür bırakıyorum. Sanatını Allah yolunda kullandığın müddetçe yolun açık olsun.” Bu sözler, Hasan Nail Canat’ın hayatında bir dönüm noktası olur. Babasının onayı ve duası, ona manevi bir güç katar ve sanatını Allah yolunda adaması için ona cesaret verir.

Hasan Nail Canat’ın hikâyesi, Türkiye’nin Batılılaşma süreci sonrasında muhafazakâr ailelerin sahne sanatlarını nasıl algıladıklarına dair önemli bir örnektir. Müslüman coğrafyada da benzer örnekler bulunması nedeniyle, bu konuya Canat’ın hikâyesiyle giriş yapmak istedim. Canat, vefatına kadar süren 41 yıllık sanat hayatında inancının gerektirdiği hassasiyetlerle eserler ortaya koymuş ve sahne sanatlarının “bizce” nasıl yapılması gerektiğine dair önemli bir yol gösterici olmuştur. Onun hikâyesi, İslam dünyasında sanatın manevi bir yolculuk olabileceğini ve bu yolculuğun sanatçıyı ve izleyiciyi nasıl derinden etkileyebileceğinin ispatı gibidir.

İslamiyet’in Sahne Sanatlarına Bakışı

İslam dünyasında sanat, genel olarak İslam’ın temel kaideleriyle uyumlu olmalıdır. Bu bağlamda, sahne sanatlarına yönelik bakış açısı tarih boyunca çeşitli şekillerde yorumlanmıştır. Özellikle figüratif sanatlar konusunda hassasiyet gösterilmiş, ancak müzik ve sözlü sanatlar gibi sahne performansları, dinî ve ahlaki mesajlar taşıdığında kabul görmüştür. İslam dünyasında sanat, çoğunlukla dinî ve toplumsal değerleri yüceltmek amacıyla kullanılmıştır.

Tasavvuf geleneği, İslam dünyasında sahne sanatlarının kabul görmesinde önemli bir rol oynamıştır. Mevlevi sema törenleri gibi ritüeller, sanatın manevi bir arayışın parçası olarak görülmesine katkıda bulunmuştur. Bu ritüeller, müzik ve hareketin birleşimiyle, sahne sanatlarının İslam ile nasıl uyumlu hâle getirilebileceğinin en önemli örneklerindendir.

Performans ve Sahne Sanatlarının Tarihsel Gelişimi

İslam’ın erken dönemlerinde, Arap Yarımadası’nda şiir ve sözlü anlatım sanatları büyük bir öneme sahipti. Kaside, gazel ve mesnevi gibi şiir formları, toplumsal ve dinî değerlerin aktarılmasında kullanıldı. Bu sanatlar, zamanla farklı İslam ülkelerinde yerel kültürlerle harmanlanarak zenginleşti.

Orta Çağ’da, özellikle Abbasi döneminde, şairler, müzisyenler ve hikâye anlatıcıları saraylarda ve kamusal alanlarda performanslar sergilediler. Arap ve Pers kültürlerinin etkileşimi sonucu maskeli oyunlar ve kukla tiyatrosu gibi sahne sanatları ortaya çıktı.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde ise, Karagöz ve Hacivat gibi gölge oyunları, meddahlık ve orta oyunu gibi geleneksel performans sanatları ön plana çıktı. Bu sanatlar hem eğlence hem de toplumsal eleştiri aracı olarak işlev gördü. Halkın günlük yaşamından kesitler sunan bu sanatlar, aynı zamanda İslam’ın ahlaki değerlerini mizahi bir dille aktardı.

Sahne Sanatlarının Toplumsal İşlevleri

İslam dünyasında sahne sanatları, eğitici ve ahlaki bir işlev üstlenmiştir. Meddahlar, hikâyelerinde toplumsal dersler vererek dinleyicileri eğitmiş, dinî ve ahlaki normları aktarmışlardır. Ayrıca Karagöz ve Hacivat gibi geleneksel gölge oyunları, toplumsal eleştirinin mizahi bir şekilde sunulmasında önemli bir rol oynamıştır. Bu sanatlar, genellikle hükûmet politikalarını, sosyal hiyerarşiyi ve günlük yaşamın zorluklarını eleştirmiştir.

Sahne sanatları, kültürel kimliğin korunmasında ve aktarılmasında da kritik bir rol oynamıştır. Osmanlı döneminde, Türkçe dilinin ve kültürel motiflerin sahne sanatları aracılığıyla yaşatılması, kimlik bilincinin gelişmesine katkıda bulunmuştur.

Modern Dönemde Müslümanlar ve Tiyatro

20. yüzyıldan itibaren, modernleşme ve Batılılaşma süreçlerine tepki olarak “İslami tiyatro” kavramı ortaya çıkmıştır. “İslami tiyatro”, İslami değerleri ve temaları merkeze alarak, seyircilere ahlaki ve dinî mesajlar vermeyi amaçlamaktadır. Bu tiyatro türü, özellikle İslam dünyasında artan kültürel ve dinî duyarlılıkların bir yansıması olarak gelişmiştir.

Örneğin, Mısır’da 1970’lerden itibaren ortaya çıkan tiyatro akımında, genellikle ahlaki değerler, İslam tarihi ve peygamber kıssaları ele alınır. Benzer şekilde, İran İslam Devrimi sonrası İran’da tiyatro, İslami değerleri destekleyen bir araç olarak kullanılmıştır. Taziye adı verilen geleneksel dinî dramalar, bu dönemde popülerlik kazanmış ve modern İslami tiyatronun temelini oluşturmuştur.

Pakistan’da da benzer bir süreç yaşanmıştır. 1980’lerde, Ziya’ül Hak döneminde İslami değerler çerçevesinde şekillenen tiyatro eserleri desteklenmiştir. Bu dönemde, televizyon dizileri ve tiyatro oyunları, İslami ahlakı ve değerleri vurgulayan içeriklerle zenginleştirilmiştir.

Filistin’de Mücadelenin Bir Parçası Olarak Tiyatro

Filistin’de tiyatro, tarihsel ve sosyo-politik koşulların etkisiyle şekillenmiş ve çeşitli evrelerden geçmiştir. Filistin’deki tiyatro, sanatsal bir ifade aracı olmanın ötesinde, aynı zamanda bir direniş ve kimlik mücadelesinin parçası olarak önem kazanmıştır. 1948’de yaşanan Nakba (Felaket) sonrasında tiyatro, Filistinli kimliğin korunması ve İsrail işgaline karşı direnişin bir parçası olarak şekillenir.

Tiyatro, işgalin acılarını, sürgün hikayelerini ve İslam’ın direnişteki rolünü sahneye taşır. Bu dönemde tiyatro, hem içsel manevi bir güç kaynağı hem de dışsal direnişin bir aracı olarak işlev görür. Özellikle, Amir Nizar Zuabi gibi yönetmenler, İslami temaları ve Filistin’in direniş hikayelerini sahnede güçlü bir şekilde işleyerek uluslararası arenada büyük beğeni topladı. “I Am Yusuf and This Is My Brother” gibi oyunlar, Filistin tiyatrosunun İslami temaları nasıl evrensel bir dille ifade edebileceğini gösterdi.

Suudi Arabistan’da ise, uzun yıllar boyunca dinî ve kültürel nedenlerle tiyatro ve diğer sahne sanatlarına mesafeli yaklaşan bir ülke olmuştur. Dinî liderlerin sanata yönelik katı tutumu, tiyatro gibi sanatsal faaliyetlerin kamusal alanlarda sınırlanmasına yol açmıştır. Ancak son yıllarda, Suudi Arabistan’da tiyatro ve sanat konusunda bir açılım yaşanmakta, bu da tiyatro sanatına olan ilgiyi artırmaktadır. 2018 yılında, Suudi Arabistan’da ilk kez bir sinema salonu açıldı ve tiyatro etkinlikleri de artmaya başlamıştı. Lakin hâlâ dünya genelinde Müslümanlara yönelik sanat eserleri üretiyor değiller.

Türkiye’de “İslami Tiyatro”nun Etkileri

Türkiye’de İslami değerleri merkeze alan tiyatronun 1930’lu yıllardan itibaren şekillenmesinin ardından Nuri Pakdil ve Sezai Karakoç gibi isimler sahneye çıkmıştır. Nuri Pakdil, özellikle “Umut” adlı oyunuyla dikkat çeker. Pakdil’in tiyatrosu, modern dünyanın yalnızlığına ve umutsuzluğuna karşı İslam’ın sunduğu manevi çözümü vurgular.

Şule Yüksel Şenler’in Huzur Sokağı romanı, özellikle 1970’ler ve 1980’ler Türkiye’sinde, edebi bir eser olarak İslami değerlerin geniş kitlelere ulaşmasını sağlamış, bu sayede İslami sanatın popülerleşmesine katkıda bulunmuştur. Eserin daha sonra sinemaya, tiyatroya ve televizyona uyarlanması, bu katkıyı daha da pekiştirmiştir. Roman, İslami değerler etrafında şekillenen bir hayatın, modern dünyada nasıl yaşanabileceğini göstermiştir. Bu, özellikle genç kuşaklar üzerinde derin bir etki yaratmış ve İslami değerleri daha iyi anlamalarına yardımcı olmuştur.

2010’lara gelindiğinde, İslami değerleri işleyen tiyatro daha kurumsal bir yapıya kavuşmuş, bu dönemde birçok genç sanatçı ve tiyatro topluluğu, eserler üretmeye başlamış ve izleyicilerden büyük ilgi görmüştür. 2024’e gelindiğinde tiyatronun kendi disiplini içerisinde, hâlâ emekleme dönemi yaşayan tiyatronun “bizce”si yetişen genç sanatçıların gayretleriyle bizden sonrasına ümit vermektedir.

Son Söz

Günümüzde Müslümanların tiyatro algısı hem sahne performanslarıyla hem de dijital ortamda varlık göstermeye devam edecektir. Yeni gruplar kurulacak, genç sanatçılar geniş kitlelere hitap edecek, inancın getirdiği değerleri modern sanat formlarıyla birleştirerek yenilikçi eserler üretip izleyicilere sunacaktır.

Sanatın her dalında kendi hassasiyetlerimizle alanlar açabileceğimizi göstermek, bu alanda kendini geliştirmek isteyen gençlere ortamlar oluşturmak ise bizim gibi bu sanata yıllarını vermişlerin görevidir. Tabii ki, sanat himayeye muhtaçtır ve desteklenmesi gerekmektedir. Umuyorum ki, bu yazıyla birlikte sanatın “bizce”sinin sistemini kurmaya çalışanlara destekler artar.

Ayşe Şahinboy Doğan

Uzun yıllar boyunca sinema eleştirmenliği yapan Ayşe Şahinboy Doğan, 2010 yılında eşi ile birlikte “Tiyatro Külliyen” adlı tiyatro grubunu kurarak hem yetişkin hem de çocuk oyunları kaleme aldı. 2014-2020 yılları arasında yayınlanan Kulis Tiyatro Dergisi’nin kurucusu ve Yayın Yönetmeni olarak görev yaptı. 2013 yılında, sadece kadınlara yönelik tiyatro eğitimleri veren Volver Tiyatro’yu kurdu. Senaryo ve oyun yazarlığına devam eden Doğan, tiyatro alanında çalışmalarına devam etmektedir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler