'Prof. Sabrina Jasmin Mayer'

“Koşullar Aynılaştıkça Göçmen Kökenliler de Diğer Seçmenler Gibi Oy Veriyor”

Siyaset bilimi profesörü Sabrina Jasmin Mayer, Bamberg Üniversitesinde siyasal davranış, toplumsal eşitsizlik ve göçmen kökenli bireylerin siyasal katılımı üzerine çalışıyor. Prof. Mayer ile Almanya’daki göçmen seçmenlerin oy verme eğilimlerini ve siyasal katılımın önündeki engelleri konuştuk.

Bamberg Üniversitesi’nden siyaset sosyolojisi profesörü Sabrina Jasmin Mayer ile göçmen kökenli seçmenlerin siyasal katılımını konuştuk. | Fotoğraf: Benjamin Herges/Uni Bamberg

Prof. Mayer, sizi kişisel olarak göçmen kökenli insanların siyasal davranışları ve seçimlere katılım oranlarıyla ilgilenmeye yönelten ne oldu?

Uzun zamandır insanları siyasal katılıma yönelten etkenlerin neler olduğunu inceleyen bir seçim araştırmacısıyım. Öte yandan, toplumun genelinden farklı özellikler gösteren belirli bir gruba bakmak da son derece ilgi çekici. Göçmen kökenli insanların genellikle geldikleri ülkedeki sosyalleşme biçimleri ve eğitim deneyimleri farklı oluyor; bu da karşılaştırmalı analizler için önemli bir imkân sunuyor.

Bu sayede siyaset bilimi literatüründe çoğu zaman evrensel olarak kabul ettiğimiz teorilerin gerçekten herkes için geçerli olup olmadığını test edebiliyoruz ya da bazı gruplarda farklı biçimlerde işleyip işlemediğini görebiliyoruz. Ayrıca, benim kendi ailemin de Sırbistan kökenli olması belki bu konuyla özel olarak ilgilenmemi sağlayan bir etken oldu.

“Yaşam Koşulları ve Sosyalleşme Dinamikleri Siyasi Katlımı Belirleyen Faktörler”

Dr. Mayer, siz araştırmanızda 2021 Almanya Federal Meclis Seçimlerinde göçmen kökenli ve göçmen kökenli olmayan seçmenlerin oy verme davranışlarını mukayeseli olarak incelediniz. Bu analizde sizi kişisel olarak en çok şaşırtan bulgu ne oldu?

Göçmen kökenli olan ve olmayan insanlar, aynı kaynaklara ve benzer sosyalleşme koşullarına sahip olduklarında siyasal açıdan tamamen aynı şekilde davranıyorlar. Yani gözlemlediğimiz farklar, insanların doğası gereği birbirinden farklı olmasından değil; yapısal koşulların eşitsiz olmasından ve kaynaklara erişim imkânlarının farklılığından kaynaklanıyor. Bu sonucu hem şaşırtıcı hem de umut verici buldum.

Araştırmanızın sonuçları, göçmen kökenli insanların seçimlere belirgin biçimde daha az katıldığını gösteriyor. Sizce bu düşük katılım oranını açıklayan temel faktörler nelerdir?

Bu tür kanılara her zaman geniş bir açıdan bakmak gerekir çünkü söz konusu durumu oluşturan tek bir neden yoktur; birden fazla etken birlikte rol oynar. Bana göre bu durum, aile içindeki düşük düzeyli siyasal sosyalleşme ile sınırlı kaynakların bir birleşimidir. Siyasal tutumların ve davranış biçimlerinin büyük ölçüde ebeveynler aracılığıyla aktarıldığını biliyoruz. Ebeveynler Alman siyasal sistemini yeterince tanımıyor ve başka bir siyasal bağlamda sosyalleşmişlerse, çocuklarını siyasal katılım ya da seçimlere gitme konusunda motive etmek de bir o kadar zor olur.

Ayrıca oy vermek hem fiziksel hem mecazi anlamda, “karşılanabilir” bir şey olmalı. İnsanların bunun için zamana, bilgiye ve kendi oylarının bir anlam ifade ettiğine dair bir inanca ihtiyacı var. Bu, pek çok küçük dezavantajın birikerek etkili olduğu bir süreçtir. Her bir küçük eksiklik, sonunda farklı gruplar arasında seçim katılım oranlarının belirgin biçimde ayrışmasına yol açabiliyor.

Araştırmanızda öne çıkan konulardan biri siyasal sosyalleşme ve gündelik hayat döngüsündeki koşullar rolü. Göçün gerçekleştiği zaman ya da kişinin ait olduğu kuşak, siyasal katılımı ne ölçüde etkiliyor?

Oldukça güçlü bir etkisi var, çünkü ikinci kuşaktan kişiler Almanya’nın kendi sistemi içinde büyüyorlar. Daha okul yıllarından itibaren siyasal sistemin nasıl işlediğine dair birçok bilgi ediniyorlar. İlkokulda bile çocuklar, partilerin neyi savunduğunu ve seçimlerin nasıl yapıldığını öğreniyor. Ortaöğretimde bu bilgiler genellikle daha da pekiştiriliyor. Örneğin “mock election” adı verilen, seçim sürecinin okul ortamında canlandırıldığı uygulamalarla.

Birinci kuşak için bile göç yaşı belirleyici. Almanya’ya 1 yaşında mı yoksa 21 yaşında mı geldiğin büyük bir fark yaratıyor. Çünkü 21 yaşında gelen biri okul sürecini çoktan tamamlamış oluyor ve siyasal sosyalleşme açısından son derece önemli olan bu bilgi kaynaklarına erişimi kalmıyor.

Aynı zamanda, Almanya’da uzun süredir yaşayan üçüncü kuşaktan bazı insanların hâlâ vatandaşlık sahibi olmadığını ve aile içinde Alman siyaseti üzerine pek konuşulmadığını da görüyoruz.

“Partilerin Yaklaşımları da Göçmen Kökenleri Seçmenlerin Tutumunu Etkiliyor”

Genellikle düşük seçim katılımının nedeni olarak siyasete ilgi eksikliği ya da ülkenin politik sistemine duyulan güvensizlik gösteriliyor. Ancak araştırmanız, yapısal ve kurumsal engellerin de önemli bir rol oynadığını ortaya koyuyor. Bunu biraz daha ayrıntılı açıklar mısınız?

Bu iki faktör birbiriyle etkileşim hâlinde ve birbirini güçlendiriyor. Göçmen kökenli insanların bir kısmı siyasete daha az güven duyuyor; bunun bir nedeni de birçok partinin açıkça bu gruplara, özellikle de Müslümanlara karşı bir tutum sergilemesi. Bu da birçok kişinin kendisini siyaseten muhatap alınmadığını hissetmesine yol açıyor.

Buna ek olarak yapısal engeller de var. Alman vatandaşlığına giden yol hâlâ karmaşık ve çoğu zaman uzun bir süreç. Bu durum, insanların Almanya’da vatandaş olmasının ya da siyasi haklarını aktif biçimde kullanmasının istenmediği izlenimini güçlendirebiliyor..

Siyasi partiler ve seçim kampanyaları, göçmen kökenli seçmenlerin mobilizasyonunu nasıl etkiliyor? Bu seçmen grubuna yönelik söylem ya da hitap biçimlerinde farklılıklar var mı?

Göçmen kökenli seçmen grubu son derece heterojen bir yapıya sahip. Bir kesimi etkileyen veya olumlu karşılanan şey, başka bir kesim tarafından uygun bulunmayabiliyor. Bunun iyi bir örneği, seçim afişlerinin farklı dillerde hazırlanması meselesi. Berlinde özellikle Sol Parti (Die Linke) sıklıkla İngilizce, Arapça ya da Türkçe afişler kullanıyor. Birçok kişi bunu Almanca bilmedikleri için değil, bir partinin bu çeşitliliği yansıtması sebebiyle ilginç ve tazeleyici buluyor.

Aynı zamanda bu yaklaşımı reddeden göçmen kökenli seçmenler de var. Kendilerini Alman olarak görüyorlar ve bu tür afişleri bir takdir göstergesi değil, farkı vurgulayan bir işaret olarak algılıyorlar. Bu da herkesin aynı şekilde hitap edilmesinin ne kadar zor olduğunu gösteriyor.

Partiler bu konuda oldukça farklı yaklaşımlar sergiliyor. Die Linke bu alanda oldukça aktifken, CDU/CSU genellikle yalnızca Almanca konuşan seçmenlere sesleniyor. Eskiden var olan Rusya kökenli seçmenlere yönelik özel hitap biçimi ise artık neredeyse hiç görülmüyor.

“Ayrımcılığa Uğradığını Hisseden Biri, Daha Güçlü Bir Siyasal Motivasyon Geliştirir”

Siyasal katılım söz konusu olduğunda kamuoyundaki tartışmalarda sıklıkla bir “entegrasyon sorunu” olduğundan bahsediliyor. Ancak sizin araştırmanız bu konunun çok daha karmaşık bir yapıya sahip olduğunu gösteriyor. Siz bu gerilim alanını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kamuoyundaki tartışmalarda pek çok şey fazlasıyla basitleştirilerek ele alınıyor. Yirmi kişiye “entegrasyon”un ne anlama geldiğini sorsak, yirmi farklı cevap alırız. Kimileri için entegrasyon, Almanya’da yaşayan herkesin Noel zamanı kurulan pazarlara gitmesi ve evde kurabiye yapmasıdır. Kimilerine göre ise entegrasyon, herkesin çalışması ve vergi ödemesidir.

Oysa entegrasyon son derece çok boyutlu bir olgu. Asıl soru şu: Bizim için ne önemli? Diğerleri için ne önemli? Ve bu farklı öncelikleri nasıl bir araya getirebiliriz? Kaldı ki bu da oldukça zor bir şeydir.

Entegrasyon söz konusu olduğunda rakamlar da çoğu zaman bağlamından koparılır. Bunun bir örneği, Türk kökenli kadınların istihdam oranı. Bu oranın düşük olması genellikle eleştirel biçimde yorumlanıyor, oysa birçok kadın çoklu annelik sorumluluklarıyla evde bulunuyor. Toplum için vazgeçilmez olan bakım emeği ise çoğu zaman göz ardı ediliyor.

Sonuçta entegrasyon, tek cümleyle tanımlanamayacak kadar karmaşık bir mücadele kavramıdır. Bu nedenle, kullanılan kavramları her zaman dikkatle ele almak gerekir. Biz de çalışmamızda tam olarak bunu yaptık. Özellikle de siyasal entegrasyon kavramı açısından.

Doğrudan ya da dolaylı biçimde yaşanan ayrımcılık deneyimleri, demokratik kurumlara duyulan güveni ve seçimlere katılma isteğini nasıl etkiliyor?

Entegrasyon ve ayrımcılık deneyimi gibi konularda tek bir tanımdan söz edemeyiz; tek bir entegrasyon ya da tek bir ayrımcılık yoktur. Her şey bağlama bağlıdır. Ayrımcılık nerede yaşanıyor? Tekrarlanıyor mu? Hangi temele dayanıyor? Bir kişi aksanından dolayı mı, başörtüsü gibi dinî semboller yüzünden mi, yoksa başka nedenlerle mi dışlanıyor?

Ayrımcılığın nasıl bir etkisi olacağını belirleyen bir diğer unsur da bunun doğrudan mı yaşandığı, yoksa kişinin ait olduğu gruba mı yöneldiğidir. Bu konuda genel geçer bir cevap yok. Ayrımcılık deneyimi bazı insanları siyasetten uzaklaştırabilir; ama bazıları için de tam tersine, siyasal olarak daha aktif olmanın bir nedeni haline gelebilir.

Bu genellikle, kişinin kendisini doğrudan mağdur hissedip hissetmediğine bağlı. Kişisel olarak hedef alındığını düşünen biri geri çekilme eğilimi gösterebilir. Ancak ayrımcılığın kendi grubuna yönelik olduğunu hisseden biri, çoğu zaman daha güçlü bir siyasal motivasyon geliştirir. Bu da aslında demokrasilere duyulan güvenin bir göstergesi.

Araştırmanızda, siyasal katılımın yaşam süreci içinde arttığını, özellikle de göçmen kökenli insanlar için bunun belirgin olduğunu vurguluyorsunuz. Bu süreci hızlandırmak ya da kolaylaştırmak için hangi önlemler alınabilir?

Kesinlikle hedefe yönelik bir iletişime ihtiyaç var. Örneğin, Almanya vatandaşlığı alan ya da başvuran herkese, seçimlerle ilgili açık ve kolay erişilebilir bilgiler verilse -bir tür “kapı kapı seçim bilgilendirmesi” gibi- bu bile önemli bir adım olurdu.

Burada belirleyici olan şey, insanlara ulaşma yollarıdır. Bunun için birçok yöntem var. Kendi çevrelerinde etkili olan kanaat önderleri ya da çoğaltıcı kişiler (multiplikatörler) bu konuda önemli bir rol oynayabilir. Camiler de bu sürecin bir parçası olabilir; tıpkı göçmen kökenli insanların yoğun olarak bulunduğu diğer sosyal alanlarda olduğu gibi.

Önemli olan, insanların doğrudan muhatap alınması, kendilerini görülmüş hissetmeleri ve sandığa gitmelerinin değerli olduğunun onlara gösterilmesidir.

Medyanın yönelttiği eleştirilere rağmen, cami cemiyetleri siyasal katılımın artırılmasında nasıl bir rol üstlenebilir?

Bir cami cemiyetine dâhil olmak, aynı zamanda bir sosyal ağa dâhil olmak anlamına geliyor. Bu sayede sosyal, iletişimsel ve duygusal kaynaklar oluşuyor – ki bunlar çoğu zaman insanları sandığa gitmeye de teşvik ediyor. Benim tahminim, sosyal bağı olmayan, yalnız yaşayan kişilerin çok daha az oy kullandığı yönünde.

Bu noktada her türlü mobilizasyon etkili olabilir. Cami cemiyetlerinde de insanları belirli bir partiye değil, genel olarak oy kullanmaya teşvik etmek mümkün. Ancak bu tür girişimler kimi zaman gerginlik de yaratabilir, çünkü cemaatteki herkesin oy hakkı yok. Almanya’da oy hakkı vatandaşlığa sıkı sıkıya bağlı; hatta yerel seçimlerde bile yalnızca AB vatandaşı olanlar oy kullanabiliyor.

Bence bu konuda tek bir büyük adım değil, çok sayıda küçük adım gerekiyor. İnsanları siyasal katılımı doğal ve kendiliğinden bir hak olarak görmeye teşvik edecek farklı girişimler önemli.

Almanya’daki güncel siyasi tabloya baktığınızda: Sizce hangi partiler ya da aktörler şu ana kadar göçmen kökenli insanların konularını ve taleplerini en inandırıcı biçimde gündeme getiriyor?

Daha önce de söylediğim gibi, göçmen kökenli insanlar oldukça heterojen bir grup. Örneğin, yalnızca Rusya kökenli göçmenlerin Almanya’ya ait olması gerektiğini düşünen Rusya Almanları var. Bunun yanında, çok daha açık bir dünya görüşüne sahip olanlar da bulunuyor. Bir de toplumda belirgin sınırların — örneğin İslam ile Hristiyanlık arasındaki ayrımın — korunmasını olumlu gören ve Müslüman kimliğiyle bilinçli biçimde kendi topluluğu içinde kalmayı tercih edenler var. Dolayısıyla bu grupta tutumlar ve çıkarlar çok geniş bir yelpazeye yayılıyor; bu yüzden basit bir cevap vermek mümkün değil.

Parti düzeyinde bakıldığında; Sol Parti Die Linke ve Yeşiller (Bündnis 90/Die Grünen) bu gruba erken dönemde yönelen partiler oldu. SPD içinde de uzun süredir göçmen kökenli insanları sürece daha fazla dâhil etme çabaları var; bu kısmen sendikal hareketin tarihsel mirasından da kaynaklanıyor.

Yerel düzeyde CDU/CSU içinde de örnekler görmek mümkün. Parti federal düzeyde göçmen kökenli seçmenlere doğrudan hitap etme konusunda pek istekli görünmese de bazı seçim bölgelerinde durum farklı olabiliyor. Örneğin Duisburg I ve Duisburg II seçim bölgelerinde, Türk kökenli adaylar kendi kökenlerini vurgulayan ama CDU/CSU’nun klasik temalarını taşıyan afişlerle kampanya yürüttüler.

Hatta AfD bile siyahi bir kişiyi partilerinin adayı olarak göstermişti, bu da bu partinin göç politikaları düşünüldüğünde bu neredeyse ironik bir durum. Tüm bunlar, siyasi dinamiklerin ne kadar karmaşık olduğunu gösteriyor. Bu alanda ne tek bir doğru ne de tek bir yaklaşım var.

“Türklerin AfD’ye Oy Vermemesi Partinin İslam Karşıtı Duruşundan Kaynaklanıyor”

Son yıllarda sağ popülist partilerin özellikle belirli göçmen gruplarına hitap ettiğini ve bunu kimi zaman şaşırtıcı biçimde başarılı bir şekilde yaptıklarını gördük. Bu olguyu siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

İnsanların yalnızca göçmen kökenli oldukları için benzer geçmişe sahip diğer insanlara daha olumlu yaklaştıklarını düşünmek oldukça saf bir varsayım olurdu. Bir kişinin kendisi ayrımcılığa maruz kalmış olsa bile, bu onun başkalarına karşı otomatik olarak daha açık veya dayanışmacı davranacağı anlamına gelmez. Genellikle göçmen kökenli insanların “kültürel olarak daha açık” olduğu varsayılır, ancak bu her zaman doğru değildir.

Göçmen kökenli insanlara daha yakından baktığımızda, çoğu zaman kendi grubuna karşı bir yakınlık hissedildiğini, ancak diğer göçmen gruplara karşı bunun geçerli olmadığını görüyoruz. Bu nedenle, göçmen kökenli insanlar da halkın temsilcisi olduklarını iddia eden ve “yukarıdaki elitleri” yozlaşmış olarak gösteren sağ popülist partilerin söylemlerine karşı bağışık değildir. Bu tür anlatılar, kimi göçmen gruplarını da etkileyebiliyor.

Buna karşın, Türk kökenli ya da Müslüman seçmenlerin neredeyse hiç AfD’ye oy vermemesi açık bir şekilde partinin İslam karşıtı duruşuyla ilgili. AfD’nin neyi temsil ettiğine baktığımızda, İslam’a yönelik olumsuz tavrının partinin temel özelliklerinden biri olduğunu görürüz. Bu yüzden bu gruplarda partinin desteği çok düşüktür. Ancak AfD -örneğin- “Din bizim için önemli değil, yeter ki burada çalışın ve üretin,” gibi bir söylem benimsemiş olsaydı, bu gruplar içinde muhtemelen daha fazla karşılık bulabilirdi.

Bu alanda sizce hangi araştırma boşlukları bulunuyor? Demokratik katılımın daha adil biçimde sağlanabilmesi için siyaset sosyolojisi gelecekte hangi konulara daha yakından bakmalı?

Beni özellikle etkileyen şey şu: Almanya’da sosyalleşmemiş, yani burada büyümemiş; ekonomik ya da eğitsel imkânları sınırlı olmasına rağmen yine de sandığa giden insanlar var. Bu grup çok ilginç, çünkü bize hâlâ tam olarak anlamadığımız başka açıklayıcı faktörlerin de olduğunu gösteriyor.

Belki bunda tesadüflerin de payı vardır: Diyelim ki birinin üç arkadaşı var, hepsi seçimde oy kullanıyor ve “Hadi sen de gel” diyorlar: Bu kişi aslında siyasete ilgisiz olsa bile onlarla birlikte gidiyor. Bu tür durumlar oldukça önemlidir çünkü böylesi tesadüfi etkiler insanların ilk kez oy kullanmasını sağlayabiliyor. Araştırmalar da gösteriyor ki bir kez oy veren kişiler, genellikle sonrasında da oy vermeye devam ediyor. Dolayısıyla mesele, insanların o ilk adımı atmasını sağlamakta; böylece “seçim katılımı yoluna” girebiliyorlar.

Elif Kılıç

Ludwig-Maximilians Üniversitesinde sosyoloji alanında yüksek lisans yapmakta olan Elif Kılıç, çalışmalarında sosyolojik teoriye odaklanmakta ve Almanya’daki Müslüman bireylerin ötekileştirme deneyimleri ile kimlik müzakerelerine yönelik niteliksel araştırmalar yürütmektedir. Kılıç, aynı zamanda Perspektif’in yayın kurulu üyesidir.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler