'ABD'

Kongo ve Ruanda Arasındaki Barış Anlaşmasının Bilinmeyenleri

Ruanda ile Kongo Demokratik Cumhuriyeti, ABD arabuluculuğunda bir barış anlaşması imzaladı. Peki, uzmanlara göre, Doğu Kongo’daki onlarca yıllık çatışmalar gerçekten sona ermesi olası mı? ABD'nin bölgedeki zengin yer altı kaynaklarına yönelik çıkarları bu süreci nasıl şekillendiriyor? Anlaşmanın perde arkasındaki faktörleri sizin için derledik.

Demokratik Kongo Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Tshisekedi'nin Ruanda'ya çalışma ziyareti | 25 Haziran 2021 | Fotoğraf: Paul Kagame, CC BY-NC-ND 2.0, Flicker

Ruanda ve Kongo Demokratik Cumhuriyeti (KDC), yer altı kaynakları açısından zengin bir bölge olan Doğu Kongo’dali binlerce kişinin hayatını kaybetmesine ve milyonlarca kişinin yerinden edilmesine neden olan aylarca süren çatışmaların ardından, 28 Haziran’da Amerika Birleşik Devletleri’nin arabuluculuğunda bir barış anlaşması imzaladı. Anlaşma, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun şahitliğinde KDC Dışişleri Bakanı Therese Kayikwamba Wagner ve Ruanda Dışişleri Bakanı Olivier Nduhungirehe tarafından imzalandı. Rubio, imza sonrasında yaptığı açıklamada, “Her ikinizin de burada olması bizim için büyük bir anlam taşıyor. 30 yıllık savaşın ardından bu, oldukça önemli bir dönüm noktası,” ifadelerini kullandı.

Tarafları Oval Ofis’te ağırlayan Trump ise “Bugün olağanüstü bir başarıyı, barışı kutluyoruz. KDC ve Ruanda arasındaki anlaşma tarihi nitelikte,” açıklamasını yaptı. 30 yıl boyunca büyük acılar yaşandığını söyleyen Trump, anlaşmanın nihaileştirilmesi için iki ülkenin devlet başkanlarına mektup göndererek Washington’a davet etti.

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres, yaptığı yazılı açıklamada KDC ile Ruanda arasında imzalanan barış anlaşmasını memnuniyetle karşıladıklarını belirtti. Resmen birbirleriyle savaş hâlinde olmayan komşu ülkeler KDC ve Ruanda arasındaki gerilimin temelinde KDC’nin doğusunda savaşan isyancı grup M23 yatıyor. KDC, Ruanda’yı bu grubu desteklemekle suçlarken, Ruanda bu suçlamayı reddediyordu.

6 Milyon İnsanın Ölümüne Yol Açan Kongo-Ruanda Geriliminin Arka Planı

Ocak 2025’te BM uzman heyeti tarafından Ruanda güçlerinin desteğiyle gerçekleştirildiği belirtilen M23 isyancılarının ölümcül saldırısı, Kongo’nun doğusunda on yıllardır süren çatışmayı tırmandırdı. Bunun ardından M23 stratejik öneme sahip Goma ve Bukavu şehirlerini ele geçirdi. Bu son durum ve devam eden saldırılar bölgesel bir savaş çıkması korkusunu artırdı. Taraflar arasındaki dolaylı saldırıların ve gerilimin ise 30 yıllık bir geçmişi bulunuyor.

KDC ve Ruanda arasında süregelen çatışma, 1994 yılında Ruanda’da Tutsiler ve çatışmadan yana olmayan Hutulara yönelik yapılan soykırıma kadar uzanıyor. Ruanda Savunma Kuvvetleri tarafından soykırıma kalkışan hükûmetin devrilmesinin ardından, bu soykırımı yapan Hutu failler, komşu KDC otoritesinin daha zayıf olduğu doğu bölgesine kaçtı. Soykırımın failleri, sivil mülteciler arasında saklandı ve Ruanda’ya yönelik saldırılar düzenlemeye devam etti.

Ruanda’nın bu güçlere saldırı girişimleri, Birinci ve İkinci Kongo Savaşları’na (1996-1997 ve 1998-2003) yol açtı. Ruanda ve Uganda, Hutu sivilleri hedef aldıkları ve KDC’nin kahve, elmas, kereste, koltan ve altınlarını yağmaladıkları ve kaçırdıkları suçlamasıyla karşı karşıya kaldı. Diğer komşu ülkeler de benzer şekilde müdahil oldu ve Ruanda veya KDC taraflarından birinin yanında durmayı tercih etti.

Doğu Kongo o zamandan beri düşük yoğunluklu ama kanlı bir çatışma yaşanıyor. 6 milyondan fazla insan öldürüldü ve milyonlarca insan yerinden edildi. Güvenlik boşluğundan yararlanan en az 100 silahlı grup bölgede faaliyet gösteriyor ve maddi değeri yüksek madenlere erişimi kontrol ediyor. KDC, dünyanın en büyük koltan ve kobalt rezervlerinden birine sahip. Ayrıca, teknoloji cihazları için kritik öneme sahip altın, tantal, kalay ve tungsten açısından da zengin olması, bölgedeki gerilimin teknolojiye dayalı piyasalar açısından da önemli kılıyor.

Barış Sürecine Neden Şüpheyle Bakılıyor?

Bölgedeki silahlı gruplardan biri olarak 2012’de ortaya çıkan M23, çoğunlukla ordudaki etnik ayrımcılığa karşı 2011 yılında isyan eden Kongolu Tutsi askerlerden oluşuyor. 2022’de BM uzmanlarının yayınladığı rapora göre Ruanda M23’ü Kongo topraklarında 3000 ila 4000 kişilik bir askerî güçle destekliyor. Ruanda BM’nin bu tespitlerini reddediyor ve suçlamalara Kongo’nun bir Hutu isyancı örgütü olan Ruanda Özgürlüğü İçin Demokratik Güçleri (FDLR) desteklediği iddiası ile karşılık veriyor.

Ayrıca, Aralık 2024’te yine bir BM uzman heyeti tarafından yayınlanan bir başka rapora göre minerallerin KDC’den “Ruanda’ya hileli bir şekilde ihraç edildiği” ve “Ruanda üretimi ile karıştırıldığı”na dair kanıtlar bulundu. Ruanda Cumhurbaşkanı Paul Kagame, geçen yıl yaptığı bir konuşmada Ruanda’nın Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nden kaçırılan minerallerin geçiş noktası olduğunu itiraf ettiğinde öfkeye neden olmuş, ancak ülkesinin komşusundan hırsızlık yapmadığını ısrarla savunmuştu.

Barış anlaşmasının silahlı gerilimi geçici olarak azaltırken bölgedeki yabancı müdahalelere kapı aralaması, bölgedeki barışın kalıcı olmayacağı endişesini yaratıyor. Barış anlaşması sürecinde, ABD’nin 1990’ların ortalarından beri kaynak kontrolü için rekabet eden düzinelerce milis grubunun faaliyet gösterdiği bölgede güvenlik ve istikrar karşılığında mineral zengini bölgeye yatırım yapmayı düşündüğü yönünde haberler dikkat çekiyordu.

Bölgede barışın inşa edilme sürecine dair şüpheyle yaklaşılmasının sebeplerinden biri de daha önce şiddeti sonlandırmaya yönelik atılmış adımların sonuçsuz kalması. Başlangıçta BM güçlerinin yardımıyla geri püskürtülen M23, 2022 yılında bir dizi şiddetli ve düzensiz saldırıyla yeniden ortaya çıkmıştı. Ocak 2025’te ağır silahlarla donanmış bir yıldırım saldırısı başlattı, arka arkaya kasabaları ele geçirdi ve Kinşasa’ya yürüyeceğine söz verdi. Bunun üzerine Kongo Savunma Kuvvetleri, FLDR ve Güney Afrika Kalkınma Topluluğu (SADC) güçlerinden oluşan bir ittifak, grubu geri püskürtmeye çalıştı. Mayıs ayında SADC güçleri geri çekildi.

Luanda Barış Süreci (2022) ve Nairobi Barış Süreci (2023) gibi Afrika Birliği öncülüğündeki arabuluculuk girişimleri, her iki tarafın da ateşkes ihlaliyle suçlaması nedeniyle şiddeti sona erdiremedi. Bunun üzerine, aylarca bir anlaşma sağlamaya çalışan Angola Cumhurbaşkanı Joao Lourenco, Mart 2025’te resmî arabulucu görevinden istifa etti. Bu süreçte, Avrupa Birliği Ruanda’ya askeri yardımı kesmiş ve ABD, çatışmaya karıştıkları için Ruanda ordusunun önemli yetkililerine yaptırımlar uygulamıştı.

Barış Anlaşması Hangi Talepleri Kapsıyor?

Nisan 2025’e gelindiğinde ABD Savunma Bakanı Marco Rubio, KDC Dışişleri Bakanı Therese Kayikwamba Wagner ve Ruandalı mevkidaşı Olivier Nduhungirehe ile müzakerelere başladı. Katar da arabuluculuk sürecine dahil oldu. KDC Başkanı Félix Tshisekedi ve Ruanda Devlet Başkanı Paul Kagame, Mart 2o25’te Doha’da Katar Emiri’nin ev sahipliğinde ile nadir görülen yüz yüze görüşmelerde bulundu.

Taraflar arasındaki anlaşma ülkelerin toprak bütünlüğüne karşılıklı saygı gösterilmesi, düşmanlıkların sona erdirilmesi, silahlı devlet dışı grupların çatışma alanlarından çekilerek silahsızlandırılması, ortak bir güvenlik koordinasyon mekanizması kurulması, devlet dışı silahlı grupların ayrılması, silahsızlandırılması ve şartlı entegrasyonu, mültecilerin geri dönüşünün sağlanması, insani yardımların ulaştırılması ve bölgesel ekonomik iş birliğinin kolaylaştırılması gibi taahhütleri içeriyor.

Nisan ayının başlarında, ABD Dışişleri Bakanlığı müzakerelere rehberlik edecek koşulları açıklamıştı, ancak bunların nihai anlaşmaya dahil edilip edilmediği teyit edilmedi. Bu koşullardan özellikle ekonomi alanındaki başlıklar dikkat çekti.  Bu koşullara göre her iki ülke, mineral tedarik zincirleri, hidroelektrik enerji geliştirme ve milli park yönetimi alanlarında “ABD hükûmeti veya ABD’li yatırımcılar” tarafından kolaylaştırılacak olanlar da dahil olmak üzere, şeffaf ticaret ve yatırım fırsatlarını genişletmek için Doğu Afrika Topluluğu (EAC) gibi mevcut bölgesel çerçeve yapılarını kullanmayı kabul edecekti.

Konuyla ilgili yapılan farklı haberlere göre anlaşma, aynı zamanda, ABD ve Amerikan şirketlerinin bölgedeki maden kaynaklarına erişiminin önünü açarak, savaşın sona erdirilmesine yönelik çabalara teşvik sunmayı da hedefliyor. Bu da anlaşmanın KDC’nin maden kaynakları için bir pazarlık kozu olarak kullanılıp kullanılmadığı sorusunu akla getiriyor.

“Yabancı Müdahale Barış Değil, Sömürgeciliği Getirebilir”

Yapılan anlaşmayı eleştiren bazı uzmanlar, KDC’nin minerallerinin yabancı hükûmetlerin müdahalesine neden olduğu geçmiş on yıllardaki şiddetin tekrarlanmasına yol açabileceği uyarısında bulunuyorlar. Bu endişeler, KDC Başkanı Félix Tshikekedi hükûmetinin Şubat 2o25’te ABD’ye yaptığı tekliften kaynaklanıyor. Bu teklif kapsamında KDC, Trump yönetimine maden karşılığında güvenlik anlaşması yapmayı teklif etmiş ve esasen ABD hükûmetinden mineraller karşılığında KDC’nin doğusundaki istikrarı denetlemesini istemişti.

Trump’ın dünürü ve ABD’nin Afrika temsilciğini Massad Boulos, Nisan 2025’te KDC’ye yaptığı ziyaret sırasında Washington’un mineral anlaşmasıyla ilgilendiğini doğrulamıştı. Analist Lindani Zungu, Al Jazeera için yazdığı bir makalede, “Barış ve mineral çıkarlarının iç içe geçmesi son derece endişe verici ve KDC tarihindeki trajik ve kalıcı bir örüntüyü yansıtıyor,” değerlendirmesini yaptı ve sömürge yöneticilerinin KDC’nin kaynaklarını nasıl sömürdüğünü ve komşularının Kongo savaşları sırasında aynı şeyi nasıl yaptığını hatırlattı: “Bu ‘barış anlaşması’ yeni sömürgeciliğin bir başka aracı hâline gelme riski taşıyor. Bu bağlamda, yabancı sermaye inşa etmek için değil, sömürmek için kullanılıyor ve bu da kaynak zengini Afrika ülkeleri ile zengin tüketici ekonomileri arasındaki uçurumu derinleştiriyor.”

Barış Anlaşması Bölgenin Derdine Merhem Olacak mı?

Tüm bu endişelere rağmen barış sürecinin tesisine dair beklentiler devam ediyor. Kongo Araştırma Merkezi adlı enstitünün analistlerinden Kambale Musavuli, Al Jazeera’ya verdiği demeçte, “Halk, şeffaf ve güvenilir bir yargı süreci istiyor. Bu süreç, tek bir kişiyi günah keçisi ilan etmekle kalmayıp, Kongo halkının acımasızca sömürüldüğü süreçten çıkar sağlayan hem ulusal hem de uluslararası güç ağlarını ortaya çıkarmalıdır,” ifadelerini kullandı. Musavuli, ayrıca,“Gerçek adalet, mahkeme salonunun ötesine geçmek demektir. Kongo’nun kaynaklarının kontrolünü halkına geri vermek, [eski Cumhurbaşkanı] Kabila gibi liderler altında kurulan ve Tshisekedi rejimi altında hala devam eden yağmacı sistemleri ortadan kaldırmak demektir. Ayrıca, yabancı hükümetler ve çok uluslu şirketler de dahil olmak üzere tüm aktörlerin yağma ve şiddetteki rollerinden sorumlu tutulması demektir” dedi.

Hem M23 hem de Kongo silahlı kuvvetleri, yargısız infazlar ve cinsel saldırı dahil olmak üzere zulümlerle suçlanıyor. M23 isyancı liderlerinden Corneille Nangaa, 2018 genel seçimleriyle ilgili “arka oda anlaşmaları” iddiasıyla Cumhurbaşkanı Tshisekedi ile anlaşmazlığa düşmeden önce ülkenin seçim komisyonu başkanıydı. Aralık 2023’te, Kongo Nehri İttifakı’nın M23’e katıldığını duyurmuştu.

Gerginlikler, Kongolu Tutsilerin KDC’de maruz kaldıklarını iddia ettikleri etnik cinayetler ve işyerinde ayrımcılık gibi konularla da ilgili. Azınlık grubu büyük ölçüde Ruanda ile ilişkilendiriliyor ve oy toplamak için kampanya yürüten politikacıların nefret söylemleri genellikle yerel Kongolularla süren bu gerginliği tırmandırıyor. M23, bu grup için savaştığını iddia etse de, eleştirenler bunun şiddetini meşrulaştırmak için bir bahane olduğunu söylüyor. (AA/P)

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler