Krizlerini Çözemeyen Avrupa’da Seçim Sonuçları Bize Ne Anlatıyor?
Avrupa Parlamentosunun genel oyla seçilen 10. dönemini oluşturan seçimler için geçtiğimiz hafta sandığa gidildi. Sonuçlar, anketlerin daha önce gösterdiği aşırı sağdaki oy artışını doğrularken, parlamentodaki yeni koltuk dağılımı Avrupa Birliğinin geleceğine nasıl yansıyacak?
Avrupa Birliği geçtiğimiz 15 yıl içinde birçok krizle yüzleşti. Bunlardan “euro krizi” olarak bilinen ve Avrupa Birliğinde yaşanan mali sıkıntıların sonucunda özellikle kamu gelir ve giderleri arasındaki büyük açıklardan oluşan kriz, Suriye’deki iç savaşın bir sonucu olarak özellikle 2015 yazında zirveye ulaşan “sığınmacı krizi” ve geçtiğimiz yıllarda yaşanan Kovid-19 salgını AB’nin krizlere “Avrupalı” cevaplar üretebilme kapasitesini test etmişti.
Bunun dışında Birleşik Krallık’ın AB’den ayrılması, Rusya’nın Ukrayna’da sürdürdüğü savaş ve Macaristan-Polonya gibi ülkelerdeki hukuk devleti tartışmaları da Avrupa entegrasyonunu sorgulatan krizler olarak tarihe geçti. Böyle bir ortamda neredeyse bütün Avrupa ülkelerinde yükselişe geçen aşırı sağ partiler, son seçim sürecinin en büyük kazanını oldu.
Aşırı Sağın Oyunu Arttırdığı Ülkelere Bakış
Geçtiğimiz haftasonu gerçekleşen seçimlerden çıkan sonuçlar yalnızca AB düzeyinde değil ulusal siyasetlerde de ciddi sonuçlar doğurmaya başladı. Öyle ki Fransa’da Marine Le Pen’in Ulusal Birlik Partisi (RN) iktidar grubunun oylarını ikiye katlayarak yüzde 30 oy ile birinci sıraya yerleşti. Bunun dışında “aşırı sağdan daha sağ” olarak bilinen Éric Zemmour’un Yeniden Fetih Partisi (Reconquête!) de AP’de 5 sandalye kazandı. Bu durumun iktidara yönelik oluşturduğu meşruiyet krizi söylentileri henüz başlamışken, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Ulusal Meclisi feshettiğini açıkladı. Bu çerçevede Fransa bu ay sonunda erken seçime giderek yeniden milletvekillerini seçecek. Aşırı sağın ilk sıraya yerleşmesi Fransa ile sınırlı değil. Bir diğer örnek olan Avusturya’da da aşırı sağ Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ) yüzde 25 oy alarak birinci oldu. Bu skorla FPÖ tarihinde ilk defa sosyal-demokrat ve muhafazakârları geride bırakarak ilk sıraya yerleşmiş oldu.
Almanya’da Almanya için Alternatif (AfD) oylarını arttırarak yüzde 16’ya taşıdı. İtalya’da ise zaten iktidarda olan Giorgia Meloni’nin partisi İtalya’nın Kardeşleri beklendiği üzere yüzde 28 oy alarak ilk sıradaki yerini korudu. Bununla beraber İtalya’nın bir diğer aşırı sağ partisi olan Lega da yüzde 9 oy alarak AP’de 8 sandalye kazanmış oldu.
Hollanda’da ise geçtiğimiz genel seçimlerde en yüksek oyu alan Geert Wilders’in Özgürlük Partisi (PVV), AP Seçimlerinde yüzde 17 oy alarak Yeşil Sol – İşçi Partileri İttifakı (GroenLinks–PvdA) arkasında ikinci sıraya yerleşti. İspanya’da aşırı sağ parti Vox yüzde on alarak AP’deki temsilcilerini iki arttırdı. Macaristan’da ise beklendiği gibi Victor Orban’ın partisi Fidesz yüzde 43 oy alarak 10 temsilciyi AP’ye göndermeye hak kazandı.
Peki, AP’deki Aşırı Sağ Gruplar Birleşebilir mi?
Bu seçimlerde aşırı sağ tehdidine karşı merkez partiler “Avrupa’yı korumak” temalı kampanyalarla yola çıktı. Öyle ki Fransa’da iktidar partisinin aday listesinin ismi “Avrupa ihtiyacı” idi. Ama son yıllarda aşırı sağ partilerin de eski AB karşıtı pozisyonlarını değiştirdiğini dile getirmek gerekiyor. Aşırı sağ gruplar artık söylemde kendilerini doğrudan AB karşıtı olarak değil, “ulusların Avrupa’sını” talep ettiklerini söyleyerek tanımlıyorlar ve ulusal egemenliklere öncelik veren bir AB vadediyorlar.
Şu an AP’de aşırı sağ olarak tanımlanabilecek iki temel grup var. Bu grupların ilki olan Kimlik ve Demokrasi (ID) grubunda Fransa’dan Le Pen’in Ulusal Birlik Partisi (RN), İtalya’dan Lega partisi, Avusturya’dan Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ), Belçika’dan Vlaams Belang Partisi, Hollanda’dan Geert Wilders’in partisi olan Özgürlük Partisi (PVV) yer alıyor.
İkinci aşırı sağ grup olan Avrupa Muhafazakarlar ve Reformistler Grubu (ECR) da siyasi yelpazenin sağında yer alan popülist bir grup. 2009 yılında EPP’den ayrılan Birleşik Krallık Muhafazakâr Partisi üyelerinin AP’de kurduğu bu grup ulusların egemenliğini ön plana aldığını söylerken, kendisini AB karşıtı değil, AB’ye realist bir yaklaşımı savunan “eurorealist” olarak tanımlıyor. Daha önce “muhafazakâr” olarak tanımlanan bu grup son yıllarda “aşırı sağ” bir gruba dönüştü. İtalya’nın mevcut başbakanı Giorgia Meloni’nin aşırı sağ partisi İtalya’nın Kardeşleri (Fdl) ve “aşırı sağdan daha sağ aday” konumundaki -Fransa cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yüzde yedi oy alan- Eric Zemmour’un partisi Yeniden Fetih gibi partiler de AP’de ECR grubunda yer alıyor. Yani aslında ECR de ID’yi aratmayacak bir aşırı sağ grup hâline gelmiş durumda.
Aşırı Sağın Birleşmesi ya da Ayrışmasındaki Rusya Faktörü
ECR ve ID arasında ideolojik olarak büyük farklar olmasa da Rusya ile ilişkiler konusunda taban tabana zıtlar. ECR geleneksel olarak Rusya karşıtı bir siyaset yürütürken ID grubu Rusya’yla iyi ilişkiler kurulmasına sıcak yaklaşıyor. ID’den Le Pen’in Ulusal Birlik Partisi Rusya‘dan finansman sağlamak ve bunun sonucunda partinin Kremlin’in siyasi pozisyonlarını AB içinde savunmakla suçlanıyor. Hatta Marine Le Pen, 2017 yılında Vladimir Putin tarafından ağırlanmıştı. ID grubunun bir diğer önemli partisi olan Avusturya Özgürlük Partisinden (FPÖ) Heinz-Christian Strache‘ın 2019 Avrupa Seçimlerinin hemen öncesinde gizli çekilmiş bir videosunda kendisini bir Rus oligarkın yeğeni olarak tanıtılan bir kadına partisi FPÖ’yü gizlice nasıl finanse edeceğini ve ülkenin güçlü bir medya organını nasıl satın alacağını anlattığı ortaya çıkmıştı. ID grubundaki partilerin Rusya’yla ilişkileri yıllardır sorgulanıyor. Her ne kadar Ukrayna’daki savaş bu durumu biraz değiştirmiş olsa da Rusya ile ilişkiler AP’nin iki aşırı sağ grubu arasındaki önemli farklardan birisi olmaya devam ediyor.
Bu grupların dışında bir de geçtiğimiz haftalarda Kimlik ve Demokrasi’den ihraç edilen Almanya için Alternatif (AfD) partisi ve Macaristan Başbakanı Victor Orban’ın partisi Fidesz de AP’de aşırı sağı temsil ediyor. Bu noktada Victor Orban’ın da AB’nin Ukrayna’ya yapmayı planladığı finansal desteği uzun bir süre engellediğini hatırlamak gerek. AfD ise 2014-2016 yılları arasında da ECR grubunda yer almış ve orada “aşırı” bulunarak dışlanmıştı. Parti sonrasında Kimlik ve Demokrasi grubuna katılmıştı. Ancak geçtiğimiz haftalarda “aşırı” bulunarak buradan da ihraç edildi. AP’nin istenmeyen çocuğu hâline gelen AfD bu aşırılıklara rağmen oylarını arttırarak Almanya’da siyasi gündemi işgal etmeye devam ediyor. Orban’ın partisi Fidesz de şu an grupsuz durumda. Fidesz hakkında ECR’ye katılacağı iddiaları var ancak Marine Le Pen ile de ilişkileri çok iyi olan Orban’ın partisini Kimlik ve Demokrasi’ye dahil etme ihtimali de hâlâ bulunuyor.
Resmîleşmemiş sonuçlara göre Kimlik ve Demokrasi grubu AP’de 58 sandalye kazanırken ECR de 73 sandalye kazandı. Grupsuz kalan AfD, AP’ye 15 parlamenter gönderirken Orban’ın partisi Fidesz 10 parlamenter gönderiyor. Yani AP’nin yeni dağılımında toplam 156 aşırı sağcı üye var. Bu sayı AP’nin en büyük ikinci grubu olan Sosyalistler ve Demokratların İlerici İttifakı’nın (S&D) üye sayısından fazla. AP’de aşırı sağın birleştiği bir senaryoda, bu grup 186 sandalyesi olan Avrupa Halk Partisinin (EPP) hemen ardından ikinci en büyük grup hâline gelebiliyor. Geçtiğimiz günlerde, seçimlerin hemen öncesinde, Marine Le Pen, ECR’de liderlik yapan İtalya Başbakanı Meloni’ye çağrıda bulunarak birleşme ihtimalini gündeme getirdi. AfD’nin iki aşırı sağ gruptan da dışlandığını göz önüne aldığımızda bu iki grup birleştiği takdirde yalnızca Orban’ın partisi Fidesz’i de saflarına katarsa yine parlamentonun en büyük ikinci grubunu oluşturabiliyor. Ancak ECR’nin özellikle son dönemlerde EPP ile iyi ilişkiler kurmaya gayret ettiğini de gözden kaçırmamak lazım. EPP ile bir ittifak, Kimlik ve Demokrasi grubu için çok uzak bir ihtimal olarak görülse de ECR için bu hâlen mümkün.
Mutlak Kaybedenler: Sol Gruplar, Liberaller ve Yeşiller
2019 seçimlerine kıyasla bu seçimlerde kimin kaybettiğine baktığımızda sağ dışında herkesin bir kayıp yaşadığını görüyoruz. AP’deki sandalye sayısını arttıran gruplar yalnızca EPP, ECR ve ID oldu. Merkez sağı temsil eden EPP bu seçimlerin sonucunda AP’deki sandalye sayısını 176’dan 186’ya çıkardı. ECR, 2019 seçimlerinde 69 sandalyeye sahip olurken şimdi 73 sandalye kazandı. Kimlik ve Demokrasi grubu ise AfD’yi ihraç ettiği hâlde AP’deki üye sayısını 49’dan 58’e yükseltti. Peki, diğer gruplar nasıl bir kayıp yaşadı?
AP’nin ilk birkaç döneminde en büyük grup olup daha sonra ikinci sıraya yerleşen merkez sol S&D’nin AP’deki üye sayısında 139’dan 135’e düşüş görmekteyiz. Bir diğer sol grup olan Avrupa Birleşik Solu – İskandinav Yeşil Solu (Left) AP’deki sandalye sayısını 37’den 36’ya düşürdü. 50 yıl önce sol partilerin doğal seçmeni olan emekçi kitlelerin artık sağa yöneldiği düşünülüyor. Yani sol siyasetin Avrupa’daki tabanı azalıyor.
Bununla beraber Yeşiller’in de Avrupa genelinde bir fiyasko yaşadığı görülüyor. 2019 seçimlerinde büyük bir başarı yakalayarak AP’ye 71 üye gönderen Yeşiller grubunun son seçimlerde parlementer sayısı 53’e düştü. 2019 seçimleri öncesinde Avrupa genelinde çevre konuları, iklim krizi gibi meselelere ilgi yüksekken 2024 seçimlerine kadar olan süreçte yaşanan Kovid-19 pandemisi, Ukrayna’daki savaş, yükselen enerji fiyatları gibi konular Avrupalıların önceliklerini değiştirmiş gibi görünüyor. Ayrıca Yeşiller grubunun çevre dışındaki konularda gündem oluşturamaması ve çevre konularının diğer sol ve merkez partiler tarafından da artık sıklıkla dile getiriliyor olması da bu başarısızlıkta bir etken.
Seçimlerin bir diğer önemli kaybedeni ise AP’deki Renew Europe grubu. “Liberal-Demokratik değerlerin mirasçıları”, özellikle de Fransa, Almanya ve Hollanda gibi ülkelerde büyük bir yara aldı. Renew grubu üyesi partilerin, satın alma gücündeki azalış, göç, enerji fiyatlarındaki artış ve çiftçi protestoları gibi Avrupalı seçmenler için öncelikli konulara dair yaklaşımları seçmenin takdirini kazanamadı. Renew 2019’da AP’de 102 parlementere sahipken, Avrupalı seçmenlerin yaşadığı güvensizlik duygusunun sonucu olarak 2024 seçimlerinde AP’de sadece 79 sandalye kazanabildi. Böylece ulusal siyasette popülaritesi azalan Emmanuel Macron, Mark Rutte gibi figürlere karşı duyulan hoşnutsuzluk bu isimlerin AP’deki gruplarının sandalye sayısına da yansımış oldu.
Avrupa Rüyası Bitiyor mu?
Son 15 yıldır yaşanan krizler Avrupa’da sağı besliyor ve nüfuzunu her seçim arttırıyor. Bu durumun sonucunda merkez sağ partilerin benimsediği daha da sağa kayma stratejisi, aşırı sağın yükselişini engellemekten uzak kaldı. Bu süreçte aşırı sağ partiler kendilerine verimli bir “normalleşme” zemini buluyor ve mevcut durumda geriye daha da sağa kaymış bir merkez sağ ve aşırı sağ kalıyor.
Yakın zamana kadar Avrupa ülkelerinde merkez partilerin aşırı sağ partileri hükûmetlerin dışında tutmaya yönelik bir stratejileri vardı. Ancak aşırı sağın önlenemez yükselişi bu stratejiyi de artık imkansız kılıyor. Özellikle İtalya, Fransa, Almanya, Belçika, Hollanda gibi ülkelerdeki yükselen aşırı sağ oyları Avrupa’da artık aşırı sağ partilerin hükûmetlerde yer aldığı-alacağı bir dönemin geldiğini gösteriyor.
Böyle bir konjonktürde gerçekleşen 2024 Avrupa Parlamentosu seçimleri sonucunda çıkan manzara, Avrupa Birliğinin artık sosyal demokrat değerler ile muhafazakar-sağ ilkeler arasında gidip gelen bir siyasi iklime değil, sağ politikalar ile daha sağ politikalar arasında bir çatışmaya sahne olacağını gösteriyor. Bu siyasi iklim, azınlık hakları, çoğulcu bir Avrupa toplumu, insani ve sürdürülebilir bir göç politikası üretmek, iklim krizine dair sağlıklı politikalar ya da Gazze’de aylardır süren insani krize adil çözüm gibi konuların AB’nin öncelikli meseleleri arasında yer almayacağına işaret ediyor.