"apartheid"

Güney Afrika’yı Filistin’e Bu Kadar Yaklaştıran Şey Ne?

Güney Afrika uluslarası arenada Filistinlilerin haklarını en çok savunan ülkelerden birisi. Peki, özellikle de geçtiğimiz aylarda UAD'de İsrail'i Gazze'de soykırım yapmakla suçlayan Güney Afrika'nın Filistin halkına olan desteğinin sebepleri neler?

Fotoğraf: Lucian Coman/Shutterstock.

2023’ün aralık ayında Güney Afrika, 7 Ekim 2023 itibarıyla başlayan savaşta İsrail’in Gazze Şeridi’nde soykırım uyguladığı suçlaması ile İsrail’e karşı Uluslararası Adalet Divanı’nında (UAD) dava açmıştı. 11 Ocak’taki duruşmalarda ise Güney Afrika, Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanından İsrail’in Gazze’de devam eden askeri harekatının soykırım anlamına gelip gelmediğine karar vermesini talep ederken İsrail, ülkeyi Hamas’ın “yasal kolu olarak çalışmakla” suçlayarak yanıt vermişti.

Dava sürecinin ne kadar uzayacağı yahut İsrail’e karşı kararlar çıksa da net kadar etkili olacağı gibi konular belirsizliğini korusa da Güney Afrika’nın bu girişimi konuya dair önemli bir ahlaki tavır olarak görülüyor. Ancak Güney Afrika’nın Filistinlilere verdiği destek yeni bir olgu değil. Güney Afrika’nın devleti ve sivil toplumu, önemli coğrafi ve kültürel farklılıklara rağmen Filistin’in özgürlüğüne destek veriyor. Peki, Filistin’e desteği ile sürekli gündeme gelen Güney Afrika’nın bu tavrının altında yatan motivasyonlar neler? Daha açık bir şekilde soralım: Güney Afrika’yı Filistin’e yaklaştıran şey ne?

Güney Afrika’nın Filistin Desteği

İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarını başlatmasından beri Güney Afrika’da Filistin ile dayanışma sembolleri daha da görünür hâle geldi. Ülke genelinde sokak sanatçıları Filistin bayrağının yer aldığı duvar resimleri çiziyor, İsrail’i soykırımla suçlayan reklam panoları dikiliyor ve üzerinde “Soykırımcı İsrail” ve “#FreeGaza” gibi sloganların yer aldığı çıkartmalar dağıtılıyor, yahut kefiye takmış bir Mandela fotoğrafı sosyal medyada sıkça paylaşılıyor.

Güney Afrika, kasım ayının başlarında Tel Aviv’deki diplomatlarını geri çağırdı. Aynı ayın sonlarında parlamento, İsrail ile tüm diplomatik bağların askıya alınması ve başkent Pretoria’daki İsrail Büyükelçiliğinin kapatılması yönünde oy kullandı. İsrail daha sonra ülkedeki büyükelçisini geri çağırdı. Aralık ayına gelindiğinde Güney Afrika -kendisini uluslararası toplumun ilgi odağı hâline getirecek bir hamleyle- İsrail’i Soykırım Sözleşmesi’ni ihlal etmekle suçlayarak UAD’ye dava açtı. Dava ABD ve Almanya gibi birçok İsrail müttefiki devletin hükûmetlerini rahatsız etti. Türkiye, Malezya gibi ülkeler ve davaya katılan İslam İşbirliği Teşkilatı gibi kesimler ise Güney Afrika’yı inisiyatifi için kutladı ve dava sürecinde desteklemek için pozisyon aldı.

Güney Afrika, İsrail saflarında savaşan diğer ülkelerin vatandaşları ile ilgili olarak da en katı tutuma sahip ülkelerden birisi. Geçtiğimiz aylarda Güney Afrika Uluslararası İlişkiler ve İşbirliği Bakanı Naledi Pandor, İsrail ordusuna katıldıkları tespit edilen ülke vatandaşlarının, ülkelerine döndüklerinde gözaltına alınacaklarını dile getirmişti.

Öte yandan Güney Afrika’nın birçok ülkenin terör örgütü olarak kabul ettiği Hamas‘la ikili görüşmeler yürüttüğü idda ediliyor. Tam da bu yüzden mahkeme sürecinde İsrail tarafı, Güney Afrika’yı Hamas’ın “yasal kolu” olarak çalışmakla suçladı.

Temel Motivasyonlar: “Apartheid” Sistemi ve Mandela’nın Etkisi

Aslında Pretoria’nın Filistin konusundaki bu hassasiyeti tarihî ve siyasi nedenlerden kaynaklanıyor. İktidardaki parti Afrika Ulusal Kongresi (ANC), “apartheid” sistemine karşı mücadele olarak gördüğü Filistin davasını uzun süredir destekliyor. Hatta Güney Afrika’nın apartheid karşıtı mücadele yürüten ve ilk siyahi devlet başkanı seçilen Nelson Mandela, Güney Afrika’nın özgürlüğünün “Filistinlilerin özgürlüğü olmadan eksik kalacağını” dile getirmişti. Güney Afrika Devlet Başkanı Cyril Ramaphosa da İsrail’e karşı açtıkları davaya ilham veren şeyin Mandela’nın mücadelesi olduğunu söyledi.

Güney Afrika’da Filistin davasına yönelik bu savunuculuğun derin kökleri, ANC’nin 1948’den 1990’ların başlarına kadar hüküm süren apartheid sistemine karşı onlarca yıllık kampanyasını yürüttüğü günlere kadar uzanıyor. Apartheid rejimi altında beyaz azınlık siyasete, iş dünyasına, toprak mülkiyetine ve sivil yaşamın tüm yönlerine hakimdi. Siyahileri ve beyazları “ayrı ama eşit” kabul eden sert bir ırk ayrımcılığı sistemi uygulanıyordu.  O dönemi yaşayan siyahi Güney Afrikalılar, kendi topraklarında dışlanmış ve ikinci sınıf vatandaş gibi hissettiklerini hatırlıyorlar; bu duygular, işgal altındaki topraklardaki Filistinlilerin hissettiklerinden farklı değil.

Tabi bir de İsrail’in Güney Afrika’daki apartheid rejimine geçmişte verdiği desteğin de etkisi var. Apartheid rejimi döneminde uluslararası toplumun büyük bir kısmının yaptırımlar uyguladığı dönemlerde bile İsrail, beyaz azınlık hükûmetine silah ve teknoloji sağlamaya devam etmişti. 1970’lerin ortalarından 1990’lara kadar İsrail devleti ve Güney Afrika’da iktidarda olan beyaz azınlığın müttefik olduğunu dile getirmek yanlış olmaz. Bu durum Güney Afrika’nın mevcut iktidar partisi ANC’nin gözünde affedilmez bir şey olarak hatırlanıyor. 1990’ların başında apartheid rejiminin sona ermesi, 1994’te Nelson Mandela’nın Devlet Başkanı seçilmesi ve 1993’te Oslo Anlaşmalarını imzalayan eski İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin’in politikasıyla iki ülke arasındaki ilişkiler kısa bir dönem için rahatlasa da ilerleyen yıllarda Güney Afrika İsrail’e karşı en yüksek sesli eleştirileri yapan ülke olmaya devam etti.

“Filistinlilerin Özgürlüğü Olmadan Özgürlüğümüz Eksik Kalacak”

ANC, apartheid karşıtı mücadelesi sırasında ve daha sonra iktidara geldiğinde, Filistin Kurtuluş Örgütü ile yakın bağlara sahipti ve bu bağları her zaman muhafaza etti. Beyaz azınlık yönetimine karşı mücadelesi nedeniyle 27 yılını hapiste geçiren Güney Afrika’nın apartheid sonrası ilk başkanı Nelson Mandela, FKÖ Başkanı Yaser Arafat‘la dostane ilişkiler içindeydi. ANC ve FKÖ yıllarca birbirlerinin sömürge karşıtı kampanyalarını destekledi ve sömürgeciliği ortadan kaldıracak stratejiler konusunda iş birlikleri yaptılar.

Güney Afrika’nın Filistin’e olan bağlarını ve bağlılığını güçlendiren önemli anlardan biri, Arafat’ın Mandela’yla 1990 yılında Zambiya’da, Mandela’nın hapishaneden serbest bırakılmasından yalnızca iki hafta sonra buluşmasıydı. Mandela daha sonra hem İsrail’i hem de Filistin’i ziyaret etti ve her iki ülke arasında barış çağrısında bulundu. Mandela’yı iktidara getiren Güney Afrika’nın ilk ırk ayrımına dayanmayan seçimlerinden bir yıl sonra ise [15 Şubat 1995’te] yeni kurulan Güney Afrika, Filistin Devleti ile resmî diplomatik ilişkiler kurdu. 1997 yılına geldiğimizde ise Mandela Güney Afrika’nın başkenti Pretoria’da Filistin Halkıyla Uluslararası Dayanışma Günü münasebetiyle yaptığı konuşmada bugünkü davaya ilham olan o cümleyi dile getirdi:“Filistinlilerin özgürlüğü olmadan özgürlüğümüzün eksik kalacağını çok iyi biliyoruz.”

2004 yılında Yaser Arafat’ın ölümünden sonra da Mandela, FKÖ liderine saygılarını sunmuştu: “[Arafat] kelimenin tam anlamıyla bir simgeydi. Sadece Arap halkının değil, dünyadaki tüm ezilen insanların -Araplar ve Arap olmayanların da- kurtuluşuyla ilgileniyordu ve bu düşüncede bir adamı kaybetmek, baskıya karşı savaşan herkese büyük bir darbedir.” Mandela’nın 5 Aralık 2013’teki ölümünden üç yıl sonra ise, Filistin halkı işgal altındaki Batı Şeria şehri Ramallah’ta Güney Afrikalı liderin dev bir heykelini açarak bu dostluğu daha da görünür kıldılar.

Güney Afrika’nın Filistin davasına desteği bugün de artarak devam ediyor. ANC’nin 2022’nin sonlarında yayınlanan son politika belgesinde iktidar partisi, Güney Afrika’nın Filistin‘le tarihi bağlarına vurgu yaptı. İsrail’i bir “apartheid devleti” olarak tanımlayan ve Güney Afrika’nın İsrail ile diplomatik bağlarını gevşetme niyetini beyan eden belgede, “Güney Afrika ve Filistin ortak bir mücadele tarihini paylaşıyor” denildi.

Güney Afrikalı yazar ve aktivist Suraya Dadoo, The Economist‘te yakın zamanda yayınlanan bir yazıda ülkesinin Filistin konusundaki hassasiyetinin sebebini şöyle özetliyor: “Güney Afrika İsrail’e karşı sesi en yüksek çıkan ülke oldu; bunun temel nedeni, kurtuluş tarihimizin ve mücadelemizin çok yeni olması ve İsrail’in Filistinlilere karşı uygulamalarının Güney Afrika’daki apartheid rejimin politikaları ile ürkütücü derecede benzerliği”.

Ebubekir Tavacı

Lisans derecesini Istanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinden 2016 yılında alan Tavacı, Fransa’da Université Paris 1 Panthéon Sorbonne’da Siyaset Bilimi yüksek lisans programından 2021 yılında mezun olmuş ve aynı üniversitede aynı alanda doktora araştırmasına devam etmektedir. Avrupa Birliği göç politikaları, Türk diasporası ve Fransa’da göç gibi konular üzerine çalışmalar yapmaktadır.

Yazarın diğer yazıları
Bu yazıyla ilgili yorumunuzu paylaşabilirsiniz. Bunu yaparken Yorum Kurallarımızı dikkate alın lütfen.
Yorum adedi#0

*Tüm alanları doldurunuz

Son Yüklenenler