Dosya: "Selefilik"

İstihbarat Hormonlu Selefizm

Selefizmin “İslamcılık” başlığı altına yerleştirilerek bir taraftan korkunç cinayetlerin ve uluslararası terörizmin İslam ve Müslümanlarla bağdaştırılarak tanımlaması, diğer yanda ise istihbarat birimlerinin anayasal hakları göz ardı ederek sınırsız bir alanda “önleyici tedbir politikası” belirlemeleri çoğu zaman gözden kaçıyor.

1 Mart 2013

Çağdaş Selefizm birkaç yıl öncesine kadar pek popüler bir konu değildi. Çok kısıtlı olarak ihtisas sahibi çevrelerde tartışılmanın ötesinde kamuoyunun gündemini de meşgul etmiyordu.

11 Eylül saldırılarına ve sonrasındaki birçok kanlı eyleme karışanların selefi doktrinlere bağlı kişiler olarak teşhir edilmesine rağmen istihbarat raporları Selefileri değil, tüm Müslümanları zan altında bırakan kavramsallaştırmaları tercih ediyordu. Bu açıdan Selefizm konusunun nihayet 2011 yılında Federal Almanya’nın Anayasayı Koruma Dairelerinin[1] raporlarına[2] alınmış olması birçok kişiyi şaşırtabilir.

Netice itibariyle istihbarat daireleri “selefsiz selefilere” odaklanmak yerine genellemeci bir dil ve İslamofobik propagandalarıyla toplumu Müslümanlara karşı şartlandırmayı tercih etmişti. Toplumun çoğunluğunun İslam ve Müslümanlardan endişe duyup, İs¬lam söz konusu olduğunda aklına fanatizm, şiddet ve terörü getirmesi sürecin doğal bir sonucuydu.[3]

Oysa güvenlik güçleri tehdit oluşturan akımları somut olarak tanımlayabilirdi. Nitekim yapılan tespitlere göre tüm terörist hücre yapıları ve eylemlere katılan bireyler istisnasız selefist ortamlarda radikalleştirilip şiddet eylemlerine hazır hâle getirilmişti. Ancak ne zaman ki Selefiler görünür bir biçimde ve genelde provokatif eylemlere yönelerek, açık alanlarda toplantılar düzenleyip merkezi yerlerde enformasyon stantları kurarak ücretsiz mushaf dağıtmaya başladılar, işte o zaman kamuoyunun dikkatini de üzerlerine çektiler. Ancak bu noktadan sonra güvenlikten sorumlu siyasiler ve kendilerine bağlı güvenlik ve istihbarat birimleri bu eylemlerle birlikte “selefist tehdide” dikkat çekmeye başladı.

Selefist Fanatiklere Mal Edilen Terör Eylemleri

Halbuki 90’lı yıllardan itibaren şiddete meyilli selefi akımlar özellikle güney Almanya’da faaliyete geçmişti. Ve o bölgeden diğer şehirlere de kaydırılan birçok kişi daha sonra terörist eylemlere katılan fanatiklerin eğitmeni olarak dikkat çekecekti. İnanılması güç boyuttaki hususların başında gelen ise tüm bu sürecin istihbarat birimlerinin dikkatinden kaçması şöyle dursun – ki bu zaten düşünülemezdi – bizzat bu birimlerce yönlendiriliyor ve korunuyor oluşuydu.

Zira selefist fanatiklere mal edilen hiçbir terörist eylem yoktu ki, istihbarat birimlerinin ve ajanlarının etkin rolü̈ tespit edilememiş olsun. Başka bir ifadeyle, hiçbir katliam ve benzeri terörist teşebbüs Batı dünyasının istihbarat birimlerinin desteği olmaksızın düşünülemezdi.

Bu iddiayla Jürgen Elsässer, Müslüman faillerin sorumlu tutulduğu Avrupa’da gerçekleştirilen tüm terörist saldırıların ve teşebbüslerin ansiklopedisi niteliğini taşıyan kitabında[4] tüm olayları ayrıntılarıyla birlikte anlatmaktadır. Buna göre, söz konusu tüm terör saldırılarında kilit konumda bulunan ve Avrupa çapında eylemler gerçekleştiren iki yapıdan bahsedilebilir. Bunlardan ilki Finsbury Camii etrafında oluşturulmuş Londra terör şebekesi ve diğeri, güneybatı Almanya’nın Freiburg kentinde temeli atılıp Ulm/Neu Ulm çevresine kaydırılmış hücredir.

1995 yılında Paris metrosuna gerçekleştirilen saldırı, kuzey Fransa’da Roubaix çetesi olarak adlandırılan kanlı eylemleri ve Lille şehrinde gerçekleştirilecek olan G7 konferansına eylem planı, son anda önlenen Strasbourg Noel pazarı bombalaması teşebbüssü, 11 Eylül 2001 terör saldırılarına karışan Hamburg hücresi, Milano hücresi, 24 kişinin öldürüldüğü ve 240 kişinin yaralandığı 2003’teki kanlı İstanbul eylemleri, 191 insanın katledildiği ve 2051 kişinin yaralandığı Madrid saldırıları, 56 kişinin öldüğü ve 700’ün üzerinde yaralının olduğu Londra terörü, 2006’da Köln merkez istasyona eylem hazırlığında olan “bavul bombacıları”, Berlin’deki eylem teşebbüsleri, 2007’de Viyana’da tutuklanan “cyber-teröristler”, Eylül 2007’de son anda engellenen Alman 9/11’ı ise bu iki yapının icraatlarının sadece bazılarıdır.

İstihbarat Korumasındaki Nefret Tellalları

2008 yılında yayınlanan kitabında o tarihe kadar gerçekleşen olayları kaynaklarla birlikte anlatan Jürgen Elsässer’in takdim ettiği aktörlerin Almanya’nın farklı kentlerinde provokatif mushaf dağıtma eyleminde önemli rol oynamaları ve 5 Mayıs 2012’de Bonn şehrinde polislere yapılan saldırıda yine aynı malum şahısların sahnede olması ise sürecin devam ettiğini göstermektedir. Batı ülkelerinin istihbarat birimlerinin, başta İngiliz MI5 veya MI6 ve Amerikan CIA olmak üzere, ülkelerinin ekonomik menfaatlerini korumak, dengeleri altüst edip başka ülkelerin iç huzurunu bozmak veya küresel antiterör savaşına kendi kamuoyunu ikna etmek veya “fazla” özgürlükçü̈ buldukları liberal hukuk düzenlerini törpülemek için Müslüman fanatikleri şiddete yönlendirerek sebep oldukları o kadar çok olay var ki, inanılması güç.

11 Eylül saldırılarının sonrasında bile Abu Hamza adındaki nefret tellalı çok rahat bir şekilde istihbaratların koruması altında Londra’nın merkezinde insanları ajite edip silah eğitimi yaptırırken, Almanya’nın güneyinde Baden Württemberg İç İstihbaratının maaşlı ajanı Yehia Yousif yine istihbaratın koruması ve yönlendirmesi altında mescit kürsüsünden gençleri saldırılara şartlandırabiliyordu.

Eylül 2007 tarihinde medyatik bir şekilde yakalanan Sauerland grubu üyeleri de Yousif’in talebeleriydi. Bunlar olup biterken, ne hikmetse anaakım medya bu olayların ve elebaşlarının arka planını hiç sorgulamadı. Bilindiği gibi Federal Almanya Anayasa Mahkemesi Neonazi NPD partisinin yasaklanmasını parti yöneticilerinin birçoğunun istihbarat personeli olması ve ırkçı eylemlerin ne kadarının bu devlet memurları marifetiyle yapıldığının tespit edilememesi sebebiyle reddetmişti.

Bu şartlar altında sorulması gereken soru belki de şu olmalı: Neu Ulm örneğinde olduğu gibi bazılarını radikalleştirip teröre yönlendiren, bazılarını da istihbarat elemanı olarak maaşa bağlayan “devlet güvenlik birimleri”, Almanya bağlamında söz konusu olan “Sauerland grubu”, “Uluslararası Cihad Birliği” (IJU), “Küresel İslami Medya Cephesi” (GIMF), “Özbekistan İslami Hareketi” (IBU) ve yine istihbarat raporlarında geçen birçok irili ufaklı terör hücrelerinde acaba hangi rolleri oynuyorlar?

İslamofobik Havada İslami Cemaatlerin Devlet Eliyle Dışlanması

2012 yılında Almanya’nın kentlerinde ücretsiz mushaf dağıtan ve 25 milyon tane dağıtılacağını iddia eden ve sosyal yardımdan geçinen bir kişinin arkasında hangi güçler var? İslamofobik bir ortamın oluşmasında önemli bir etken olan bir istihbaratçı, 3 Ekim 2010 tarihli Frankfurter Allgemeine Zeitung’a verdiği demeçte meşhur ettikleri bir selefi için “heyecanlandıran bir deney, sahneyi hareketlendiriyor” demesi ilginç değil mi? Bugüne kadar bir taraftan dışardaki finans kaynaklarını bildikleri hâlde, devletin al-i menfaatleri itibariyle göz ardı ettikleri, diğer taraftan bizzat besleyerek destekledikleri selefizmin gençler nezdinde ilgi uyandırmasının ayrı bir sebebi de İslamofobik bir hava oluşturup, daha sonra da vasat yolu tercih eden İslami cemaatlerin dışlanarak devlet eliyle karikatürize edilmesiydi.

Anayasayı Koruma Dairelerinin selefizmi “İslamcılık” başlığı altına yerleştirerek[5] bir taraftan korkunç cinayetlerin ve uluslararası terörizmin İslam ve Müslümanlarla bağdaştırılarak tanımlaması, yine aynı başlık altında İslami cemaatlerin “dinî ve kültürel kimliği güçlendirme”[6] faaliyetlerini sayması meselenin başka bir boyutu. Güvenlik birimleri bu stratejileriyle en temel dinî talepleri bile şiddetçi selefist akımlar kategorisi altında tanımlayıp cihad kavramının da “kutsal savaş” olarak, şiddet yanlısı selefist tanımına benzer şekilde tercüme edilmesi örneğinde olduğu gibi farklı okumaları bilinçli olarak marjinalleştirdi.

Bugünlerde de yine Almanya çapında İslami cemaatlere baskı yaparak “Gelin selefizme karşı birlikte mücadele edelim” çabası yürütülmektedir. Müslümanlardan ve İslami cemaatlerden beklenen bu çabaya girişilmeden önce güvenlik birimlerinin cevaplaması gereken başlıca soru belki de şudur: Bütün bu tutarsız yaklaşım ve uygulamaların asıl gayesi nedir?

Dipnotlar:

[1] Almanya’da Anayasayı Koruma Daireleri iç istihbarat birimleri olarak federal ve eyalet yapılanmasıyla özgürlükçü̈ temel düzene karşı ekstremist çabaları izleyip raporlamakla yetkilendirilmiştir, bkz. § 3 BVerfSchG (Federal Anayasa Koruma Yasası)

[2] Bkz. Salafistische Bestrebungen in Deutschland (Almanya’da Selefist Akımlar), Bundesamt für Verfassungsschutz und Landesbehörden für Verfassungsschutz (Federal ve Eyalet Anayasa Koruma Daireleri), Nisan 2012; Bundesverfassungsschutzbericht (Federal Anayasayı Koruma Raporu) 2010, S. 205 f., 229-232, Temmuz 2011

[3] Bielefeldt Heiner, Das Islambild in Deutschland, Zum öffentlichen Umgang mit der Angst vor dem Islam, Nisan 2008

[4] Elsässer Jürgen, Terrorziel Europa, Das gefährliche Doppelspiel der Geheimdienste, (Terör hedefi Avrupa, İstihbarat birimlerinin tehlikeli ikili oyunu) 2008

[5] Bkz. Salafistische Bestrebungen in Deutschland, S. 5; Verfassungsschutzbericht 2011 NRW, S. 19 ff.; 189, 190 ff.

[6] Federal ve İstihbarat raporlarının tamamı yerine Bundesverfassungsschutzbericht (Federal İstihbarat raporu) 2010, 175;

Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler